Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mart '07

 
Kategori
Sinema
 

Yüreğimin orta yeri: Şiir ve sinema

Yüreğimin orta yeri: Şiir ve sinema
 

2 Aralık 1895 günü, Paris’in Capucines Bulvarı, 14 numaradaki Grand Cafe’nin bodrumuna inersek heyecanlı bir kalabalık arasında zar zor ilerleriz. Bu kalabalığın sebebi tiyatronun yakın akrabası, çok geçmeden de rakibi olan halka açık ve paralı sinematografinin Lumiere Kardeşler tarafından düzenlenen ilk gösterisidir!...

Bir hareketi aynen tekrarlamayı öteden beri hayal eden insanoğlu, 19. yüzyılın ikinci yarısında iyice hızlanan uzun araştırmalardan sonra teknik bir buluş, ‘‘bilimsel bir oyuncak’’ sayesinde bu hayalini gerçekleştirmek olanağına kavuşmuş oldu.

Sinema ilk yıllarında tadı tuzu olmayan bir yemek gibiydi. Çünkü hem sesi yoktu hem de siyah-beyazdı. Bu yıllarda sinema, genellikle ‘belgelemek’ amacıyla kullanılır... Bu amaç dışında kullanıldığı, sessiz sinema döneminde çekilen filmlerde ise izlenimcilik, oyuncuların abartmalı tarzı, dekora ve ışık etkilerine verilen önemle belirlenmiştir. Charlie Chaplin’in Şarlo karakterini büyük bir sevimlilikle canlandırdığı filmler ve Stan Laurel - Oliver Hardy’nin filmleri buna örnek gösterilebilir. İzleyen yıllarda belirli bir kurguyla çeşitli çekim yöntemleri ve hileler kullanılarak istenilen etkiyi yaratan filmler çekebileceğini düşünen kişi, öncü sinemacı G. Melies olur.

1928’de sesli filme geçilmesi üzerine sinema yeni bir boyut kazanır. Warner Brothers şirketi 1926’da Don Juan’ı (müzikli ama sözsüz) ve 1927’de bir bölümünü söyledikleri Jazz Singer’ı (Caz Şarkıcısı) gerçekleştirerek ilk ticari amaçlı sesli filmleri ortaya koyar.

Sinemada renk 1932’de ortaya çıkan technicolor yöntemiyle mümkün olur. Bu yöntemle çekilen Becky Sharp (1935) ve ilk büyük renkli yapım olan Rüzgâr Gibi Geçti (Gone With The Wind, 1939) büyük ticari başarı kazanır. Tamamı gösterildiğinde dört saat süren Rüzgâr Gibi Geçti’yi bütün dünyada iki yüz milyon kişinin izlediği sanılıyor!

Çok kısa zamanda, sayısız teknik ve ticari zorluklara rağmen sinema, sanat olmak gibi devasal bir adım attı. Başlangıçta basit bir eğlence ve merak konusu iken, bugün gerçek sanat eseri olan bir gösteri niteliği kazandı.

SİNEMANIN TÜRK ŞİİRİNDE BULDUĞU ANLAM

Türkler’de ilk önce Osmanlı sarayına giren sinema, halka açık ilk seansına ancak 1897 yılında başlar. Örnekte görüldüğü gibi Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş nedenlerinden başlıcası medeniyetten, bilimden uzak kalmasıdır. Aşamadığımız siyah duvarlar, hep ahlak adına ortaya kondu, konmaya devam etmekte... Her kitabıyla bizi sinemanın şiirsel anlatımıyla buluşturan Sunay Akın’ın Beyazperde şiirine bakalım:


Artıyor kara çarşaflılar
yurdumun her köşesinde
neden olacak
siyaha boyanıp
kadınlara giydiriliyor
yıkılan sinemalardan
geriye kalan
onca beyaz
perde!

Çıkış Kapısı adlı şiirinde ise şöyle der:

Kesik bileklerimi göstererek girdim
sinema kapısından içeri
bendim sefer öncesi
korkaklar kadınlarının yanına dönsün
sözüyle padişahın
ordudan ayrılan yeniçeri

(...)

Gecenin karanlığında
bir sinema salonu gibi uzanan şehirden
gitmek düşer payıma
çıkış kapısı diye bakıyorum nicedir
gökdelenlerin tepesinde yanan
kırmızı ışıklara

Gökdelenlerin üstündeki uçaktan İstanbul’u seyreden Roni Margulies, Ağıt adlı şiirinde:

İşte yine İstanbul.
Alçalıyor uçak Florya üzerine,
sağ taraf açık seçik Yeşilköy.

Kapasam gözlerimi:
Adil Abi'nin bisikletçi dükkanı,
Rone Park'ın ağaçlarında kalplerle oklar,
Reks Sineması'nın kocaman ekranı

...diyerek şiirsel bir iniş yapar sinemaya...

İlk Türk filmini Fuad Uzkınay, 1914’te ‘‘Ayestefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı’’ adıyla çekmiştir. 1917’de Sedat Simavi, Pençe adlı ilk uzun metrajlı Türk filmini gerçekleştirir. Bunu izleyen yıllarda Ahmet Fehim’in Binnaz’ı, Şadi Karagözoğlu’nun Bican Efendi dizisi, Fuad Uzkınay’ın Himmet Ağa’nın İzdivacı adlı filmi halka sunulmuştur. Kısıtlı teknik olanaklarla çekilen bu filmlerde görüntüler durağan, oyuculuk ve dekorlar tiyatro etkisindedir... Sessiz sinema yıllarına ilişkin konuşurken Enis Batur’un Sessiz Film’ine bakalım, birbirimizle sessiz sinema oynayalım isterseniz:

Yordu bütün yıl bizi işler
ve ilişkiler: Buraya ondan geldik.
Korkmuştuk korkularımızdan,
coşkularımızdan bıkmıştık,
ne yavaşlıyor ne de hızlanıyordu
çarklar, kimseye rastlamıyorduk,
kendimize bile: Buraya ondan
gelmiştik.
Bulduk aradığımız yeni oyuncuları,
öğrendik ve öğrettik basit ve karmaşık
kuralları

Türkiye’de Muhsin Ertuğrul, on yedi yıl süresince (1922-1935) film yöneten tek kişi olur. Bu dönemde, tiyatroda oynayan oyuncular yer alır filmlerde. Sinemaya bazı teknik yeniliklerin girmesinin sağlayan Muhsin Ertuğrul’un çektiği on yedi film içinde, ilk Türk kadın oyuncuların (Afife Jale, Neyyire Neyir) perdede göründüğü Ateşten Gömlek (1923), ilk sesli Türk filmi İstanbul Sokaklarında (1931) ve ilk renkli Türk filmi Halıcı Kız (1953) da vardır.

Aynı zamanda bir caz tutkunu olan Halim Yazıcı, "Tanrım Siyah Beyaz Aşıkhava Sineması" adlı şiiriyle açık hava sinemasını ‘aşıkhava’ya çevirir birden:

akşamüstü kelebek gelecek
beyaz gazoz ve çekirdek getirecek
tanrım siyah beyaz aşıkhava sineması.

Filmleri izlerken çekirdek çıtlamayı, gazoz içmeyi, Alaska Frigo yemeyi çok sevdiğimiz yazlık sinemalar birçok şiirde sevgiliyle özdeşleşir. Bunun en güzel örneklerinden birini de Nevzat Çelik, Yazlık Sinema adlı şiirinde verir:

yağmur yağsa
yaz yağmuru der geçerdik
vefa duygusundan sonra
yitirdiğimiz
bir şeydi yazlık sinema

varoşların çoluk çocuk
akşam pikniğe çıktığı
bir şeydi yazlık sinema
komşu kızıydı oya’nın eli
film boyunca tuttuğum
antraktta gazoz içtiğim
ve mutlaka özleyeceğim
bir şeydi yazlık sinema

gökyüzü değildi üstümüzdeki
hayatında bir daha sinema yüzü
görmeyecek olan babamın
sinemaya götürmesiydi bizi
ve benim
oya’nın elinden başlayarak
filmlerin aksine büyüdüğüm
bir şeydi yazlık sinema

Bir çoğumuz babasıyla gitmiştir ilk kez sinemaya. Hemen herkesin böyle güzel anıları vardır sanırım. Ben de babamın elimden tutup götürdüğü sinema filmlerini hiç unutmam. Dönüşlerdeki mutluluğu yalnız ben yaşamıyormuşum. ‘‘Nevzat Çelik sadece kendi kuşağının değil günümüz Türk şiirinin en dikkate değer şairleri arasındadır’’ diyen Ataol Behramoğlu’nun Bir Gün Mutlaka adlı şiirinde rastladım buna: ‘‘Ben de çocuktum, sevgilerim olacaktı elbette / Sinema dönüşlerini düşünüyorum, annemi, her şey nasıl ölebilir, nasıl unutulur insan / Ey gök! senin altında sessizce yatardım, ey pırıl pırıl tarlalar (...) Büyük ve mavi bir şey izlenimi var bende, gördüğüm filmlerden mi ne (...) Bir de bakmışsın yeni bir film sinemada’’

Bir süre devlet tiyatrolarında dramaturg olarak çalışan, başarılı tiyatro oyunları da yazan Murathan Mungan, oldukça dağınık, düzyazı tarzındaki parçalardan oluşturduğu Yaz Sinemaları’nda şöyle çeker şiirinin filmini:

kimsesiz öğle sonları
kimsesiz öğle sonlarında
yaz sinemaları
içimde o tenhalık
dilsizliğimde olumsuz aşkların kanlı diyalogları

Günümüzde sinemanın kanla kurduğu ilişki, şiirle kurduğu ilişkiden kat be kat fazladır. Örneğin bunlardan biri Pearl Harbour adlı filmdir. Maliyeti 135 milyon dolar olan film boyunca insanların ölmesini muhteşem (!) görüntü ve ses düzeniyle izliyordunuz!...

Film gibi kısacık yaşamına bir sürü güzellik sığdıran insanlardan Orhan Veli, Sizin İçin adlı şiirine şöyle başlar: ‘‘Sizin için, insan kardeşlerim, / her şey sizin için’’ Özellikle bizim için olanların başında şiir ve sinema gelir. Şiirlerinin kısalığına karşın bize upuzun öyküleri film gibi anlatır Orhan Veli. İstanbul Türküsü’nde: ‘‘İstanbul’un orta yeri sinema’’ diyerek çeker bazı şiirlerinin filmlerini...

1973 yılında Benim Sinemalarım adında bir öykü kitabı çıkar. Bu kitabın yazarı bir çok senaryo da yazan Füruzan’dır. Kitabın son baskısındaki kapağında, şiirsel sarışın Marilyn Monroe vardır. Kitapla aynı adı taşıyan öykü, 1950-1960'lardaki Beyoğlu'nun sinema dünyasının buruk hikayesidir. Yazar, sinema delisi bir kızın hayatını yansıtırken toplumumuzun bir panoramasını da çizer. Füruzan'ın ortak bir çalışmayla gerçekleştirdiği ‘‘Benim Sinemalarım’’ filmi, aynı zamanda bir çok ödül almıştır.

Öyküden sinemaya aktarılan film vardır da şiirden sinemaya aktarılan film yok mudur? Elbette vardır! Darağacı adlı şiirinde: ‘‘Bu biçim üzre bitecekken gece/ dağılacakken artık seyirci de’’ diyen Ahmet Muhip Dıranas’ın meşhur Fahriye Abla şiiridir, sinemaya aktarılan film! Afşar Timuçin Fahriye Abla için şunları söyler: ‘‘Bu şiirde bir şair ustalığından çok bir sinema beğenisi baskındır sanki: Film başlar başlamaz kapıların erkenden kapandığı kömür kokulu bir mahallede buluruz kendimizi.’’ Bu şiir, ‘‘sanatın amacı varolanı yıkmaktır’’ diyen Yavuz Turgul’un 1984 yılında aynı adla çevirdiği filme konu olmuştur.

Bizim sinemalarımızda şairler de boy gösterir! Orhan Murat Arıburnu bildiğimiz ilk şair yönetmendir... Örneğin Rize doğumlu şair Adnan Azar’ın 1999 yılında yönetmenliğini yaptığı Samyeli adlı dizi filmi izlemişseniz, sinema dilinin şiirle kesiştiğini de görmüşsünüzdür. 1990 yılından bu yana Orhan Murat Arıburnu anısına düzenli olarak verilen Arıburnu Ödülleri’nin kurucusu olan Trabzon doğumlu şairimiz ise Hüseyin Alemdar’dır. Film yapımcılığı, senaryo yazarlığı, yönetmen yardımcılığı gibi işler yapan şair, Sinesepya adlı güzel şiirinde sinemaya değinmeden edemez:

Güz kesiği kısa metrajlı bir filmdim ben
veda sözleri acıtırdı içimi tenha vakitlerde
gidip gidip aynalara bakardım ince aynalara

Günümüzde, filmlerde uzunluklarına göre kısa (30 dk’ya dek), orta (60 dk’ya dek) ve uzun (90 dk) metreli adlarıyla ayrıma gidilir. Sinema ile şiirin kesişim kümesinde bir çok ortak eleman vardır. Fotoğrafın tersine sinema, her biri bir öncekine veya sonrakine göre anlam kazanan görüntülerin birbirini izlemesidir. Bir görüntü, çerçevelenmiş bir dekor içinde ve belirli bir ölçekte, gereğince aydınlatılmış, çoğu zaman da renkli bir konuyu canlandırır. Her görüntünün dramatik, psikolojik veya estetik bir anlamı vardır. Şiir de bu yönleriyle sinemayla kesişir. Sözcük denen kamera doğru kullanılır, iki sözcük arasındaki bağ olan oyunculuk iyi olur, şair dediğimiz yönetmen de yaratıcı çalışırsa, ortaya çok iyi bir şiir çıkar!..

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..