Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Mayıs '15

 
Kategori
Öykü
 

Yunus'un ölümü

  04.05.2015 Pazartesi sabahleyin okula gelir gelmez, bazı öğrenciler bir yerde toplanmış, başka bir grup başka bir yerde toplanmış gördüm. Sebebine bir anlam veremeden, sabahleyin görevlerini yerine getirmeyen öğrencilere karşı bir kızgınlıkla yaklaşarak:

- Hadi neden toplanmıyorsunuz?

- Sıraya geçin!

Öğrencilerden biri üzgün bir şekilde yaklaşarak:

- Yunus öldü, duymadınız mı?

- Yunus kim?

- Bizim sınıfta olan Yunus Kaçar.

- Ne diyorsun oğlum?

Ne diyeceğimi ve ne söyleyeceğimi bilemeden:

- Allah rahmet eylesin.

Her öğrenci bir yerde, bir köşede Yunus’un kim olduğunu, nasıl öldüğünü ve nasıl biri olduğunu anlamaya çalışıyor ve sadece onunla ilgili konuşuyordu. Öğretmenler kendi aralarında ondan ve olayın oluşundan bahsediyorlardı.

İstiklal Marşı okunmadan önce Kur’an okundu ve Okul Müdürü ölümle, hayatla ve alınması gereken derslerle ilgili bir kısa konuşma yaptı. Çoğunlukla öğrenciler özgün olarak durmalarına rağmen bazıları hala akıllanmıyor ve olaydan ders almıyorlardı. Hayata karşı inatlarını davranışları ve sözleriyle göstermekteydiler.

Pazar günü kaza olmuş ve ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılmış ve ameliyat edilmesine rağmen kurtarılamamıştı. Böyle olmasına rağmen ben ancak okul açıldığı zaman ve öğrencilerin haber vermesi ile olayı öğrenmiştim. Bütün öğrencilerime tatlı sert davranmaktaydım. Yunus’a da aynı şekilde davranmıştım. Hatta bir gün şalvarla okula gelmiş “bu nedir?” dediğimde “bugün de böyle olsun.” dedi, gülümseyerek. Ben kendisine kızmış ve okulun kapısına kadar çıkmasını sağlamıştım. Benden sonra tekrar sınıfa gelmiş ve okuluna o gün öyle devam etmişti. Yoklama listesinde yok yazılmadığı için ben de onu var yazmıştım.

Öğrencilerimiz özellikle 11 ve 12.sınıf öğrencilerinin hepsi cenazeye gitmek için izin istemişler ve biz sadece kendi sınıfına izin vermemize rağmen diğer öğrencilerde cenazeye gitmişlerdi. Cenaze köyde defnedilecekti. Köy harman yerinde cenazeyi bekleyenlerin çoğunluğunu adeta öğrencilerimiz oluşturmaktaydı.

Çok sayıda araç ve insanlar gelmişti cenazeye. Kalabalık bir topluluğun gelmesi, Yunus’a bir hayat kazandırmamış ve arkadaşlarının çok sayıda gelip kendisini uğurlaması, onun geriye dönüp bakmasına sebep olmamıştı. Baksa da kendisine bir kazanç sağlamazdı.

Hayatı anlamlandıran mutlu ve huzurlu olmak olarak zikredilen durumun gerçekleşmesi için insanların dini anlamda kendilerini rahatlatacak ve manevi etkilerle şekillenen bir hayatı sürmek gerekmekteydi.

Kendisi ile arkadaşları, babasının akrabaları, tanıdıkları ve zenginlikleri hepsi toplanmış, cenazede hazır bulunmuştu. Fakat hiçbiri kendisi ile kabrin içine giremedi. Kefeni bile ipek değildi. Herkesin kullanmış olduğu bezden başkası değildi. Sadece kendisi ile beraber kalan inancıyla birlikte salih amel olarak söylenen ve dinin tasvip ettiği davranışlarının mükafatı onunla birlikte kaldı.

Gelen insanlar dedikodu yaparak zamanı öldürmekteydi. Siyaset harıl harıl dile getirilmekteydi. Siyasetçiler bu cenazeden bile nemalanarak, kendilerine bir çıkar temin etmeye çalışmaktaydılar.

İmam Efendi, Yunus’un gömülmesinden sonra uzun uzadıya bir telkin okudu. Arapça olan metin net ve güzel bir şekilde anlaşılmaktaydı. İslam inanç esaslarını özetleyen, Münker ve Nekir meleklerinin sorularını ve onlara bir Müslüman olarak verilmesi gereken cevaplar hatırlatılmaktaydı.

Eğer Yunus bunu anlayıp cevap verebilirse, kurtuluşa erecek olanlardan olur. Eğer cevap veremezse biraz kurtuluşu zor olur. Yunus anlama kabiliyeti olarak dört yıllık süre zarfında hep geri olmuş ve anlamakta zorluk çekmişti. Sınavlarda başarısı da hep bu anlama kabiliyeti ile orantılı olmuştu. Tabii öbür tarafı, kabir penceresinin içinden içeriye bakma imkanımız olamadığından durumu kavramamız mümkün değildi. Sadece İslam inanç esaslarına göre Müslümanın yapması gerekenleri ve muhatap olduğu durumu bilmekteyiz. Ona göre değerlendirmelerde bulunabilir ve Yunus’un şahsında kendimizi değerlendirip, cevap verip veremeyeceğimizi söyleyebiliriz.

Kendisine amelinden ve inancından başka bir faydanın sağlanamayacağı kabrinin başında onu yalnız bırakıp ayrıldık. Seven arkadaşları, kendisi için üzülen öğretmenleri ve dost ve ahbapları hepsi onu kendine ve başkalarını da bıraktıkları gibi bıraktılar.

Hiç kimsenin ölüm hususunda başkasının yükünü ve sorumluluğunu kaldırmadığı ve herkese ağır gelen ölüm hadisesiyle karşı karşıya kalmıştık. Ölüm ağır ve zor olmasına rağmen herkesin kapısındadır. Yakını, dostları ölenler üzülürler, ama kısa sürede yine unuturlar. Asıl zor olan kendisi için kıyametin kopmasıdır. Yani ölümün onu yakalamasıdır.

Yunus’un ölmesi bir kez daha geçici de olsa ölümü düşünmemize neden oldu. Onun şahsında kendi ölümümüzü düşündük. Peygamberin buyurduğu gibi; “ona sen git biz de arkandan geliyoruz” dedik. Çünkü onun için kapanmış olan durumun bizim için ne zaman kapanacağını bilemeden yolumuza devam etmekteyiz.

Birkaç gün sürecek olan durum acaba biraz daha uzatılabilir mi? İnsanların vurdumduymaz tavırları, hiçbir şeyi dikkate almayan yaklaşımları ve hatta cenaze dönüşü öğrencilerimizin bir kısmının ailesinden habersiz olarak motorla yola düşmeleri kabul edilecek bir davranış değildir. Kendisine acımayan, annesinin ve yakınlarının içine ateş düşürmeye ne kadar hevesli?

Sigara aramasında üzerinde çakmak yakaladığım ve okul yolunda sigara içtiğini birkaç defa gördüğüm Yunus hep gülümseyerek ve benim kızgınlığımın geçmesiyle olayı atlatmıştı. Öğrencilerin bazı öğretmenlere karşı dikkatli davranmaları ve yapılan hataları affeden bir öğretmen olarak beni görmeleri, hem korkmalarına ve kendilerine çeki düzen vermelerini hem de saygı duymalarına neden olmaktaydı. Onunda bu durumu dolayısıyla çekindiği ve saygı duyduğu biriydim öğretmenleri arasında.

Kendi hatasıyla trafik kazası geçirerek traktör altında kalarak ölmesi herkesi üzmüştü. Kardeşiyle beraber gitmesi gereken işte acele edip kardeşini arkada bırakması, ecelin onu çağırdığı ve yalnız ölmesi gerektiğini bize düşündürmektedir. Acele etmeseydi belki böyle olmazdı demek biraz abes olurdu. Çünkü ecelin ne bir saat öne alınacağı ne de geriye bırakılacağı Allah’ın emridir. Sadece kişi kendi hatası ile o durumu sağlamaktadır.

Ölüm karşısında en tutarlı olan durum Yunus’un babasın göstermiş olduğu tavırdır. Haber verildiğinde “Allah verdi, Allah aldı” demesi, sonrasında “hangi oğlum kaza yaptı?” diye sorduğunda “Yunus” cevabını alması ile “Allah’a şükürler olsun evli olan değildir. Ya evli olan olsaydı, eşi çocukları perişan olurdu” demesi kadar tevekkül anlayışı ölüme karşı gösterilebilir mi?

Hayatın en önemli davranışı ve alışkanlığı başa gelecek olaylara karşı sabır göstermesini, metanet göstermesini bilmektir. Birilerine sabır ve metaneti tavsiye edenin kendisinin başına bu tür bir imtihan geldiğinde sabır ve metanet gösteremiyorsa bir anlam ifade edemez.

Yunus’un ölümünün üçüncü günü öğrenci ve öğretmenler kendi aralarında topladıkları para ile taziye evlerinde yemek verdiler. Burada okunan Kur’an ve yemekten sonra hem yolda hem de okulda artık öyle biri yok şeklinde davranılmaya ve diğer ölümlülerin arkasında yapıldığı gibi o da unutulmaya başlandı.

Hele ilk günkü üzüntü olsaydı ve arkadaşlarının bir öğrencinin vefatına karşı hassasiyetleri devam etseydi ölümün acılığı devam etseydi, hayat çekilebilir miydi?

          

 
Toplam blog
: 35
: 1258
Kayıt tarihi
: 17.08.12
 
 

Türkiye meselelerine duyarlı, çeşitli alanlarda yazan ve araştırmayı seven bir eğitimci...T ..