Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mart '08

 
Kategori
Güncel
 

Yormaktan yorulan hukuk II

Yormaktan yorulan hukuk II
 

Zümre


...dünden devam.

Eğer laiklik, uygar veya değil, bir yaşam biçimi ise; bu da hukuksal ve rejimsel bir zorunluluk ise benim, "farklı bir yaşam tarzı seçme" özgürlüğüm ne olacaktır? Böyle bir sistemin içinde, farklı düşünceler nasıl var olacaktır?

Buradan ve daha birçok ünlü hukukçunun ifadelerinden anladığıma göre, farklı fikir sahiplerinin demokratik özgürlüğü hem var, hem de yok gibidir. Çünkü inanç ve fikir özgürlüğünün sınırlarını, yasalara rağmen savcıların takdiri belirlemektedir. Onlar bazan bir şiiri, bazan da bir yazıyı veya konuşmayı dava konusu yapabilmektedir. İşin garibi, mahkemeler de bu taleplere uygun kararlar verebilmektedir.

On yıl önce sarfedilen bir kaç cümle, üzerinden bunca zaman geçtikten sonra, suç delili olarak mahkemeye sunulabilmektedir. Burada sarfedilen sözlerin suç sayılıp sayılmaması, "olayı takip eden savcının haleti ruhiyesine ve zanlının fikri yapısının, rejimle uyuşup uyuşmamasına bağlıdır, " demek yanlış olmayacaktır. Çünkü bazı insanların söylediği hiç bir söz, ister irticai, ister yıkıcı bölücü olsun, suç sayılmamaktadır.

Aslında bu kadar katı, sınırlı/ sorumlu hukuk yorumuna rağmen, dini hayatın yaşanabilmesi bir mucizedir. Zira prensip olarak, inançların vicdanlardaki yerinde kalması gerekirken, dışarı çıkıp görünür ve yaşanır hale gelmesine göz yumulmaktadır. Esasen bu kadarcık müsamaha için bile şükretmemiz lazımdır!

Aksi takdirde insanlarımızın, "müslümanlık, hristiyanlık veya musevilik" gibi dinsel tercihlerinden vazgeçmeleri gerekiyor. Savcı beyin iddianameye koyduğu bir cümlede hem özgürlükten, hem de laikliğin, "uygar yaşam biçimi" olduğundan bahsetmesi, "laik (din dışı) olmayan" yaşam biçimlerini dışta bırakması demektir. Yani bu, dindarların uygar olamayacağını, laik yönetimle dindarlığın uyuşamayacağını söylemenin dolambaçlı yoludur ve doğru değildir.

Şimdi gene birileri bana, laiklik karşıtı falan demeye kalkacaklardır. Umarım buna cesaret edeceklerin, bana laikliği öğretecek kadar bilgileri vardır. Çünkü laikliğin ne demek olduğunu az çok biliyorum. Ben, laik cumhuriyet idaresi taraftarıyım. Laik (yani din dışı) yaşam biçimi taraftarı değilim. Anlaşıldı mı?

Acaba uygarlık, inançları bir tarafa atmak demek midir? Kafayı tümüyle boşaltmak demek midir? Din dışı olmak demek midir? Yaşam biçimimiz laikleşmeyince, niçin uygar olamıyacağımızın bir cevabı var mıdır?

Tabi bu, ondan ne anladığımıza bağlıdır. Kimine göre uygarlık, tüm ahlaki ve etik değerlerden soyutlanarak "utanmazlaşmak, azgınlaşmak" tır. Adap, edep, inanç, gelenek ve beden açısından her çeşit örtünmeyi yasaklamak, bunun aksi olan her çeşit açınmayı ise serbest kılmak demektir.

Kimine göre de çağdaşlık; insanlaşmak, medenileşmek, hayatı yararlı ürünlerle kolaylaştırmak demektir. Ben böyle düşünenlerdenim. Kısacası uygarlık, onu bizim yorumladığımız gibidir.

Sn. Abdurrahman Yalçınkaya'nın iddianamesinin bir başka yerinde;

"Siyasal islamın temel düsturu islam şeriatıdır. ... (Şeriat) kuralları, Tanrı buyruğu olarak kabul edi(ldiğinden), değiştirilmesi bir yana tartışılması bile yasaklanan kurallar bütünüdür." Bu nedenle siyasal islam ve onun anayasası niteliğindeki şeriat demokratik değil, totaliterdir." demektedir. Fakat aynı iddianamede şunu da söylemektedir:

"Laiklik ilkesi, Anayasa’nın 4. maddesine göre “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” vasfa sahip 2. maddede Cumhuriyetin nitelikleri arasında da sayılmıştır." Hadi bakalım, nasıl çıkacaksanız çıkın, bu işin içinden.

Şeriat kuralları değişmez olunca kötü, Anayasa kuralları değişmez ve değiştirilemez olunca iyidir. Burada, doğmatik şeriatla, demokratik Anayasa arasında bir fark bulmanızı ve bize, "doğmalardan kurtulma masalları" anlatan büyüklerimizi selamlamanızı istiyorum. Selam size ey büyüklerim! Siz de söyleyin.

Son olarak iddianameden, aşağıdaki paragrafı sunup yazımı bitiriyorum:

"Anayasanın 6. maddesinde yer alan, 'Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz...' hükümleriyle ... laikliğe vurgu yapılmaktadır."

Birincisi, 6. maddenin ana konusu millet egemenliğidir ve içinde laiklik vurgusu yoktur. İkincisi, burada egemenlik hakkını kullanarak meclisi oluşturan milletle, bedavaya iktidara gelme mücadelesi veren zümre veya sınıf, birbirine karıştırılmış gibi görünmektedir. Aksi takdirde sn. Başsavcı'nın, Anayasa'nın 6. maddesini davasına dayanak yapmaması gerekirdi.

Herkes te biliyor ki, "kayıtsız şartsız milletin" olan "egemenlik hakkı, " seçimlere katılıp, oy vermek suretiyle kullanılıyor. Bu yolla millet, kapatma davasına konu partiyi 340 milletvekiliyle meclise taşımıştır. O zaman bu dava kime karşı açılmıştır da, "bila kaydüş-şart egemenliğin millete ait" olduğundan bahsedilmektedir.

Dışı, hukuk sosuyla kaplansa da içi, "sınıf, sınıf" diye bas bas bağıran bu dava, milletin egemenliğine vurulmak istenen bir zincirdir. İki vatandaştan birinin egemence oy verdiği bir partinin, "zümre veya sınıf" niyetine namazının kılınıp, defnedilmek istenmesinin hukuki yoludur. Ne güzel değil mi?

Demek ki bir parti % 47 oy alınca, "zümre veya sınıf" haline geliyor. Askeri ve hukuki darbeler yoluyla iktidar olmak isteyen, bunun için her taktiğe başvuran zümre ise, "milli irade" sayılıyor. Bizim de bu dümenleri yememez gerekiyor. Ayıptır ayıp!


Kusura kalmayın. Yazının ciddiyetiyle bağdaşmıyor ama söylemem lazım; Hadi lili, lili, lili, lili yaar. Hade, hade, hade, hadeeeeeeee... Bitti.

....................................

Not: Aşağıdaki tırnak içindeki metin, Siyasi Partiler Kanunu'nun 103. maddesinin "odak" olmayı tarif eden ek fıkrasıdır.

"(Ek fıkra: 4748 - 26.3.2002 / m.4 c) Bir siyasi parti, bu nitelikteki fiiller o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği ve bu durum o partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır."

Evet, bu fıkrayı yazanların aklına şaşayım. Kurul de, grup, de, organ de, üyeler de... Veya'lar arasına birden fazla kişi sıkıştırmışken, "genel başkanı" tek başına bırak! Bence, önce bu Ek Fıkra'yı yazanların partisi kapatılmalıdır ki, biraz akıllansınlar... Demek ki, fıkrayı yazanların partilerine ve genel başkanlarına garezleri varmış.

Resim: img.mynet.com/ha2/dansoz_zumre.jpg

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..