Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mayıs '10

 
Kategori
Yurtdışı Eğitim
 

Yurt dışında Türkçe derslerinin karanlık geleceği

Yurt dışında Türkçe derslerinin karanlık geleceği
 

YURT DIŞINDA KAYIP NESİL II

Gazetenin biri Avrupa baskısının tanıtımı sırasında Almanya (Avrupa)’da Türkçenin güçlendiğini, 2. yabancı dil olmaya başladığını anlatıyordu. Okuduklarıma ve gözlerime inanamıyordum. Acaba farklı şeylerden mi söz ediyorduk, ya da ben mi yanılıyordum? Yıllardır işin içinde olan biri olarak onca yaşanmışı görmezden gelip o günkü gazeteye inanmak akıl kârı değildi. Acaba bunu inanarak mı yapıyorlardı, yoksa ticarî kaygı mı vardı? Bu benim için pek de üstünde durulması gereken bir konu değildi. Çünkü basının işi buydu. İlgi çekebilmek için istediğini, istediğince yazabiliyordu. Oysa benim derdim başka: Bu konuya ilişkin olarak daha önce ağır denilebilecek dille bir yazı (<ı>Yurt Dışında Kayıp Nesil I <ı>*) yazmıştım. O zamanlar kendi kendime “Acaba birilerine çok mu yüklendim?” diye sormuş, yazımı paylaşıp paylaşmama konusunda da ikilem içine düşmüştüm. Şimdi bu haberlerden sonra yazdıklarımı tekrar okudum. O da ne? Az bile yazmışım. Konu ile ilgili olması gereken kendince büyük devlet adamları ve yetkililerin, burada yaşayan Türklerin (velilerin) ve çocuklarının Türkçeye olan ilgisini, pardon ilgisizliğini yeterince anlatamamışım. Eğer o yazıyı şimdi yazsaydım sanırım çok daha ağır olurdu.

Kendimizi kandırmayalım. Kral çıplak, hem de çırılçıplak. Almanya’da Türkçe dersleri can çekişiyor. Dersin ipi bilinçli olarak belirli bir siyasî anlayış içinde gittikçe tırmanan bir ivmeyle çekilmek istenmektedir. Bu da gözümüzün içine soka soka, başımıza vura vura uygulamaya konulmaktadır. Üstelik hiç kimsenin de itirazı yoktur. Alan da, satan da razıdır sanki. Eskilerin deyimiyle “Sükût ikrardan gelir.” dercesine bu durum karşısında susmak olayı kabullenmek değil midir? Veliler yeterince bilgilendirilmemekte ya da yanlış bilgilendirilmekte; öğrenciler işine geldiği için olayı seve seve kabullenmekte; öğretmenler de -ben de dahil- emekli olana kadar işlerini kaybetmeme kaygısıyla fazla ses çıkaramamaktadır. Kaldı ki sesini çıkaranlar da kendisini dinleyecek bir makam bulamamaktadır. Sonuç olarak gelinen nokta Alman makamlarının isteyip de elde edemediği zeminin oluşması için yeterlidir. Hiç kimse hamaset söylemlerle vatan, millet diye haykırmaya kalkışmasın. Bu iş bizi aşmıştır. Bor’un pazarı geçtiği gibi Niğde’deki pazar da kurulmayacaktır. Boşuna eşeğinizi sağa sola sürüp yormayın. Açın gözlerinizi, kulaklarınızı ve gerçeği görün, duyun. Duymayanlara da iletin. Çıkmadık canda umut var misali belki bu işi önemseyerek ona bir el atan, omuz veren; bu işlerin masa başında laf üretmekle değil, icraatla yapılabileceğini bilen dirayetli bir politikacı, devlet adamının kulağına bir damla kar suyu kaçırıp ilgisini çekebilirsiniz.

Bu konunun bu noktaya gelmesinde, işin içinde olan biz öğretmenlerin hatası yok mudur? Buna iki türlü cevap vermek olasıdır. Ya mayamız gereği işi duygusallığa döküp kimseler alınıp gücenmesin diyerek “yok” diyeceğiz. Ya da şimşekleri üstümüze çekeceğimizi bile bile “var” diyeceğiz. Eğer doğruyu söylemek ateşten bir gömlekse, o gömleği giymek, gerçekleri yansıtmak ve yaşanmışları aktarmak boynumun borcudur. “Zararın neresinden dönülse kârdır.” diyebiliyorsak her şey bir yana, yaptığımız hatalarla yüzleşmemiz gerekir. Bu bir eziklik değil, aksine yüce bir erdem göstergesidir. Zamanında konuya ilişkin yeterli eğitim almamış, meslekî bilgisi olmayan kişilerin Türkçe öğretmeni olarak atandığını, bu konuda anlatılan onlarca yaşanmışlığı bilmeyen yoktur. Bu durumun, yaşanan süreç içerisinde yarattığı olumsuzlukları nasıl görmezden gelebiliriz. Bu yazdıklarıma bozulan kişiler mutlaka olacaktır. Lütfen yine duygusallaşmayalım. Kimseyi kırmak, gücendirmek istemiyorum. Benim işim kişilerle uğraşmak değil, olaylar ve gerçeklerdir. Yanlışım varsa aksini gösterin binlerce kez özür dilemeye razıyım. Keşke öyle olsa. Aslında bildiğim doğrular çerçevesinde kim ne derse desin hiç de umrumda değil. Bu da biline. Yeter artık… Bu davanın kişisellikle, duygusallıkla uzaktan yakından ilgisi yoktur, olmamalıdır. Bunca yıl eğri duruşların söylemleri de eğri olmuş. Biraz da doğruları söyleyelim. Hep başkalarında aranan suçta hiç kimse bıçağı kendine çalmayı düşünmemiş, işine gelmemiş. “Aman bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” denilmiş. Olaylara hep at gözlüğüyle bakılmış ve değerlendirmeler de aynı açıdan yapılmış. Şundan da eminim: Eğer bu kişiler, yapılan hatalarla o günlerden bugünlere gebe kalınacağını bilselerdi bu işi hiç yapmazlardı. Ya da nasıl daha iyisini yapabilirim gayretiyle arayış içinde olurlardı. Kaldı ki arayış içinde olanlara da kim el uzatmış ki? Tüm iyi niyetiyle ellerinden geleni yapma gayretiyle çalışan o kişilerin zamanında şartlar öyleymiş. Maalesef işler sadece iyi niyetle yürümüyor ve yaşanmışlıkları örtbas etmeye yetmiyor. Sonuç olarak bu yanılgının ceremesini dilimiz ve şimdiki kuşaklar çok ağır bir bedelle ödemiştir ve hâlâ da ödemeye devam etmektedir. Bu da Türkçe derslerinin şimdiki duruma nasıl geldiğinin yadsınamayan başka bir gerçeğidir.

Geçen yıllarda Türkiye’den gelen yetkililere sunulmak üzere benden 2. Yabancı Dil Olarak Türkçe Dersleri için bir durum bildirimi (rapor) istemişlerdi. Yazdıklarımın bir bölüm şöyleydi:

<ı>Olayın bir başka değerlendirmesini de şöyle yapabiliriz:

<ı>Bu dersleri seçebilecek öğrencilerin "Gymnasium" ve "Real" bölümlerinde olması gerekiyor. Bu seçim, 6. sınıf sonunda yapılmaktadır. Son senelerde ana dili derslerine katılıp da bu üst bölümlere geçebilen öğrenci sayısı zaten sınıf açılmasına yeterli (en az 10 öğrenci) olmamaktadır. Bunun nedeni de ana dili derslerine gittikçe ilginin azalmasıdır. Not verme söz konusu olmadığından öğrenciler derslere ilgi duymamakta, angarya olarak kabul etmektedir. Bazı veliler de "Türkçe dersine katılırsa çocuğumun Almancasını etkiler." diyerek akıl almaz gerekçelerle çocuğunun katılımını istememektedir. Bu olaylar, ana dili derslerinde not sisteminin kaldırılması ile daha da etkin bir hale gelmiştir. Not ile değerlendirme söz konusu olmadığı sürece ana dili dersleri gittikçe daha da çıkmaza girecek, zaman içerisinde “öğrencilerin ve velilerin derse ilgisi, talebi olmadığı için” gibi haklı(!) gerekçelerle kaldırılması gündeme getirilebilecektir. Bu da görülen bir köy gibi kılavuza gerek bırakmamaktadır.

<ı>

Yazdıklarımdan sonra ne mi oldu? Kim kime, dum duma… Zaman içerisinde iki okulda yürütülen bu uygulama sırayla ikisinden de kaldırıldı. Üstelik şu ana kadar Türkçe dersleri ile ilgili hiçbir düzenleme, değişiklik yapılmadı. Yapılmayacağından da eminim. Neden mi? Hani bir söz vardır: “Arz - talep meselesi…” Ya da “Ağlamayan çocuğa meme vermezler.” Evet, işte beklentilerimizin gerçekleşmemesinin temelinde de bu gerçek yatmaktadır. Siz istemesini bilmezseniz karşı taraf elbette umursamayacaktır. Bugüne kadar hangi yetkili bu konuda girişimde bulunmuştur? Duymadım. Duyan varsa söylesin. Elinizdekinin değerini bilmezseniz bir gün mutlaka yitirirsiniz. İş işten geçtikten sonra karanlıkta göz kırparcasına sızlanmanın samimiyetine ne derece güvenilir, güvenseniz bile ne anlamı kalır?

Yetkililere buradan tekrar seslenmek istiyorum. Lütfen ilk iş olarak Türkçe derslerinde öğretmenlerin, daha önceden olduğu gibi yine not verme yetkisi olmasını sağlayınız. Bu notun diğer ders notları gibi ağırlıklı olması, derslere olan ilginin ve katılımın artması için etkin bir güdü olacaktır. Bu, hem öğrencinin diğer dersleri ve not ortalaması için artı bir değer taşıyacak hem de biz öğretmenlerin onurumuzu hiçe sayıp öğrenci peşinde koşarak rica minnet onları derse davet etmek zorunda kalmamamızı sağlayacaktır. Elbette sorun bununla bitmeyecektir, ama bu ilk iş olmazsa olmazların temelidir.

Yetkililerin bilmeleri gereken çok önemli bir gerçek de şudur: Bilindiği gibi Alman Devleti öğretmen atamalarını durdurmuştur. -Buna rağmen nasıl olduğunu bilmesek de istenildiğinde yeni atamaların yapıldığını da görüyoruz.- Alman makamları bu işi Türk devletine yıkarak haklı olarak maddî açıdan kendi çıkarları doğrultusunda gereğini yapmıştır. Artık yeni atamalar Türkiye’den yapılmaya başlanmıştır. Oysa Almanca biliyor olması yeterli görülen bu arkadaşların, geçici görevle bu işlerde görevlendirilmesi hem doğru hem de çözüm değildir. Bu sadece adam kayırmanın, kendimizi kandırmanın ve günü kurtarmanın bir yansımasıdır. Gerçek anlamda kalıcı ve geçerli bir çözüm aranıyorsa bunları aşmamız gerekir. Üstelik ortama, bu kültüre ve eğitim sistemine yabancı olan bu öğretmen arkadaşlarımızın nasıl sıkıntılar yaşayacağı ve zorlanacağı da göz ardı edilmemeliler. Kaldı ki burada artık dersler sadece Türkçe dersi olmanın çok ötesine geçmiş, iş artık çok farklı boyutlara gelmiştir. Türkçe dersleri, Türkçe bilen öğrencilerle yapılır. Oysa bugün iş çok farklıdır. Geçici olarak gönderilen öğretmenlerce bu işin yapılamayacağı gün gibi aşikârdır. “Demir tava geldi kömür bitti, akıl başa geldi ömür bitti.” dercesine öğretmen dostlarımızın tam işi kavradıklarında maalesef görev süreleri bitmiş, her şey için çok geç kalınmış olunmaktadır. Ve sil baştan, yeni öğretmenler atanacaktır. Bu konumdaki arkadaşlar lütfen işi bireyselliğe döküp bana gücenmesin. Onların yaşadığı sıkıntıları onlar kadar olmasa da az çok biliyor, duyuyorum. Eğer gerçekten bir şeyler yapmak isteyerek bir parça umut peşinde koşacaksak bireyselliği aşmamız gerekir. Aksi halde bu sorunlara çözüm bulunamayacağı kesindir ve olay bitmiştir.

Her şeye rağmen işin içinde istisnalar yok mudur? Elbette vardır. İşte bu veliler ve öğrenciler bize birazcık da olsa işimizi severek yapma heyecanı aşılamaktadır. Ama nereye ve ne zamana kadar? Çünkü onların sayısı da günden güne azalmakta olup sayıca iki elin parmağıncadır. Bu işler kişisel gayretlerle düzelecek, olumlu yönde gelişecek bir durum değildir. Devlet politikası gerektirir. Bunlar çok yazılıp söylendi. Bu beylik sözleri gereksiz yere yinelemek istemiyorum. Emin olduğum tek şey bu derslerin can çekişmekte olduğudur. Eğer yukarıda açıklamaya çalıştığım noktalar dikkate alınmaz ve yeterince üstünde durularak gereği yapılmazsa; artık bu saatten sonra adeta bitkisel hayata girmiş olan bu dersler için yapacak hiçbir şey kalmamış demektir. Gelinen bu noktada dersleri istemeyen, bunu kendilerine işkence olarak gören ve gereksizliğine inanan öğrenci zihniyeti oluşmuştur. Alman politikacıların ekmeğine yağ süren bu sonuç, okullarda öğretmenlerin baskısıyla oluşmaya başlamış; bilinçsizce Alman öğretmenlerin sözlerinin etkisinde kalan velilerce de benimsenerek pekiştirilmiştir. Her şeye rağmen büyük bir özveri ile bir şeyler yapabilme gayreti içindeki ilke ve ülkü sahibi öğretmenlerin gönüllülük düzeyinde sürdürmeye çalıştıkları bu dersler, eriyip yok olma mahkûmiyetinin ötesinde bir adım ileri gidemeyecektir. Yakın gelecekte, yurt dışındaki çocuklar için ana dilleri olduğunu söyledikleri Türkçe, Fransızca ve İngilizce gibi tamamen yabancı dil niteliği taşıyacaktır. Türkçe öğrenmek isteyen gönüllü Avrupalı Türkler “Benim adım … , senin adın ne?” diyerek işin “a-be-ce”sinden başlayacaktır. Kendimizi buna hazırlamak zorundayız. Eğer istenilen ve kabullenilen sonuç bu ise biz de bilelim. Bilelim ki boşuna ve anlamsız yere sinirlerimizi yıpratıp çareler üretmeye kalkışmayalım. Kabullenmenin zorluğunu bilsek de…

Milliyetçiliği, üç-beş futbol karşılaşmasında elde bayrak avazı çıktığınca bağırmak, çocuklarının boynuna siyasî ve dinî tanımlıkların yer aldığı altın, gümüş kolye takmak sananların bir an evvel bu yanılgıdan kurtulmalarını diliyorum. Diline sahip çıkamayan, bayrağını nasıl dalgalandırabilir? O dil ki o bayrağın olmazsa olmazı olan, göklere yükselen gönderidir.

Gökten atamın bayrağı, dilimden anamın dili eksilmesin.

Tahsin MELAN

* Adı geçen yazıya buradan ulaşabilirsiniz) http://www.dilimiz.com/forum/viewtopic.php?p=17950&sid=a5b8a71b8f1397d331b06ac27a55f59e#17950

 
Toplam blog
: 87
: 3041
Kayıt tarihi
: 07.09.06
 
 

Çankırı doğumlu (1954). İlk ve ortaokulu tamamladıktan sonra liseye Ankara'da devam etti. Özel ti..