Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Şubat '08

 
Kategori
Danışmanlık
 

Yönetimin yeni paradigmaları

Yönetimin yeni paradigmaları
 

Bir disiplinin gerçekle ilgili temel varsayımları, o disiplinin neye odaklandığını belirler. Varsayımlar, bir disiplinin “gerçekler” olarak neyi kabul ettiğini ve o disiplinin kendisinin bir bütün olarak nelerle ilgili olduğunu saptalar. Ayrıca o disiplinde dikkate alınmayan veya kenara itilmiş “can sıkıcı istisnaları” da ortaya çıkarırlar. Disiplinde üzerinde durulan ve göz ardı edilen noktalara karar verirler.

Fakat bütün bu önemlerine rağmen, varsayımlar çok seyrek analiz edilir ve çok az tartışılırlar. Varsayımlar üzerinde çok az çalışma yapılır ve hatta daha açık hale getirilmeleri bile nadiren olur.

Yönetim gibi bir sosyal disiplin için varsayımlar, doğa bilimlerinin paradigmalarından çok daha önemlidir. Çünkü yönetim gibi bir sosyal disiplin, insanlar ve insanlara ait kurumların davranışlarıyla ilgilenir. Bu nedenle uygulamacılar, disiplinin varsayımları kendilerine ne ifade ederlerse, ona göre davranma eğilimindedirler.

Bu bağlamda, yönetim gibi bir sosyal disiplinde en önemli şey temel varsayımlardır. Belki de ondan da önemlisi, bu temel varsayımdaki değişikliktir.

Yönetimle ilgili çalışmaların başladığı ilk günlerden beri, iki grup varsayım, yönetimin gerçekleri olarak kabul görmüştü.

Yönetim disiplinin temelini oluşturan bir grup varsayım;

    Yönetim işletme yönetimidir.Sadece tek bir doğru organizasyon yapısı vardır veya olmalıdır.İnsanları yönetmenin sadece tek doğru yolu vardır veya olmalıdır.

Diğer varsayımlar grubu ise; yönetimin uygulanmasının temelini oluşturur.

    Teknolojiler, pazarlar ve son kullanıcılar belirlenmiştir. Yönetimin faaliyet alanı hukuki olarak belirlenmiştir.Yönetim içe odaklanmıştır.Ulusal sınırlarla tanımlanan ekonomi, teşebbüsün ve yönetimin ekolojisidir.

1980’lerin ilk yıllarına kadar uygulamalarda bile hayata geçirilebilecek kadar gerçeğe yakın olan bu varsayımaların tümü geçerliliğini yitirmiş durumda. Şimdi, varsayımlar üzerinde iyice düşünme ve yeni varsayımlar oluştuma zamanı.

1. Yönetim, işletme yönetimidir: Yönetimin içindeki ve dışındaki pek çok insan tarafından bu varsayım olduğu gibi kabul edilir. Yönetim teorisinin ilk uygulaması işletmelerde değil, kar amacı gütmeyen kuruluşlarla devlet dairelerinde olmuştur. Fakat “yönetim, işletme yönetimidir” varsayımı hala sürüp gitmektedir. İşletme yönetimi, yönetimin sadece bir alt dalıdır. Yönetim “tüm kuruluşların” en belirgin ve en ayırt edici uzvudur.

2. Sadece tek bir doğru organizasyon vardır veya olmalıdır: Organizasyon birlikte çalışan insanları verimli kılan bir gereçtir. Belirli bir organizasyon yapısı, belirli zamanlarda ve belirli durumlarda belirli görevlere uyar. Yani organizasyonlar, yapılarındaki görevin doğasına bağlı olarak çok büyük farklılıklar gösterir ve bu nedenle sadece tek bir doğru organizastondan söz edilemez. Ancak elbette organizasyonların da bazı kuralları vardır. Bunlardan biri, organizasyonun kesinlikle şeffaf olmasıdır. Çünkü insanlar bünyesinde çalışmak zorunda oldukları kurumun yapısını bilmek ve anlamak zorundadırlar.

Diğeri ise, organizasyonlarda belirli bir alanda son kararı verecek nihai bir otoritenin olması zorunluluğudur. Tabii ki, bu da patrondur. Son günlerde sıkça sözü edilen hiyerarşinin sonu sözü son derece anlamsızdır. Çünkü kriz zamanında biri, mutlaka komutayı ele almalıdır. Otoritenin, sorumlulukla orantılı olması da sağlıklı bir prensiptir.

Sağlıklı bir diğer kural da, kurumlarda her kişinin sadece bir “efendi”sinin olmasıdır. Roma hukunda yer alan bilgece bir deyiş vardır. “Üç efendili köle özgür insandır.”

Oldukça makul ve yapısal bir kuralda, mümkün olduğunca az katmana, yani olabildiğince “düz” bir organizasyona sahip olmaktır. Bunu sağlamanın en doğru yolu da, takımlarla çalışmaktır. Çünkü çalıştıkları ve ait oldukları yerde en etkili organizasyonlar takımlardır.

Araştırma ve çalışma yapılması özellikle gereken bir alan da, üst yönetimin organizasyonundur. Bununla ilgili çeşitli örneklerden biri de, işlevsel birer uzman olan ve sadece kendi alanında özerkliği bulunan, eşit ortakların bir araya geldiği; daha sonra bütün grubun kendilerine “patron ya da “lider” olmayan bir “sözcü” seçtiği takım.

Biyolojik varlıkların çok sayıda farklı yapılarının olması gibi, sosyal organizmanın da – bu da modern kurumdur- çok sayoda farklı organizasyon şekli vardır. Bu bağlamda, yönetimin araştırması, geliştirmesi ve denemeyi öğrenmesi gereken şey: Göreve uygun organizasyon’dur.

3. İnsanları yönetmenin sadece tek doğru yolu vardır veya olmalıdır : İnsan yönetimiyle ilgili neredeyse her kitabın veya her belgenin altında bu varsayım yatar. Abraham H. Maslow, <ı>Maslow on Management (Yönetimde Maslow), adlı eseriyle, farklı insanların farklı yönetilmeleri gerektiğini ortaya koydu.

Günümüzde kurumlar ve çalışanlar ve görevler artık eskisi gibi değil. Çalışanların önemli bir bölümü kendi işinde uzmanlaşmış durumda. Artık onları ast olarak tanımlamak çok mümkün görünmüyor.

Sonuç olarak, çalışan nüfusun içindeki farklı gruplar farklı şekilde yönetilmelidir. Çalışan nüfüsün içindeki, aynı grup da farklı zamanlarda farklı yönetilmelidir. “Çalışanlar” da “ortaklar” gibi yönetilmelidir- ve ortaklığın tanımı da, bütün ortakların eşit olduğu, ortakların birbirine emir veremeyeceği, ancak birbirini ikna edebileceği şeklindedir.

Belki hep birlikte görev tanımını yeniden yapmak gerekecek ve bu tanım insanların işlerini yönetmek olmayacak. Teori ve uygulamadaki başlangıç noktası “performans için yönetim” olmalıdır. Bu kurumlardaki insanlar ve görevleri ile ilgili çok farklı varsayımlar gerektirecek: Kimse insanları yönetemez.Görev, insanlara liderlik yapmaktır. Ve hedef, her bireyin kendine özgü ve belirli gücünü ve bilgisini verimli kılmaktır.

4. Teknolojiker ve son kullanıcılar sabittir ve belirlenmiştir: Teknoloji ve son kullanıcıyla ilgili bu varsayımlar büyük ölçüde modern işletme ve modern ekonominin temelini birlikte oluşturur. 19. ve 20. yüzyılın ilk yarısında, kendi endüstrisinin dışında kullanılan teknolojilerin o endüstri üzerinde etkisinin yok denecek kadar az olduğununa inanılıyordu. Günümüzde görünen ise, bir kurum ya da endüstriyi en çok etkilyen teknolojilerin kendi alanı dışındaki teknolojiler olduğudur.

19. ve 20. yüzyılın başlarında kabul gören diğer varsayım da, son kullanıcıların sabit ve belirli olduğudur. Fakat II. Dünya Savaşı’dan itibaren son kullanımlar belli bir ürüne veya hizmete bağlı kalmamaya başladı. Günümüzde tek bir maddeye bağımlı olmaktan kaçınılıyor ve aynı ihtiyaç çok değişik yollarla giderilebiliyor.

Dolayısıyla yönetim, “hiç bir endüstriye ait tek teknoloji yoktur, aksine bütün teknolojiler herhangi bir endüstri için çok öneli olabilir ve o sanayiyi büyük ölçüde etkilyebilir” varsayımına dayanarak işe başlamalıdır. Yönetim, yine aynı şekilde, “herhangi bir ürün ya da hizmet için tek son kullanım olmadığını, hiç bir son kullanımın da, herhangi bir ürün veya hizmete bağlanamayacağı” varsayımını kabul etmek durumundadır.

Bunun sonuçlarından biri; giderek artan bir şekilde bir teşebbüsün, <ı>müşteri olmayanlarının da, <ı>müşteriler kadar önemli hale gelmesidir.

Diğer bir kritik sonuç da; yönetim için başlangıç noktasının kendi ürün ve hizmetleri, hatta kendi ürün ve hizmetlerinin bilinen son kullanımının ve biline pazarının da olmadığıdır. Başlangıç noktası, müşterilerin değer olarak gördükleri şey olmalıdır.

Sonuç olarak, yönetim giderek şu varsayıma dayanmaya başlayacak; Yönetim politikasının temelleri ne teknoloji ne de son kullanımdır. Temeller sınırlamalardır. Temeller, müşterilerin değerleri ve müşterilerin harcanabilir gelirlerini, nelere sarfedeceklerine dair verdiği kararlardır. Yönetim politikası yavaş yavaş işe bu düşüncelerle başlamaya mecbur olacaktır.

5. Yönetimin faaliyet alanı hukuki olarak tanımlanmıştır : Yönetim, gerek teoride gerek uygulamada hukuki varlıkla, bireysel teşebbüsle ilgilenir. Bu nedenle yönetimim faaliyet alanı hukuki olarak tanımlanmıştır. Bu zamanımıza kadar kabul görmüş hemen hemen evrensel bir varsayımdır.

Ancak günümüzde artan biz hızla ekonomik zincirin, gerçek ortakları bir araya getirdiği görülmektedir bu da, gerçekten bağımsız ve güç olarak eşit olan kurumların oluşması demektir. Burada artık gerekli olan şey, yönetimin tüm süreçleri kapsadığı gerçeğinden hareketle yönetimin faaliyet alanının yeniden tanımlanmasını gerektirmektedir.

Hem disiplin olarak hem de uygulamada, yönetimin dayanak olarak aldığı yeni varsayım; giderek yönetimin faaliyet alanının hukuki olmadığı temeline oturacaktır.

Yönetim daha faal olmak zorundadır ve bütün süreci içine almalıdır. Tüm ekonmik zincir esnasında, kendini sonuçlara ve performansa odaklamalıdır.

6. Yönetimin faaliyet alanı politik olarak tanımlanmıştır : Genel olarak yönetim disiplininde – ve büyük ölçüde uygulama alanında da- hala, ulusal sınırlarla tanımlanan ülke ekonımisinin, teşebbüsün, yönetimin ve hem de işletmelerin, hem de ticari olmayan kurumların ekolojisi olduğu varsayılmaktadır.

Bu varsayım geleneksel “çok uluslu” kavramını vurgulamaktadır. Ancak günümüzde pek çok kurum dünyanın değişik ülkelerinde farklı nitelikteki ürünlerde uzmanlaşmış, amcak tek merkezeden yönetilen kurumlardan oluşmaktadır. Bunlar dünya çapında bir sistemle çalışmaktadır. Bu sistemde, her görev –araştırma, tasarım, mühendislik, geliştirme, test etme ve giderek de üretim ve pazarlama- tek, tek “uluslarüstü” olarak düzenlenmiştir. Bu durumda yönetim ile ulusal sınırlar artık uyumlu değildir ve yönetimin faaliyet alanı politik olarak tanımlanamaz. Yeni varsayımın şöyle olması gerekmektedir. Ulusal sınırlar öncelikle kısıtlamalar nedeniyle önemlidir. Yönetim uygulamaları – bu yalnızca işletmeler için geçerli değildir- politik değil, daha çok işlevsel olarak tanımlanacaktır.

7. Yönetimin ilgi alanı işletmelerin içidir: Bütün geleneksel varsayımlar bizi tek sonuca götürür, yönetimin ilgi alanı işletmenin içidir. Gerçekte bugün her türlü kuruluş düstur olarak değişim için tasarlanmalı ve değişime karşı olmaktansa değişimi yaratmalıdır.

Yönetim, işletmenin elde edeceği sonuçlara ve performansa odaklanmalıdır. Bu durumda yönetimin en belirgin işlevi, işletmenin kaynaklarını, işletmenin dışında elde edilecek sonuçlara göre organize etmesidir. Bu hem disiplin olark hem de uygulamada, yönetimin yeni paradigmasına dayanak alacağı esaslar şöyle olacaktır.

Yönetim kuruluşun elde edeceği sonuçlar için vardır. Yönetim bu sonuçları göz önüne alarak, işe başlamalı ve kurumun kaynaklarını bu sonuçlara erişecek şekilde organize etmelidir. Yönetim, kurumu kendi dışındaki sonuçları üretebilecek beceriye ulaştırabilen bir organdır.

Sonuç olarak; modern toplumun, ekonominin ve topluluğun merkezi, ne teknoloji, ne bilgi ne de varimliliktir. Bu, sonuç üretmek amacıyla var olan ve toplumun bir organı olan yönetilen kurumdur. Yönetim, kurumları sonuca götürebilecek olanağı sunan çok özel bir elet, çok özel bir işlev ve çok özel bir aygıttır. Bu da elbette nihai bir yönetim paradigmasını gerekli kılmaktadır.

Kurumun performansını ve sonuçlarını, kurum içinde ve dışında, kurumun kontrölünde veya kontrolü dışında etkileyen herşey, yönetimin ilgisi ve sorumluluğu dahilindedir.

KAYNAK:

Peter F. Drucker : “21. Yüzyıl İçin Yönetim Tartışmaları” 1999, ss. 7-49

 
Toplam blog
: 3
: 2930
Kayıt tarihi
: 13.02.08
 
 

Marmara Üniversitesi'nde, lisans ve yüksek lisansımı tamamladım. Halen Yıldız Teknik Üniversitesi, E..