Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Şubat '08

 
Kategori
Blog
 

Yorumlarım

Yorumlarım
 

Blog yazılarına yorum yazmayı çok sevsem de, ne yazık ki yazılara istediğim kadar katkı sağlayamıyorum,

Öyle çok aşırı yazı da okuyamıyorum zaten. Ortalama günümde 10 yazıyı ancak bulur okuduklarım.

İtiraf ediyorum okuduklarımın %80-90’ı da güncel tartışmalara değinen ve siyasal içerikli yazılardır.

Oysa ana sayfadan o kadar çok yazı akıyor ki,

Mesela yayınlanma hakkı tanındığından beridir hiçbir şiiri açıp okumadım,

İtiraf No:2; şiirle hiçbir zaman aram iyi olmadı

Sayısı henüz ikili hanelere ulaşmayacak miktarda öykü okumuş olabilirim.

“Gündelik Yaşam” kategorili yazıların başlık ve fotoğrafları ile ilk paragraflarına göz atar, ilgi duyarsam açarım.
Mesleki bilgiler ile ansiklopedik bilgileri içeren yazıları es geçiyorum. (İyi bir şey olduğu için söylemiyorum elbette)

Erotik içerikli yazıların fotoğraflarına bakarım ama açmam.

Eh, insan okuduğu yazıya yorum yazabileceğine göre, yorum yaptığım yazılarda okuduğum yazı türlerine olabiliyor ancak,

Yorum yazmayı sevdiğimi söylesem de, kendimi iyi bir yorumcu olarak tanımlayamam. Bunun birkaç nedeni var;

Bu nedenlerden ilki, çok uzun yorum yazıyor olmam. Çünkü yorumlarımın çoğunu bir tartışma konusu üzerine kaleme alıyorum ve ben de yorumumla bir taraf oluyorum. İki satırla “sen yanlış biliyorsun, ben doğru biliyorum” diyemeyeceğime göre, döşeniyorum 1000 basımlık destanı. Eh karşımdaki vatandaşta, benim altımda kalacak değil ya, elbette o da içindeki kurtların tamamını döküyor.

Anlatmak istediklerimizi 1000 basıma sıkıştırma zorunluluğu, metinlerin, anlamayı zorlaştıran, nereye çeksen oraya giden ifadelerle dolu olmasına neden oluyor ve ortaya tam bir kör sağır diyalogu çıkıyor. Yorumların, hızlı yazınca ifadeler daha sert oluyormuşçasına kısa bir zaman dilimine sığdırılması ve hemen okeylenmesi sonucunda oluşan yazım hatalarının anlamayı zorlaştıran etkisini saymıyorum bile.

Burada, insanın beyninden geçenle, kağıda yansıyan arasındaki farkın bazen inanılmaz uçurumlar oluşturması da son derece önemli. Bu durum başıma oldukça fazla geldi. Yazdığım bazı yorumları iki üç ay sonra okuyunca, benim anlatmak istediğimle, karşımdakinin anladığı arasında ciddi bir fark olabileceğini fark ettim. Bunda yorum yazdığım anda zihnimde yer alan tüm fikirsel altyapının, yazdığım 1000 basımlık yorum ile birlikte transfer olduğunu düşünmem neden oluyor büyük olasılıkla. Oysa gerçek yaşamda böyle olmuyor ve yazdığınız 1000 basımlık yorum oldukça çıplak, anlamsız hatta bazen ters anlamlara gelebilecek ifadelerle dolu bir şekilde karşıya ulaşıyor.

İkincisi ise, sivri dil geleneği. Zannedersem şu ana kadar bir kez haricinde yayınlanmayan yorumum olmadı. Yorumlarımda hakaret barındıran ifadelere yer vermemeye gayret de etsem, ortalıkta –eğer karşıt bir fikre sahipsem- sivri dilin olmadığını söyleyemeyeceğim.

Bunda elbette kendi “gerçek”ime duyduğum güven var. Ancak bu durum elbette bana has bir durum değil, her kişi kendi gerçeğine fazlası ile güvenir. Oysa bizler –elbette bende dâhil- karşımızdaki kişiyi aydınlattığımız anda fikrini değiştireceğine inanıyor, dili sivrilttikçe karşıdaki insanın zihnini tıkayan tıkacı daha kolay açacağımızı düşünüyoruz. Karşımızdaki insanda tıkacına sahip çıkmakta direttikçe, bizde darbeli matkabımızın şiddet düzeyini arttırıyor ve tartışma standartlarının dışına çıkıyoruz.

Bu sebeple, yaptığım bu tip yorumların üzerine genellikle tedirgin olurum. –Gerçi bu tedirginlikten şu ana kadar ders almış değilim- Fikir tartışmasının ötesine çıkıp çıkmadığımı sorgularım. Çok zorunlu olmadıkça da ikinci yorum yapmamaya gayret ederim. Son tahlilde başka bir yazarın sayfasını işgal etmiş ve yazısı ile varmak istediği noktanın dışına çıkmış oluyorsunuz.

Zaten tartışma sürecini yorum yaparak belirleme şansına da sahip değilsinizdir. Son hamle hakkı yazı sahibindedir ve tartışmada noktayı her zaman o koyacaktır. Bu nedenle olsa gerek gönderdiğim sivri dilli yorumdan çekinir ama bana gelen sivri dilli yorumdan ürkmem. Nasıl olsa noktayı ben koyacağım.

Bu arada bu fikri saldırı amaçlı kullanılan sivri dilli yorumları biraz da, savunma güvenliğini bırakarak hücuma geçen futbol takımına benzetirim. Bir kere sivri dili saldırı amaçlı kullanmak dengede olma niteliğini kaybetmek anlamına gelir. Oysaki her fikrin bir açık noktası ya da en azından yumuşak karnı vardır. Siz kontrolsüz bir şekilde hücuma çıktığınız da, kendi fikrinizin açıkları fazlası ile su yüzüne çıkar. Eğer sivri dille yorum yaptığınızı kişi kendisini merkeze yerleştirme becerisini gösterir ve daha geniş davranma kalıbına sahip olabilirse, kısa sürede kalenizde 4-5 gol görme olasılığınız var demektir.

Yok eğer rakibinizde “fırsattan istifade arada bende tüm gücümle saldırayım” derse, maç belki bol gollü olur ama zevkli ve içerikli bir seyirlik olmaktan çıkar.

Bu gerçek üzerine midir yoksa ev sahipliği yapmanın sorumluluk yüklemesinden mi bilmem gelen dişli yorumlar bende pek sinir yaratmaz. Aksine elimde tuttuğum son sözü söyleme hakkının hazzını fazlası ile çıkarmak isterim.

Bugünlerde blog ortamında yorumlardan kaynaklı bir sıkıntının olduğunu tahmin ediyorum. Eh, ülkede tartışma ortamının yükseldiği bir zaman diliminde bunun blog ortamına yansımaması düşünülemezdi bence. Bu tartışma ortamı sinirleri bir nebze de olsa gerse bile, ben Türkiye ortalamasının üzerinde bir tartışma kalitesinin olduğuna, daha da fazla olabileceğine inanıyorum.

Umarım kendi yorumlarımın da düzeyini geliştirerek, artacak kaliteye bir katkı sunabilirim.
 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..