Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Nisan '11

 
Kategori
Siyaset
 

YSK Başkanı kriz yok diyor. Peki bu 4 günlük vahşetin sorumlusu kim?

YSK Başkanı kriz yok diyor. Peki bu 4 günlük vahşetin sorumlusu kim?
 

Meşhur hikâyedir, zengin bir çiftlik sahibi kâhyasıyla uçsuz bucaksız topraklarını geziyormuş. At sırtında devam eden gezinti sırasında, “şurası da benim, burası da benim, şu meyvelik de benim bu bağ da benim, bu tarla da benim” diye anlatırken, sanki kâhyanın gönlünden hiç değilse küçük bir bahçeye sahip olma arzusu geçtiğini düşünmüş…

Atlardan biri duraklayıp tersini yaptığı sırada, birdenbire bire aklına bir fikir gelmiş. Aslında fikirden daha çok bir oyun, belki biraz eğlence, belki, gurur, kibir, artık adına ne derseniz…

“Sana bir teklifim var” demiş… “Şu atın gübrelerini yersen bu bahçeyi sana veririm”… Hayatı boyunca sahip olamayacağı bir bahçeyi 3-5 dakikada biraz pislik yiyerek elde edebileceği bir teklifle karşılaşan kâhya, düşünmüş ve kabul etmeye karar vermiş.

İnsan denen mahlûk aklına koydu mu ne kadar pis iş olursa olsun yapar. Adam da kafasına koymuş artık ve istenileni yapmış.

Çiftlik sahibi bu teklifi yaparken belki de onun yapamayacağını düşünmüş ama, eylem gerçekleşince tabii sözünden de dönememiş ve bahçeyi vermiş.

Atlara binip geri dönerlerken Ağa pek mahzunmuş. Ağzını bıçak açmıyormuş. Pişman olmuş yaptığı teklife.. Kâhya durumu anlamış ama ne yapsın…

Derken atlardan biri durup yine tersini yapmış. Bu fırsatı hemen değerlendiren kâhya, “Ağa” demiş, “sen galiba pişman oldun, gel sen de şu atın yaptıklarını ye, ben sana bahçeni geri vereyim.”

Ağa hiç ummadığı bu teklifi hemen kabul etmiş, o da aklına koyduğu gibi dediğini yapmış ve bahçesini geri almış.

Atlara binip tekrar yola çıkmışlar…Ağa kendi kendi kendine mırıldanmış. “Yahu bu bahçe zaten benimdi, şimdi yine benim. Peki biz bu mokları boşu boşuna niye yedik?”

*****

Öncelikle içinde kullanmayı hiç sevmediğim kelimeler geçen bu hikâyeden dolayı özür dilerim. Ancak durumu bundan iyi anlatabilecek başka bir öykü bulamadım.

Yüksek Seçim Kurulumuz, ülkemiz için, toplumumuz için, geleceğimiz için cumartesi demedi pazar demedi sağolsun, çalıştı çabaladı, 17 Nisan 2011 tarih ve 400 sayılı kararıyla 12 bağımsız milletvekili adayının adaylıklarını iptal etti.

Dört gün sonra da bugün (21.4.2011) yaptığı bir açıklamayla 7 kişinin milletvekili adayı olmaya engel durumlarının bulunmadığını bidirdi.

Biliyorsunuz BDP, kendine ve temsil ettiğini iddia ettiği Kürtler’e güvenemediği için parti olarak seçimlere girmeme kararı almış ve bağımsız adaylarla parlamentoya girmeyi planlamıştı.

Parti mensuplarının dışında, “Kürt olmadığı” iddia edilen solcu, devrimci, sosyalist tayfadan birkaç kişiyi de kendi organizasyonuyla aday gösterdi.

Güya bu şekilde “Kürt olmayanlar da bizim partimizle işbirliği yapıyor” demeye getirdi. Tabii yersen…

Peki YSK’nın olumsuz kararı duyulunca oldu?

Ak Parti “Kürtlere karşı komplo kurmuş oldu.”, Ortalık karıştı. BDP’liler ülkenin her yerinde karışıklık çıkardılar. Masum insanlara saldırdılar, dükkanları yaktılar yıktılar, kamuya ait mallara, resmi dairelere, otobüslere, polis araçlarına, itfaiye arabalarına zarar verdiler. Bu kararı Kürtler’e karşı bir tavır olarak algıladılar, algılattılar…

Öte yandan YSK hiç hükümetin emriyle iş yapar mı? Daha geçenlerde yurt dışındaki vatandaşlarımıza başbakan oy kullanacakları müjdesi verdiğinde, hayır olmaz diyerek, başbakanın prestijini yerle bir eden YSK değil mi?

BDP’liler YSK’ya kızıp ülkeye zarar verdiler, kendilerine hizmet getiren kurumları yaktılar, yıktılar, harap ettiler, talan ettiler. Olaylar çıktı, kavgalar oldu, taşlar atıldı, polisle çatışıldı, kimileri gözaltına alındı, kimileri yaralandı, hatta bir kişi de hayatını kaybetti.

*****

Peki, ne oldu şimdi?

Madem sonuçta belgeler temin edilince her şey düzelecekti, niye bu kadar olay yaşandı?

Niye ülke çapında insanlara, arabalara, dükkânlara milyonlarca liralık maddî zarar verildi?

Çiftlik sahibiyle kâhyasının yedikleri sadece ikisini ilgilendiriyordu. Ama burada 70 milyonluk bir ülkenin 7’den 70’e her ferdi bu olaylardan etkilendi.

Ya manevi zararı?

İnsanların umutları, heyecanları, yarınlara bakışları, gelecekten beklentileri… Bunlarla oynamaya kimin ne hakkı var?

Yıkılan hayaller, kırılan kalpler, yenilenen düşmanlıklar, ekilen nifak tohumları, gerilen sinirler, bozulan âsaplar, psikolojiler… Hangi para birimiyle ifade edilir, hesap etmek mümkün mü?

Farzedelim ki hesaplandı?

Bu zararı kim, nasıl tazmin edecek?

Bu kadar olaydan sonra ortada “suçlu” olarak hiç kimse yargılanmayacak mı? Her şey yapanın yanına kâr mı kalacak?

O zaman zannedilecek ki, bu haklar çıkan olayların etkisiyle geri verildi.

Bundan sonra her fırsatta olay çıkarmak, kazan kaldırmak, yakmak, yıkmak başvurulan ilk ve tek çare olacak.

Acaba yapılmak istenen bu muydu?

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..