Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Aralık '10

 
Kategori
Yolculuk
 

Yollardan bakınca Türkiye

Yollardan bakınca Türkiye
 

YOLLAR


Aslında blog yazmaya başlarken niyetim, kafamda olan birkaç konuyu yazdıktan sonra burdan Türkiye’nin nasıl göründüğünü ve tatil izlenimlerimi blog okurlarına aktarmakı. Türkiye’de gündem o kadar hızlı değişiyor ki, başka şeyler yazmak durumunda kaldım. 2011’e birkaç gün kala amacıma uygun bir yazı yazmak istiyorum. 

Burdan bakınca Türkiye’nin gelişmesi müthiş görünüyor. Bende bunun iki dayanağı var: Birincisi tatil ve yol izlenimlerim, ikicisi rakamlar. 

2001 yılından beri her yıl Türkiye’ye tatile gidiyorum. Siyasi çekişmeleri bir yana bırakırsak, icraat bakımından Türkiye’nin gelişmesini gözlemleyebiliyorum. 

2007’den beri arabayla tatile gitmek bende bir alışkanlık halini aldı. Yol boyunca birçok ülkelerden geçiyorum. Bu geçiş sırasında iki şey dikkatimi çekiyor: Yollar ve arabalar. Bu iki obje üzerindeki gözlem, o ülkenin gelişmişliği hakkında size bir fikir verebiliyor. 

Almanya’dan başlayayım. Herkesin bildiği gibi, Almanya’nın her yanı otoyol ağlarıyla donatılmış durumda. Fakat 1960’larda yapılan bu yollar ülkenin trafiğini çekemez duruma gelmiş. Hemen hemen bütün otoyollar iki şeritli. Akşam ve sabah saatlerinde kuyrukta beklemek sıradanlaşmış. Hele hele izin zamanı bir kabusa dönüşüyor. İki yıl önce, Frankfurt yakınlarında bir yerde akşamın saat onunda kilitlenip kaldık ve tam altı saat kuyrukta bekledik. Avusturya ve Macaristan'da pek sorun yok. Sürüp gidiyorsun. İnsanların altındaki arabalar da güzel doğrusu. 

Sırbistan’a vardığınızda yine sorun başlıyor. Otoyollar savaş sebebiyle harabolmuş. Otoyol parası ödüyorsunuz ama, Sezeget-Belgrat arasında yeni yol yapımı ve eski yolların onarımı dolayısıyla doğrudürüst otoyolda süremiyorsunuz. Avusturya-Slovonya-Hırvatistan güzergahını takip ederseniz rüşvetten başka bir soruna rastlamıyorsunuz. Trafikteki yerli araçların birçoğu bizim eski hacımuratlara benziyor. Bizim Türklerin kullandığı arabalar gayet lüks, canavar gibi arabalar. Babalarımızın, camı perdeli, sarma bagajlı, eski püskü münübüslerle karşılaştırınca, Avrupa’daki Türklerin de bir yerlere geldiğini rahatca gözlemleyebiliyorsunuz. Belgrat-Niş arasında yolculuk yaparken biraz dinleniyorsunuz. Yol mükemmel. 

Yolculuğun Niş-Sofya etabı en berbat olan kısım. İki yüz km’lik bu yolu dört saatte ancak alabiliyorsunuz. Niş’ten sonra dar bir geçitten geçmek zorundasınız. Birçok irili ufaklı tünellerden geçerek yaptığınız bu yolculukta çok dikkatli olmanız gerekir. Sol tarafınız dik bir dağ, sğ tarafınız dik bir uçurum. Kaçma şansınız yok. Ama, seyrine doyum olmayan müthiş bir tabiat manzarası... Elli altmış metere derinlikte akan bir dere, karşı yamaçta ormanlar arasından geçen demiryolu, cıvıl cıvıl kuş sesleri...Bu yolun uzunca bir kısmında, saatte 40 km’den fazla hız yapamazsınız. Bu geçit tekin olmadığı için, genellikle gündüz toplu halde geçmeye çalışırız. 

Bulgaristan gümrüğünde rüşvetimizi ödedikten sonra Sofya’ya kadar yeni yapılmış bir yolda gideriz. Yol yeni ama, ancak saatte 50, 60 km hızla gidebilirsin. Sofya çevre yolu berbat. yoldaki çukurları kurtarmak için arabayı adeta dans ettirirsin. Saatte 30-40 km’le ancak ilerlersin. Sofya’yı geride bıraktıktan sonra bir “oh” çekersin. Kapıkule’ye 315 km yol kalmıştır. Ortalama yüz km’lik otoyoldan sonra tekrar iki şeritli yola düşersin. Hele de bir tırın arkasına takılırsan, benin 14 motorlu WW golf gibi bir araban da varsa artık yol bitmek bilmez. Bu yollarda zaten uzun bir süre 50, 60 km ile sürmen mümkün değil. Çünkü bu yol birçok köyden geçer. Çoğu bizim Anadolu köylerine benzer. Ama, bizim Anadolu’nun köy yolları bu uluslararası yollardan çok daha iyidir. Yolboyunca cok az yeni araba görebilirsiniz. Çoğunun altında eski, doğu bloku zamanından kalma arabalardır. 

Harmanlı’ya vardığında Türkiye’nin kokusu gelmeye başlar. İki bin km’den fazla bir yolu arkanda bırakmışındır, yorulmuş, bit’ap düşmüşündür, ama bu koku size yeni bir can verir. Elini uzatsan Edirne’ye dokunacakmışın gibi bir hisse kapılırsın. Zaten yolda gördüğün araçların çoğu ya TR plakalıdır, ya da Avrupa’lı Türklerin araçlarıdır. 

Kapitain Andiriyev’e yaklaşınca yeni ama kısa bir otoyola düşersin. Yirmi km sonra Bulgaristan-Türkiye gümrüğündesin. Eğer şansın varsa, gümrük kalabalık değilse kısa bir sürede Türk tarafına geçersin, eğer kalabalıksa, karşıya olan hasretini Türk gümrüğünde dalgalanan al bayrağa bakarak giderirsin. Saatlerce Bulgar gümrüğünde beklemek zorundaysan duyguların, sinirlerin ve yorgunluğun tavan yaptığı bu anda kendini bir kavganın, didişmenin ortasında da bulabilirsin. “Sabır”’ın önem kazandığı anlardan biridir bu an. 

Türkiye gümrüğüne geçtiğinde, Anadolu’nun bozkırlarında bin km daha yolculuk yapmak zorunda olduğunu bildiğin halde, artık yolculuk bitmiş gibi bir hisse kapılıırsın. İki bin dört yüz km’lik yolun tüm yorgunluğunu unutursun, rahatlarsın. Yolculuk boyunca Türkiye gümrüğü kadar mükemmel bir gümrüğe rastlamak mümkün değildir. Burda, Türkiye’de sana lazım olan her şeyi bulmak mümkündür. Telefon kartlarını değiştirebilirsin, paranı bozdurabilirsin, alışverişini yapabilirsin, köprü ve otoyollar için kartını alabilirsin ve huzur içinde yolculuğuna devam edebilirsin. Hele hele yoculuk boyunca hasret kaldığın Türk yemeklerini tadabilirsin. 

Son üç yıldır önce batı sahillerini dolaşıyor sonra memlekete geçiyorum. Yollar şantiye gibi. Bitmiş olan yollar da doğrusu mükemmel. Otoyolların büyük bir kısmı üç şeritli. Duble yollar Almanya’nın otoyolları gibi. Kayseri’den öbür tarafa son otuz yıldır geçme fırsatım olmadı. Ama, Edirne’den Kayseri’ye kadar ya otoyolda, ya da duble yolda sürüyorsunuz. İstanbul-İzmit dışında cok da bir trafik yoğunluğu yok. 

Budapeşte, Sofya, Belgrat gibi Avrupa’nın önemli şehirleriyle Türkiye’ninkileri karşılaştırdığımızda, Türkiye’deki şehirleşmenin önemli bir yol katettiğini görüyoruz. Hatta Batı Avrupadaki büyük şehirlerin, 60’lı, 70’li yıllarda cevre yolları düzenlemesinin bugünkü trafiği çekmediğini farkediyorsunuz. Son yıllarda, trafikteki araçların, Batı Avrupa’da kullanılan araçlardan farklı olmadığını da görüyorsunuz. Maaşallah canavar gibi araçlar. 

Türkiye’deki bu gelişmeler bizi hem gururlandırıyor, hem de umutlandırıyor. 2011 yılının, herkes ve Türkiye için kavga gürültüden uzak, barış türkülerinin söylendiği bir yıl olmasını diliyorum. Herkesin yeni yılı kutlu olsun. 

 
Toplam blog
: 30
: 733
Kayıt tarihi
: 11.09.10
 
 

1959 Nevşehir/Ürgüp doğumluyum. 1980 Eskişehir Eğitim Enstitüsü mezunuyum. Türkiye'nin çeşitli yerl..