Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mayıs '16

 
Kategori
Dünya
 

Yükselen Batının iki değerini kavrayamadık: “Laiklik” ve bilgisizlikle işlevsiz “Akıl Tanrısı” (11)

Yükselen Batının iki değerini kavrayamadık: “Laiklik” ve bilgisizlikle işlevsiz “Akıl Tanrısı” (11)
 

Batılaşmak, onları taklit etmek değil: onlar gibi, okumak, bilgiyi işlemek, yeni bilgi üretmektir. Kavrayamadığımız budur.


Batının, Ortaçağ karanlığından çıkmasında ne mucize vardır, ne bir bilinmezlik. Bunun arkasında olan: Endülüs Devleti’nin şehirlerinde imrenilecek konforlu yaşam, Haçlı Seferleri’nde Ortadoğu’da görülen zenginlik ve ihtişam.

Hıristiyan Avrupalıların buralarda gördüklerinin arasında, kendilerinde olmayan bir şey vardır. Bu: Milyonlarca kitap ve On binlerce kütüphane...

O dönemde Müslüman âlimler, Tıp, Matematik, Fizik, Kimya ve Astronomi alanlarında kendileri hiç durmadan geliştirmekte ve yeni bilgiler üretmektedirler.

Aynen bugün Batı da olduğu gibi…

Birkaç örnek:

-Kimya: Cabir Bin Hayyan, kantitatif ve kalitatif prensiplere dayanan bir bilim olarak kimyayı kurdu. Batı, Hayyan”ın kurduğu seviyeye 900 ila bin sene sonra ulaştı. Cabir aynı zamanda bütün insani duyguların matematiksel olarak ölçülebileceğine inanıyor, bunu da ilmü”l mizan olarak adlandırıyordu.

-İlk rasathane: Bugünkü anlamıyla ilk uzay gözlemevi Halife Me”mun zamanında (Miladi 9. asırda) Bağdat ve Şam”da birer adet olmak üzere kuruldu.

-Ekvatorun uzunluğu: Yine Halife Me”mun zamanında ekvatorun uzunluğu ilk defa bugün de bildiğimiz şekliyle 40 bin kilometre olarak ölçüldü.

-İlk dünya haritası: Halife Me”mun döneminde 70 bilginden oluşan bir heyet Batlamyos”unkinden farkı olmayan enlem ve boylamları, karaları ve denizlere doğru bir dünya haritası çizdi.

-Matematik: 950 yılında Ebu Cafer el Hazin adlı matematikçi ve astronom parabol konstrüksiyonu kullanmak suretiyle üçüncü dereceden bir denklemi çözdü. 11. asrın ilk yarısında İbnü”l Heytem bir optik problemini dördüncü dereceden bir denklemle çözdü. Küçük bir yanlışlıkla Latinceye de çevrilen problem Avrupalıları “Problema Alhazeni” adı altında 13. asırdan 19. asra kadar uğraştırdı.

-Avrupalılar İbnü”l Heytem”in çözümünü ancak 19. yüzyılda kavrayabildi. 11. asrın sonlarında Ömer Hayyam”ın üçüncü dereceden denklemleri sisteme bağlayan kitabının benzeri, Avrupa”da 17. asırda Rene Descartes, Frans Van Schoooten ve Edmund Halley tarafından yazılabildi.

-Avrupalı matematik tarihçisi Johannes Tropfke, Descartes”lerin yeni bulduklarını zannettikleri konuları Hayyam”ın çok önceden yazdığını, aradan geçen zamanda Avrupalılar”ın boşuna çaba gösterdiğini yazdı.

-Astronomi: 9. asırda Güneş’le Dünya’nın yıllık en uzak mesafesinin sabit olmayıp değişken olduğunu fark eden Müslümanlar yörüngedeki ilerlemenin 12.09 saniye olduğunu saptadı. Günümüzde bu değer 11.46 saniye olarak biliniyor. Avrupa”da Jahonn Kepler, 17. yüzyılda henüz Müslümanların kitaplarında gördüğü bu sonuca nasıl ulaştıklarını anlayabilmek için çağdaşı bilimadamlarıyla yazışıyordu.

-Tahran”daki rasathanede 10 asırda tespit edilen Dünya’nın ekseninin sürekli azaldığı bilgisine Avrupalılar ancak 19. asırda gök mekaniği bilimiyle ulaşabildi. İslam astronomi bilginlerinin kitaplarının tercümesinin Kopernik”e ulaştığını bugünkü nesiller bundan henüz yarım asır önce öğrenebildi.

-Trigonometri: 15. asırda yaşayan Alman Johannes Regiomontanus”un adını taşıyan trigonometri ilminin kurucusunun, 13. asırda yaşayan Nasirüddin et Tusi olduğunu yine Alman matematik tarihçisi Anton von Braunmühl ortaya çıkardı.

-Coğrafya: El Biruni 11. asırda dünyanın enlem ve boylam derecelerini 6 ile 40 dakika arasında değişen küçük yanlışlıklarla hesapladı. Bu küçük yanlışlıklar ancak 20. asırda düzeltilebildi. Engin denizlerde koordinat hesaplama yöntemini Müslümanlar 15. asırda yapabilirken Batı bunu 20. asırda öğrenebildi.

-Tıp: 11. asırda Tunuslu bir tacir olarak İtalya”ya giden, sonradan Constantinus Africanus adını alan kişi, Monte Cassino manastırına kapandı. Bu zat Tunus”a gidip 3 yıl sonra İslam bilginlerine ait 25 tıp kitabıyla Salerno”ya dönmüştü. Monte Cassino Manastırına kapandıktan sonra kitapları Latinceye tercüme ettirdi. O kitaplar ya kendi veya eski Yunan otoritelerinin adıyla yayınlandı. İtalya, İslam medeniyeti ve biliminin Avrupa”ya aktarılmasında bir istasyon görevi gördü. (İbn-i Sina’nın tıp kitapları Avrupa’da 18.ci asra kadar ders kitabı olarak okutulmuştur.)

-Leonardo”nun resimleri: Meşhur Leonardo da Vinci”nin resimlerini çizdiği aletler ve matematik hesapları, İslam alimlerinin buluşuydu. Da Vinci, bu bilgileri kullanarak devrine göre inanılmaz kabul edilen resimlerini çizebildi. Halbuki Leonardo”nun İslam bilginlerinin buluş ve bilgilerini kullandığı kabul edilse resimlerinin çözülemeyen sırları aydınlanmış olacak. (1)

Ucuz kâğıt olan pamuk kâğıdını bizim Garba Müslümanlar sokmuşlardır. Miladın 12. Asrında Endülüs’ün Xativa fabrikası Garbı Avrupa’nın ihtiyacını temin etmiştir. Şarkî Avrupa ise “Charda damascena=Şam kâğıdı” tabirinin de delalet ettiği veçhile (gösterdiği gibi) ihtiyacını doğrudan doğruya Şarktan tedarik ediyordu (sağlıyordu). O devir, Arap kütüphanelerinin azamet (ihtişam) devriydi.”(2)

Arap müelliflerini (yazarlarını) mehaz ittihaz eden (kaynak olarak kullanan) Gustave Le Bon:

–“Kurtuba’daki halife ikinci El-Hakem’in kütüphanesinde altı yüz bin kitap vardı ve bunların kırk dördü yalnız kataloğa aitti.(3)

Le Bon devam etmektedir:

-‘O tarihten dört yüz sene sonra beşinci Charles, Fransa krallık kütüphanesinde dokuz yüz ciltten fazla eser toplayamamıştı.’

Yine aynı müellif 250. Sayfasında İslâm kâğıdının yeni bir medeniyet devri açmış olduğunu söyledikten sonra şu neticeye varmaktadır:

-“Hulasa, parşömeni ortadan kaldırmış olan kitap kâğıdını Müslümanlar icat etmişlerdir. Eğer İslâm medeniyetinin kitap, barut ve pusula gibi mirasları elinin altında bulunmasaydı, bizim Rönesans’ın nasıl bir şey olacağını biraz göz önüne getirmeliyiz.”

Bundan sonra da Libri’nin Gustave Le Bon tarafından da iktibas edilmiş olan şu meşhur sözü kaydedilmektedir:

-“Tarihten Müslümanları silerseniz, ilmî Rönesans’ımız asırlarca geri kalmış olur.”(4)

(Prof. Gautier) eserinin 251. Sayfasında da Garp nankörlüğünün ırkî cephesini şöyle anlatır:

-“Rönesans’ın ilk kekeleme anları öyle bir devre tesadüf etti ki, barbarlıktan uyanmakta olan Avrupa, İslâm medeniyetine bitkin bir hürmetle bakmaktaydı. Taklidine imkân olmayan bu örnek karşısında cesaretini kaybeden Garbın kolları sarkıyordu. Herhalde biz bugün de tamamıyla aksine bir ifrata (aşırılığa) düşüyoruz. Irkî dalaletlere (sapkınlığa) dayanan bu sersemce nankörlüğümüzden dolayı kendi kendimizi ne kadar ayıplasak yeridir.”

Yine aynı menbaın (kaynağın) 282. Sayfasından:

-“Bizim Rönesans’ımız İslâm medeniyetinin hatırasını çabuk unuttu; hâlbuki onlara karşı çok büyük minnetleri vardı. Buna rağmen klasik eski çağa çılgınca ve mahviyetle (alçakgönüllülükle) bağlandı. Bu tercih, nankörlükten başka bir şey olmamakla beraber mazur görülebilir; çünkü derin sebepleri tamamıyla seçilebiliyor. Yunanla Roma’nın Garp medeniyeti o derin manasıyla biz Garplılar için Müslümanların Şark medeniyetinden çok daha kolay anlaşılabilecek bir şeydi. Muazzam bir mazinin varisi ve yeryüzünün en eski medeniyetinin mümessili olmak korkunç bir şeydir: İslâm’ın şanlı mazisiyle bugünkü aşağılık halinin tarifi ise budur.”

Yazdıklarımızda anlatılmak istenen:

-Avrupa’yı uyandıran Kilise ve Din adamlarıdır.

-Topluma, Kilise ve devlet tarafından okuma-yazma (örtülü olarak) dayatılır. Ve Okuma-Yazma öğrenene ayrıcalık sağlanır.

-Okuma-Yazma bilmeyenlerin evlilikleri zorlaştırılır,  devlet ilişkilerinde, “İkinci sınıf” vatandaş muamelesi yapılır. Toplumda itibar göremez, iş bulamaz.

-Bunların sonucu Avrupalılar okur, okudukça, okumanın-bilginin değerini kavrar ve bugün geldikleri noktada, nerede ise en küçük zaman diliminde dahi okuma zaman ayırmaya çalışırlar.

Bugün bunlar ne bir sır, ne bilinmeyenlerdir.

-Biz okuyor muyuz?

-Hayır…

-Yüzlerce kitaptan edinilen bilgilerin, özetinin, özetinin özetini dahi okumaya üşeniyor ve:

-“Şunun daha kısasını yazılsa olmaz mı?” Diyoruz.

Rahmetli II. Mahmut’tan bugüne bu anlayışımızda bir değişme olmamıştır.

Sultanın Alman danışmaı Moltke anılarında anlatmakta:

-“..Yeniçeri ocağı denilen ve memleketin içinde bulunduğu zorlukların başlıca sebebi olan bu isyan yuvasını temizlemiş olan Padişah İkinci Sultan Mahmud benderi, çok saydığı ve bu uğurda öldürülmüş olan amcası üçüncü Selim’in kurduğu yeni orduyu nasıl ıslah edeceğini sorduğu zaman, şevk ve ümitle işe koyulmuş, üç ayrı plan hazırlamıştım. Padişahın huzurunda bunları arz ve izah ettim.Derin ve manalı bakışlı, çok kibar ve tarif edilemeyecek kadar asil olan Padişah benim üç planım olduğunu öğrenince, safiyet ve alışkanlıkla:

-“En kısa zamanda hangisi tahakkuk edecekse onu anlatınız…”demişti. (Bu sözün yanında  Sultan, büyük hacimde olan raporun kısaltılarak kendisine özetinin sunulmasını ister)

Asker ve sivil ileri gelenler de, aynı felsefe içinde idiler.

Evvela en çabuk olacak, sonra bu kısa zaman isteyen emekAllah’ın yardımına ve lütfuna terk edilecek, inşallah denilecek, olup biten, umulan ve beklenenden çok daha yetersiz olsa bile, şükür ve minnet duygusu olarak Maşaallah sözü ile son bulacaktı…

Osmani ülkelerinde kaldığım seneler içinde çok, pek çok insanla tanıştım. Savaş boylarında beraber bulundum. Senelerim onlarla aynı çatı altında geçti.

Esas fikirlerde ve prensiplerde ise, Türklerin, İslamiyet’ten aldıkları bu düşüncelerin ne yazık ki, Müslümanlıkta yeri yoktu.

Bana hakiki din adamları,

-Müslümanlığın temel felsefesinin daima çalışmak, zor fakat şerefli işleri tercih etmek beşikten mezara kadar ilmi takip etmek, bilhassa hayatın değişen şartlarıyla hükümleri değiştirmek gibi hiçbir dinde olmayan hayatiyet ve müsamaha olduğunu anlattıkları zaman, hayret ve teessür içinde kaldım.

Artık Türkiye’de ne gördüysem, hepsini, bu kolay ve çabuk inanışına bağlar olmuştum. (5)

 

Devam edecek:

-Japonlar, Batıyı örnek alırken neden Osmanlının hatasına düşmediler, düşmemekle kalmayıp onları geçtiler?

www.canmehmet.com

Resim: web ortamından alınmıştır.

Kaynak;

(1)Daha fazlası ve kaynaklar için bakınız: http://www.canmehmet.com/bir-bilim-insani-prof-dr-fuat-sezgin-bati-uygarligi-islam-medeniyetinin-cocugudur.html

(2-3-4) “Batı Kaynaklarına Göre İslam Medeniyeti” İsmail Hami Danişmend, Derin Tarih Kültür Yayınları—Kasım 2015 Sayısı, Sahife:18-19

(5) Cemal Kutay, TARİH AYDINLIĞI, sahife:264 (Daha fazlası için: http://www.canmehmet.com/osmanli-ve-cumhuriyet-yonetimi-neden-rekabetci-devletler-kadar-gelisemedi-nerede-hata-yaptilar-1.html

 

 
Toplam blog
: 1117
: 1768
Kayıt tarihi
: 29.08.06
 
 

Ticari ilimler akademisindeki öğrenciliğim sırasında, bir kamu iktisâdi kuruluşunda başladığım ça..