Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Kasım '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yolculuk

Yolculuk
 

Küçük bir vedalaşma sahnesinden sonra neredeyse ağlayarak bindi otobüse... ne zaman ağlayacak olsa ağlamamak için dudaklarını ısırırdı sürekli… o an da öyle yaptı….

Alnının tam ortasındaki damar belirgin bir hale gelmişti bile… bu gelip gitmeler başkalarının yanında kısa süreli de olsa kalmalar sıklaşmaya başlamıştı onun için.

Gözlerinin pınarlarında biriken gözyaşlarını elinin tersi ile sildi. “hadi oğluuum yapma! Erkekler ağlamaz” dedi.. ama kendisini tutamadı ve gözyaşlarını koyuverdi.

Yalnızlık zor gelmeye başlamıştı artık ona..

- eee yaşlandık artık” diye mırıldandı kendi kendine.. yanındaki koltukta oturan yol arkadaşı hafifçe gülümsedi ona.. Bir an bakıştılar..

Hareket saati geldiğinde şoför usta bir manevra ile döndürdü otobüsü terminalin içerisinde.. muavin bilet kontrolü yapmak için koridorda geziniyordu..” En sevmediğim şey !… yolcuların birer koyun gibi tekrar tekrar sayılmasıdır” diye konuştu içinden sinirle..

Bu arada dönüp el kaldırdı kendisini geçirmeye gelen yakınlarına. Yüzlerindeki ifadeyi almak için derin derin baktı onlara inceledi… gözlerini seçmek istedi, ağlayıp ağlamadıklarını anlamak için. Onların da üzgün olduğunu görünce gülümseyerek el salladı..

Bilet kontrolü için önlerine dikilen muavine sinir oldu.. ağlamaktan kızaran burnuna ve kızaran gözlerine dikkat çekmemek için çabucak bileti verdi ve cama gömdü başını… ne çabuk alışıveriyoruz böyle hemen her şeye, herkese” diye düşünürken kızdı kendisine.…

Henüz az önce birlikte olduğu insanlardan gittikçe uzaklaşmaktaydı işte !! Ekmek elden su gölden bir ay geçmişti yanlarında..

“ insanların yaşlılıklarında… hele ki erkeksen, seninle ilgilenen bir insanın olması şart” diye düşündü…

Otobüs deniz boyunca ilerlerken… kanatlarını açmış yükseklerden uçan bir martı takıldı gözlerine… kanatları dümdüz açılmış kımıltısız uçmaktaydı grilere bulanmış gökyüzünde.

"Bir martı kadar özgür yaşadım” dedi kendi kendine gururla.

Martının yükseklerde büyük bir özgüvenle süzülüşünü hayranlıkla izledi… Martı, bir manevra yapıp döne döne aşağılara kadar indi… Ve sonra… denize dokunup tekrar yükseldi..

Martı için “kimbilir ne kadar mutlu” diye düşündü.

Martıların yalnız öldüğünü bilirdi oysa..

‘’ Ben de tek başıma daha mutluyum aslında , bunca yıl geçti sahip olduğum tek şey özgürlüğüm. Davranışlarımın hesabını hiç kimseye vermek zorunda kalmadım bu güne kadar ‘’ diye söylendi.

Kararmakta olan gökyüzü birdenbire aydınlanıp şimşekler çakmaya başladı… “yağmur yağacak “diye konuştu içinden. Şimşeklerin ortalığı aydınlatması denizin üzerinde daha çok belli oldu. Deniz beyaz çarşaflara sarındı birden… küçük dalgalar oluşmaya başladı kıyılarda lodosla birlikte..

Birkaç balıkçı teknesinin ışıltılarına karıştı şimşekler. Gökgürültülerinin sesi otobüsün uğultusu arasında duyulmasa da yağmur hızlıca yağmaya başlamıştı bile.

Bu kez balıkçı teknelerini izledi yol boyunca. Küçük balıkçılar için endişe duydu.. ya alabora olursa, ya yıldırım düşerse?. Allah mahafaza ama ekmek kapısı işte! Allah yardımcıları olsun…

Bir yandan da özgürlüğünü elinden alan yakınlarına, en çok da sürekli ilerleyip duran yaşına kızgınlık duydu... minyon bir yapıya sahip olmanın tek güzel yanı yaşını göstermemesiydi.

Karanlıkları ve yolları aydınlatan şimşeklerle birlikte yol alıyordu otobüs…

Deniz, belli bir noktadan sonra artık görünmez oldu. Otobüsün camlarından aşağı süzülen yağmur damlalarıni takip etti sadece öylece... Kâh gözlerini kapattı.. kâh istem dışı akan gözyaşlarını sildi…

“yaşlanmak ne kötü” diye düşündü…

“Hayat ne kadar acımasız biz insanlara.. yaşlandıkça başkalarına muhtaç hale gelmek ne kadar zavallıca !!”

Çok uzaklarda… toprağa avuç avuç serpilmiş güneşte parıldayan renkli cam kırıkları gibi duran evlerin ışıklarına takıldı gözleri.

yol arkadaşının başı omzuna düşmüş uyumaktaydı.Onunla yaptığı küçük bir sohbette evli ve üç çocuğu olduğunu öğrenmişti de gıpta etmişti… “Bizden geçti artık” diye düşünüyordu.

Ona göre… tren çoktan kaçmıştı…

Evine “misafir” ettiği arkadaşları olmuştu elbette.. hatta o çok sevdiği özgürlüğünden bile vazgeçirebilecek beraberlikleri de…

Evliliğe hiçbir zaman sıcak bakamamıştı… belki de güvenememişti kendisine ya da karşısındaki insana.. Evlilik; oynanacak büyük bir kumardı… Günler nasıl olsa geçiyordu da en çok geceleri herkes kapısını kapatıp evlerine çekildiğinde sıcak bir elin dokunuşunun, sevgi dolu bir bakışın huzurlu bir yuvanın özlemini hissetmişti içinde. “benim de bir oğlum ya da kızım olsa bana benzer miydi acaba?” ya da; “torunlarım olsaydı şöyle boy boy.. onlarla oyunlar oynasaydım şöyle alt alta, üst üste güreşseydim fena mı olurdu? “ diye düşündüğü de olmuştu hani…

Doğru zaman ve doğru kişiydi önemli olan. O zaman hiç gelememişti her nedense.

Yaşlanmaya başladığında ve artık yakınlarının yanına gidip kalmalar sıklaşmaya başladığında “evlensem mi artık” düşünceleri girmeye başlamıştı kafasına.

Derin bir nefes çekti içine..

Çok mu geç kaldım acaba diye düşündü.

Hayır hiçbir zaman hiçbir şey için geç kalınmazdı hayatta.

Muavinin mikrofondaki sesi duyulur birden.. sayın yolcularımız…………. Tesislerine gelmiş bulunmaktayız.. otobüsümüz otuz dakika ihtiyaç molası vermiştir.

Ayağa kalktı ve “müsaade eder misiniz” diye söylendi yanında uyuyan yol arkadaşının omzuna dokunarak…

 
Toplam blog
: 319
: 1390
Kayıt tarihi
: 29.10.06
 
 

"Ben; hiç yalnız kalmadım... Kalabalık bi ailede yere atılan yataklarda Yan yana, baş başa, el el..