Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Kasım '12

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Yuh olsun bize !

Çocukluğumda, bir un değirmeni vardı; köyümüzde.

Hangi güçle, hangi enerjiyle mi çalışırdı; bu değirmen?..

O zamanlar, henüz e’sini bile bilemediğimiz elektrikle değil her halde!

Kömür, mazot, benzin gibi yakıtlarla da değil…

“Atom gücüyle çalışıyordu” dememi beklemiyorsunuz; tabiî.

Su gücüyle çalışıyordu; su gücüyle!..

Yel değirmenleri yoktu bizim oralarda ama seyrek de olsa, su değirmenleri vardı.

Yaz aylarında kururdu da, kışın ve ilkbaharda köyün ortasından bir dere akıp geçerdi. İşte o derenin bir miktar suyunu, ağaç ve tenekelerden yapılmış bir oluğa doldurup indirmişler; beş-on metre yüksekten aşağıya.

Yüksekten hızla inen su, değirmen taşının bağlı olduğu bir çarkı döndürüyordu. Çark döndükçe de değirmen taşı dönüyordu.

Buğdayı (arpa, yulaf vb. tahılları) un haline getiren düzenek şöyleydi:

Altta yuvarlak, sabit bir taş… Üstünde, ortası avuç içi büyüklüğünde delik, dönen bir ikinci taş…

Tahıl, dönen taşın deliğine akıyor üstten. Üstteki taş döndükçe, iki taş arasında ezilen tahıl, alttaki sandığa un olarak akıyor.

Gençler bilmeseler de görmeseler de suyla çalışan bir değirmeni, belli bir yaşın üstündekiler bilirler mutlaka.

Köyümüzde, kol gücü kullanılmadan çalışan, insan zekâsının ürünü tek buluştu (icat, keşif) bu.

O zamanlar nedense hiçbir büyüğüm, dikkatimi çekmedi benim bu “buluş” üzerine. Kim bilir, belki onlar da düşünmemişlerdi hiç, bu konu üzerinde.

Öyle ya, gözlerini açmışlar, var böyle bir değirmen… Kış boyu, öğütüp duruyor, tahılları.

Düşünmeye ne gerek!..  

Yazın, harmanlar kalkınca, tükenirdi unumuz. Köydeki dere çoktan kuruduğu için, değirmen kapalı olurdu.

O aylarda, eşeğimize yüklerdi iki çuval buğdayı babam, yaya iki buçuk saat uzaklıktaki Manavgat Irmağı kıyısındaki değirmene götürürdü.

Irmağın suyu azalsa da yazın, kurumazdı hiç. Dolayısıyla yaz ve kış on iki ay çalışırmış o değirmen.

Ben, köyümüzdeki değirmene birçok kez gittim ama “Irmak Değirmeni” ne gitmedim hiç

Diyorum ki hani, keşke aynı köyden ilkokul öğretmenlerim İhsan Özel ve Ali Uyar,Haydi çocuklar, bugün değirmene gidiyoruz hep birlikte” deselerdi de değirmenin su gücüyle nasıl çalıştığını gösterseler, değirmenci Yağır Hakkı’ya anlattırarak öğretselerdi bize.

Okula döndükten sonra da bu konu üzerinde düşündürseler, tartıştırsalardı bizi. Dahası, “Su gücünden yararlanılarak başka neler yapılabilir?” diye bir ödev verselerdi.

İlkokul öğretmenlerim böyle yapmadılar diye, suçlamıyorum onları. Bırakın ilkokulu, öğretmen okulundaki “Tabiat Bilgisi” ve “Fizik Öğretmenleri”min de aklına gelmedi; böyle bir çalışma yapmak ve yaptırmak… (Size bir sır vereyim mi? Yirmi yıllık öğretmenlik hayatımda ben de yapmadım; ben de yaptırmadım!)

Yeri gelmişken, taşı gediğine koyayım:

Nerde, hangi okulda, ne öğretmeni olursanız olun; her yıl, hiç değilse birkaç kez, öğrencilerinizi sınıftan dışarı çıkarmıyorsanız, hayatın içine sokmuyorsanız, günün sorunları üzerinde düşündürüp tartıştırmıyorsanız, “iyi bir öğretmen” değilsiniz!

Yetiştirdiğiniz öğrencilerin hepsi, “Yatılı Okul Sınavlarını” kazansa da, OKS’de, LYS’de başarılı olsalar da, yargımı değiştiremezsiniz.

Müffetişlerin verdiği rapor üzerine, değil Vali’den,  Millî Eğitim Bakanı’ndan; dahası Cumhurbaşkanı’ndan takdirname alsanız ne yazar!

Hep birlikte görüyoruz işte, sınavları birincilikle kazananların, sınıfları iftiharla geçip okulları birincilikle bitirenlerin durumunu.

Hangisi, hangi başarıyı kazanmış bugüne kadar?

Neyse efendim, konuyu dağıtmayayım; yeter bu kadar! Gelelim başka bir gerçeğe:

Bundan yirmi yıl kadar önce, Silivri’de  altı dönümlük bir tarla alıp da bir köy evi yaptırınca ortasına, çatıya bir “güneş enerjisi” yaptırmıştım. 20 yıldır, bedavadan sıcak su üretip durdu; bu basit düzenek. Evet, yirmi yıldır, sıcak su elde etmek için ne elektrik kullandık biz, ne mazot, ne aygaz…

Ne zaman banyoya girmişsek, sıcak suyumuz hazır…

Büyük bir enerji deposu bu güneş ama ne yazık ki, yeterince yararlanmıyoruz biz ondan.

Ya kömür, ya petrol gibi yakıtlarla enerji üretmeye çalışıyoruz; ya odun, ya doğal gazla…

Doğalgaz hariç, öteki yakıtlar havayı da kirletiyor. Oysa, yaşamak için herşeyden önce temiz havaya ihtiyacımız var…

Ayrıca, kömür ve odun hariç öteki yakıtların hepsini dışarıdan almak zorundayız. Bu ise dışarıya avuç dolusu para ödemek demek…

Yani, yaşamak için muhtaç olduğumuz havayı, alın teri ile kazandığımız paramızı yabancılara vererek kendi elimizle kirletiyoruz; demektir bu.

“Öyleyse, sen bize nükleer enerjiyi tavsiye edeceksin…” diye  bir fikir geçtiyse aklınızdan, “aman, aman, aman!..” derim ben size.

Hiroşima, Nagazaki, Çernobilgibi örnekler dururken önümüzde, böyle bir hıyanetlik yapar mıyım ben!

Güneş enerjisiyle çalışan taşıtlarla dünya turuna çıkarken insanlar, kıt’alar arasını yelkenleriyle kat ederlerken, ilk insanlar yel değirmelerini icat etmişken ve bugün rüzgâr enerjisiyle elektrik üretilirken, fosil yakıtları savunmayı da hainlik sayarım; “nükleer”i savunmayı da…

Doğalgaza bir sözüm yok da, kendi ülkemizde çıkmıyor ki, o mübarek!..

Belki bizim topraklarımızın, bizim denizlerimizin altında da vardır da, güçlü bir damara rastlayamadık henüz.

Radyodan televizyona, mutfaktan banyoya, buzdolabından çamaşır makinesine kadar, nerdeyse bütün uygarlık araçlarının elektrikle çalıştığı bir dünyada tümden dışa bağlı kalmanın, hele hele birbirine komşu birkaç ülkeye bağımlı kalmanın hiç de doğru olmadığına inanıyorum.

Elbette elimizi kolumuz bağlayıp oturalım, yazın pişelim, kışın donalım; demek istemiyorum. Aksine, “Enerji kaynaklarında dışa bağlı kaldığımız sürece, her zaman böyle bir olasılık var…” demek istiyorum.

O halde, yaban ellere giden milyarlarca doların bir kısmını “yenilenebilir enerji kaynakları” denen su, güneş, rüzgâr gibi, temiz ve maliyeti düşük enerjiyi kaynaklarına niçin yönelmeyelim?

Hele hele uzmanların söyledikleri gibi, “Türkiye’nin toplam elektrik enerji ihtiyacını rüzgârdan sağlayacak kadar potansiyelimiz var” ise!..

Çok eski çağlarda bile yel değirmenleri yaparak rüzgâr enerjisinden yararlanmış insanlar. Bilgisi, tekniği ve teknolojisi ile biz bugün, bu tertemiz ve bedava enerjiden

yararlanamıyorsak, yuh olsun bize!

  

( *) Çernobil kazası Ukranya’ya 352 milyar dolara mal olmuştur.

Uzmanların söylediklerine göre, nükleer atıkların binlerce yıl  (ABD’li bilim adamlarına göre “milyon yıl”) hiçbir canlının ulaşamayacağı şekilde saklanması gerekiyor.

 

  

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..