Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mayıs '09

 
Kategori
Öykü
 

Yurt kamçısı

Yurt kamçısı
 

resmi sadece içinde geçen bir sevişme sahnesi olduğu için koydum....


4.BÖLÜM

Su hala uykudaydı. Hristo ve Müdüre Hanım sessizliği hala sürdürüyor, iki düşman gibi birbirlerine bakıyorlardı. Göz kaçamakları arada onları ele veriyor ve hemen kendi önlerine bakıyorlardı. Hem birbirleri ile konuşmak istiyorlar hem de her ikisi de bundan oldukça korkuyordu. Biri bunca yılın getirdiği otoriterlik duygusunu bırakamıyor, diğeri ise böyle bir insanla anlaşamayacağını düşünüyor ve konuşmaktan oldukça çekiniyordu. İnsanın bu dramatik olay karşısında algıları bir süre kendiliğinden yok oluyor ve çoğu zaman insan ne yapacağı konusunda bir karar alamıyordu. Sus pus geçen zaman, insanlıktan uzak karakterler, koşullar, ikilimler. Ayrı ayrı insanı tuzağa götüren, kandırmaca olaylardı.

Zamanın hiç ilerlemediği düşüncesi onları birbirlerine daha kinli hale getiriyor, bu uzun yolculuk akıl almaz bir sürgün hali alıyordu. Durduk yere birbirlerine öfkeli çıkışlar yapacak şekilde kanlı gözlerle bakıyorlardı. Aslında bazen onlar da bu anlamsızlığa son vermek istiyorlardı. Çünkü sonuçta her ikisi de ayrı insanlar ve yurda gelindiğinde belki de bir daha hiç karşılaşamayacaklarını biliyorlardı. Ama yine de, içinde bulundukları duruma söz geçiremiyor ve çoğu zaman egolarını tatmin etme duygusunun ötesine geçemiyorlardı. Açıkçası böyle bir yolculuğun hem bireysel hem de toplumsal açıdan bazı doğurduğu sonuçlar vardı.

21. yüzyıla girildiğinde belki de en önemli sorunlardan birisi insanların kendilerini üstün görme ya da bazı insanların aşağılanmış duygularını veya tepkilerini kabul etme olayıydı. Bireysel sorun olarak ele alınması ve sonradan toplumsal bilincin ışığında haledilmesi gereken bir mesele idi bu. Neden insanlar bu tavırları kendilerine güç kazanmak için ediniyorlardı? Hangi toplum ya da hangi bilinç bunu açıklamasını yapabilecek bir mantığa sahipti? Evet, belki de cevap verilemeyecek ve aslında verilse de bu tür tavırları kendi benliğinden uzaklaştıramayacak bir insan topluluğuna sahiptik bizler. Hep alışkanlıklarımız vardı. Hiçbir zaman bir üst yönetici, bilmem kaçıncı basamakta yer alan bir insan ya da insan mı demeliyiz bilmiyorum ama her ne ise onunla muhatap olmamalı idi. Çünkü yaşamda ilerlemek bunu gerektiriyordu. Çünkü güçlü olmak, insan olmaktan öte bir yerdeydi. Böyle bir toplumda da insanların yozlaşmazsı anormal karşılanamazdı herhalde…

Hristo aniden bir dönüş yaparak sağa döndü. Müdüre Hanım oldukça ürktü ama çaktırmamak için de, hiç bir şey olmamış gibi davrandı. Hristo, “pardon” dedi. “önemli değil” diye cevap verdi ve suskunluk kaldığı yerden devam etti.

Tuhaf bir yoldu. Oldukça sessiz, hatta hiç arabanın geçmediği bir yoldu. Müdüre Hanım neden bu yolun bu kadar ıssız olduğunu merak ediyor, arada bir arkasına bakıp, bu tek şeritli yoldan başka arabanın geçip geçmediğine dikkat ediyordu. Korkmuş gibi davranmak onu ele vereceğinden, oldukça sakin davranıyordu. Ama arada bir etrafına baktığı zaman her tarafın ağaçlarla ve yeşillikle kaplı olması hem onu huzurlu kılıyor hem de onun korkusunun artmasına neden oluyordu.

Su korku ve büyük bir sarsıntı ile uykusundan fırladı. “aneeee, babaaaaa” diye bağırdı. Arabanın tekeri patlamış ve bu teker sesinden kaynaklanan patlama sesi, Su’nun çok fazla korkmasına neden olmuştu. Müdüre Hanım “tamam kızım, korkma yok bir şey” diyerek sakinleştirmeye çalıştı. Ama Su bundan çok fazla etkilenmişti. Sürekli ağlıyordu. Sanki o olayı tekrar yaşamıştı. Sanki bir rüyadaydı ve rüyaları gerçeğe çıkıyordu. Ağladı, ağladı, ağladı…

Hristo ön sol tekerleğin patladığını ve en kısa sürede bunu haledeceğini Müdüre Hanıma söylerken, müdüre hanımın gözlerindeki öfkeden kendini alıkoyamadı. Adeta o an Hristo korkmuştu. Neden öyle baktığına bir anlam veremese de, çok korktuğu gözlerinden açığa vuruyordu kendisini. Böyle bir korkuyu bir defa daha yaşamıştı ama bu biraz farklıydı. Adeta kendisini öldürmeye hazır birisiyle karşı karşıya gelmişti. Bir an aklına yaşadığı o kötü anlar geldi. Bir tren yolculuğu ve hayatının karardığı gündü. 1960 yılların sonu idi. Annesi ile birlikte gittiği bir yolculukta, vagonun raydan çıkarak annesinin ölümüne neden olduğu o kötümser günler geldi aklına. Bir an akan gözyaşlarını fark etti ve duraksadı. Yutkundu. Öylece etrafına baktı ve annesinin gözleri adeta karşısında gibiydi. Onu ne kadar özlediğini, ona doyasıya sarılmak istediği geldi aklına. Kimsesiz yaşamın zorluğu, hayatla mücadele etmenin, savaşmanın ve yalnızlığın izlerini sürdü öylece, kimsesizce. “Hayır” dedi kendine. Bir defa daha yenilmem hayata. “Neyse” dedi. Kaldığı yerden, patlamış tekeri değiştirmeye koyuldu. Ama hâlâ Müdüre Hanım’ın gözlerinin, üstünde olduğunun farkında idi ve her an öfkesinin patlamasını bekliyor ve kendini buna hazırlıyordu. Ne demesi gerektiğini planlıyordu. Acaba nasıl davranmalıydı. Bağırırsa o da mı bağırmalıydı, yoksa sakince cevaplar verip onu yumuşatmalımıydı. Yani zor bir an onu bekliyordu ama o bunlardan yılmayacak kadar çok acı çekmiş ve bunla baş edebilecek güce sahipti.

-“Hep senin yüzünden bunlar başımıza geliyor farkındasın değil mi?”

-“Neden benim yüzümden olsun, ben mi tekerliğe patla dedim.”

-“Böyle bir yoldan gitmeye kalkışırsan patlaması gayet normal. Baksana etrafa bir, farkında değilsin belki ama bu yolda her şey olabilir. Üstelik burası çok sessiz ve bize yardım edebilecek kimse de yok”

-“Ben ne yapayım ben mi buradan gelmeyi tercih ettim, bu yoldan gitmesek yolumuz oldukça fazla uzayacaktı ve benim sizi biraz daha fazla çekemeyeceğim ortaydı.”

Hristo bu olanlara anlam veremez. Hem sakin sakin karşısında konuşan bir bayan hem de onu aşağılayan ve sanki onun suçuymuş gibi üstüne giden birisine nasıl davranması gerektiğini bilemiyordu. Müdüre Hanım’da aslında onun suçu olmadığını bilmesine rağmen, eline geçen bu fırsatta, içini dökmeliydi. Bu yolun en kestirme yol olduğunu ve diğer yollardan herhangi birinden gitse, yolun en azından iki saat uzayacağının o da farkındaydı. Ama yolun sıkıcılığı ve Müdüre Hanım’ın bugüne kadar içinde bulunduğu bu otoriter tutum yüzünden olsa gerek, bu tartışma birazdan fazlasıyla uzayacak ve belki de hiç gelmemesi gereken bir yere taşınacaktı. Hem en acı olayların açılacağı kapı hem de içinde bulundukları psikolojinin bir yıkımı olacaktı belki. Müdüre Hanım bir yandan kendisiyle hesaplaşıyor, diğer bir taraftan da Hristo’yu suçlamasa ona karşı koymazsa yenikmiş havasını üstüne yapıştıracağına inanıyor ve Hıristo’ya sert çıkıyordu.

-“Sanki ben seninle yolculuk yapmaktan çok memnunum.”

-“Memnun olmadığınız o asık suratınızdan her halükârda belli zaten.”

-“Ne olmasını bekliyordun? Sana nasıl davranmalıydım? Benim arkadaşım değilsin, sadece sıradan bir şoförsün, seninle konuşmamı ve sohbet etmemi beklemiyordun herhalde!”

-“Evet, ben sadece bir şoför parçasıyım. Bu konuda haklısınız. Ama eminim sizin de konuşacak bir arkadaşınız dahi yoktur. Belki de kendinizi içine soktuğunuz kalıp yüzünden böyle davranıyor, bunun size saygı kazandırdığına inanıyorsunuzdur. Ama bence sadece basit ve kendini beğenmiş bir kadından başka bir şey değilsiniz. Unutmayın ki size etrafınızdaki insanlar yağcılıktan başka bir şey için yaklaşmazlar.”

Müdüre Hanım bir an susar ve gerçekten de etrafında kimsenin olmadığını fark eder. Herhangi bir sorunu olduğunda konuşabileceği hiç kimsesi yoktur. Sadece onu dinleyen bir psikolog o da sadece işi gereği dinliyordu. Bunun karşılığında aldığı para da ayrı bir konuydu zaten. Bir an ne kadar yalnız olduğu suratına vurulmuştu. Bugüne kadar yaşadığı acıları hiç kimse böyle suratına vurmamıştı, hiç kimse kendisine böyle acı şeyler hatırlatmamıştı. Hristo devam eder;

-“İnsanları aşağılamakla ne kazandığınızı anlamıyorum ve bir yurdun müdiresi olarak eğer ki o çocuklara da öyle davranıyorsanız ne yazık o çocuklara. Onlar orada geleceğe değil, gerçekten sokak çocukluğuna hazırlanıyor demektir.”

Oysa ki müdüre hanımı yurtta hemen hemen herkes severdi. Hizmetlilere, çocuklara, eğitmenlere ve herkese gerçekten çok iyi davranırdı. Her ne kadar çoğu zaman surat ifadesinde bir tebessüm olmasa bile oradaki bütün çalışanlar ve çocuklar onun çok iyi bir insan olduğunu bilirdi. Her şeye rağmen o bazen yurdun prensesi olurdu. Bir sorun çıktığında hemen halleder, belki de kimsenin susturamadığı bir çocuğu, o sadece masum bakışlarıyla sustururdu.

Bir an gözlerinden akan gözyaşlarını, Hristo görmesin diye arkasına döndü. Derin bir nefes aldı. Ve kısık bir ses tonu ile

-“Sence ben o kadar mı kötü bir insanım”

Hristo her ne kadar ona daha fazla bir şey söylemek istemese de devam etti.

-“Evet, bayan o kadar kötüsünüz. Bir insanı aşağılayıp onun mesleği için küçük görecek kadar kötüsünüz. Bu durumun size bizzat acı verdiği ortada.”

Müdüre hanım bunları kabullenmek istemiyordu. Gözyaşlarını sildi ve Hristo’ya dönerek,

-“Sen öyle sanıyorsun. Ben bu durumdan çok memnunum. Ve etrafımda bulunan birkaç insanın bile beni sevdikleri, her zaman yanımda oldukları için onları çok seviyorum. Ve bununla beraber bugüne kadar çok şey kazandım. Kendi evim, arabam oldu. Ya senin, senin neyin var?”

-“Eminim daha bir erkekle bile yatmamışsındır. Senin sorunların var bayan ve şu durumda bile hırsın verdiği bir güçlülükle beni aşağılamaya devam ediyordun. Ama inan ki ne araba ne de ev içinde konuşabileceğin bir insan, elini tutabileceğin bir insan olmadıktan sonra dört duvardan başka bir şey değildir.”

Müdüre Hanım bir an eski günlerini hatırladı. Çocukluğunu. Orada ailesiyle ne kadar mutlu olduğunu hatırladı. Ya şimdi nerdeydiler, neden yoktular? Neden yalnız kalmıştı? Hani çok sevdiği kardeşi, neredeydi? Neden artık yanında değildi? Bunlarla yüzleşmekten korksa da, bugün belki onların yüzünden yalnızlığa mahkûm olmuştu. Aslında tek sorunu ailesi de değildi. Yaklaşık olarak beş yıl önce yaşadığı bir olaydan sonra artık herkesten uzak, sadece çalışan bir bayan olmayı tercih etmişti. Ama beş yıldır psikolojik tedavi alıyor ve hala etkisi altında kaldığı o olaydan kendini kurtaramıyordu. Onun için çok zor günlerdi. Acıydı. Yalnızlığın pençesinde duran bir kadının belki de son kez yaşayacağı bir yüzleşme ile iç içeydi.

Kendini tutamadı ve ağlamaya başladı. Hristo’dan özür diledi. Bunların bir anlık olduğunu, aniden ağzından döküldüğünü söyledi. Aslında Müdüre Hanım’ın kızgınlığı Hristo’ya değil eski kocasına idi.

Bu yüzden erkeklere karşı hep aksi davranır, onları aşağılamayı onur gibi görürdü. “Özür dilerim” dedi, Hristo’ya. Ağlamaya hala devam ediyordu. Hristo ağladığını görünce, pişman oldu. Aslında çok da abartmamıştı. Ama kadının kırıldığı, gururu ile oynandığı açıkça ortadaydı. O da “ben özür dilerim, abarttım galiba. Kusuruma bakmayın.” Dedi.

-“Hayır, çok haklıydınız. Kendimle yüzleşmiş oldum bu sayede.” Derken;

-“Beş sene önceydi. Onu çok seviyordum. Her şey yapabilirdim onun için. Hatta ailemden uzak kaldım onun yüzünden. Annemi babamı son bir kez bile göremedim. Onun da beni sevdiğine inanmıştım. Hayattaki tek yoldaşımdı. Beni anladığını zannediyordum. Onun yanında iken o kadar huzurluydum ki, ailemi görmez oldum ve hep onları suçladım yalnız kaldığımda. Şimdi fark ediyorum, suçlu olanın ben olduğunu.

Çok mutluyduk. Her şey yolunda idi. Dünyalar benimdi. Onunla olmak hayatımın sonuna dek onunla yaşamak, bana çok huzur verecekti, hep buna inandım.”

Hristo bunları duyduğunda biraz da olsa dedikleri için üzülmeye başladı. Hiç ses çıkarmadan onu dinliyordu. Bir taraftan da ne olursa olsun bir insanın başka bir insanı hor görmesi, onun hoşuna gidecek bir davranış değildi. Müdüre Hanım anlatmaya devam etti;

-“Altı sene önce ikimizin de istediği gibi bir düğün yaptık ve evlendik. İlk sene her şey yolunda idi. O kadar çok mutluyduk ki neredeyse herkesin bizi kıskanacak kadar, çok mutlu. Tabii bu mutluluğum yurtta hem çocukların hem de çalışanların beni çok sevmesini, çok sıcak bulmalarını sağlamıştı. Ama aradan bir sene geçti ve o beni bir başkası ile aldattı. Ben çok hırslı bir kadındım ve aynı zamanda da kandırılmaktan da hiç hoşlanmazdım. O kadar mutluyduk ki neden böyle bir şey yaptı anlamadım. Yavaş yavaş benden uzaklaşmaya başladı, her gün ne olduğunu soruyorum ama o bana, yorgunum deyip geçiştiriyordu. Uzun süre böyle geçti. Ama aramızdaki sevginin heyecanın bittiği açıkça ortadaydı. Eskiden eve her geldiğinde çiçekle gelir, beni öpmeden eve girmezdi. Sonra neredeyse her gece sevişmekten, benim dudaklarıma bakmaktan kendini alıkoyamadığını söylerdi. Bu bir kadının duygusunu nasıl okşardı bilir misin sen? Her gün film seyreder, yorum yapardık. Arada tartışırdık, kavga ederdik. Sonra yastık atışmaları. Adeta çocuk gibiydik. Sonra o şarabı çok severdi. Her akşam romantik bir ortam yaratır, elimize şarapları alır, sadece göz göze bakardık. Bazen yıldızlar bize eşlik eder, çoğu zaman kaymaya başlar ve biz de dilek tutardık. En sevdiğimiz şarkıları açar dans etmeye başlardık. Aslında çoğu zaman nasıl dans ettiğimizi bile bilmez, oraya buraya zıplar dururduk. Nefesimiz kesilinceye kadar dans etmeye devam eder, sonra yorulur ve kendimizi hemen ilk bulduğumuz yere atar, dinlenirdik. Onun bakışları çok güzeldi. Nefesini nefesimde hissetmek çok güzeldi. Onun dudaklarıma bakışı bir başkaydı. Sanki benden çok dudaklarıma âşıktı. Öylece durur bakar, sonra biraz ellerini dudaklarımda gezdirir ve öpmeye başlardı. Saatlerce sürerdi bu öpüşmeler. Sonra olduğumuz yerde uyuya kalırdık. Genellikle evimizin şömineli odasında oturur her gün onu yakar ve ilk gün âşıkları gibi davranırdık. Kar yağdığı zamanlarda, o soğuğa rağmen dışarı çıkar, gezmekten, karların bir bir üstümüze düşmesinden çok hoşlanırdık. Belki saatlerce gezdiğimiz olmuştur, o sessiz akşamlarda. Hatta bir gün gecenin ikisinde kar yağmaya başlamıştı. “hadi hazırlan, çıkıyoruz, bunu kaçıramayız” dedi. Hemen dışarı çıktık. Sokaklarda hiç kimse yoktu. Sokak lambalarının o loş görüntüsü hiç aklımdan çıkmaz. Kar yeni yeni tutmaya başlamış ve çam ağaçlarını o kadar güzel kılmıştı ki o gece benim en güzel gecemdi. Saatlerce sokaklarda gezmiş, fotoğraflar çekmiştik. Her anı, her dakikayı fotoğraflamıştık. Sonra bir banka oturup, yaşlılığımızdan bahsedip, hala o şöminenin başında oturup bu anıları tazelerken, çektiğimiz fotoğraflara bakacağımız günlerin hayalini kuruyorduk. Ben konuşurken bana bakışı, beni izleyişi bir ayrıydı onun. Hiç kimse onun kadar anlamlı bakamazdı bana. Bir an dudağımdan tekrar öptü ve koşmaya başladı. “Seni seviyorum” dedi. “Benim bir tanemsin, her şeyimsin, tek kelimeyle sen bensin bende senim” dedi. O kadar ayrı bir duyguydu ki yaşadıklarım, anlatmaya kıyamıyorum. Sonra sabaha doğru eve döndük. Çok üşümüştük ama her şeye rağmen çok hoştu. Hemen şöminenin başına oturup, birbirimize bakmaya devam ettik. Sonra işte...”

“Sonunda aradan bir yıl geçti ve ben aldatıldığımı öğrendim. Belki o kadar güzel anılarım olmazsa, belki onları yaşamış olmasak, hiç umurumda olmayacaktı. Ama ben bir daha bana bakan öyle birisiyle karşılaşmadım. Sonra psikolojik destek almaya başladım. Sürekli hayata küsme, olumlu yaşa dediler ama nasıl olacağı konusunda hiçbir yardım etmediler. Yok, unut onu. Seni seven başka birisiyle ol dediler, ama olmadı işte. Elinde sonunda ben de yenik düştüm ve bu yüzden erkelerden de nefret etmeye, hepsini aynı kefeye koymaya başladım. Anlayacağın böyle işte…” Hristo biraz sustuktan sonra konuşmaya başlar.

-“Belli ki bu sende çok büyük hasarlar meydana getirmiş. Ama ben bu olaya şöyle yaklaşmak istiyorum. Ne yaşamış olursan ol, bir başkasını bu yüzden suçlamak en büyük yanlıştır. Evet, olumlu düşünmeli ama yinede senin için en iyi kararı almalıydın. Sen her şeyden önce kendine zarar vermişsin anlaşılan. Sonra belki de sana daha güzel bakanlar oldu ama sen görmek istemedikten sonra, dünya ayağına dökülse işe yaramayacaktı. İşte bu yüzden kendin için yaşamayı öğrenmelisin ve unutma ki psikologlarda bazen yanlış bir teknik uygulayabiliyor. Sonra ilaç tedavileri, sen de başlamışsındır büyük bir ihtimal. İşte her şeyden önce kin duygusunu vücudundan arındırman lazım. Artık kendini düşünmen gerek. Çünkü sen onu değil aynı zamanda da o seni değil, o sadece kendisini aldatmış ve kandırmış oldu. Sen güzel bir bayansın. Duruşun, yürüyüşün o kadar asil ki senin yerinde olmak isteyen birçok bayan vardır, eminim. Ama sen kendine ceza vermiş, o güzel yüzünden gülmeyi eksik kılmışsın. Oysa ki onun ihtiyacı o zaten. Ve seni eski haline döndürecek en büyük ilaçta; sadece gülmeyi hatırlaman canım. İşte her şeyle kendine ceza veren sen olmuşsun.”

Bunları söylerken adeta ona bir âşık gibi bakıyor. Ondan hoşlandığını göstermeye çalışıyordu. Yavaşça yanına geldi, hâlâ konuşmaya devam ediyor bu da Müdüre Hanıma çok iyi geliyordu. Nerdeyse beş senede kurtulamadığı duygulardan burada kurtulacakmış gibi hissediyor ve onu dinlemekten ilk defa bu kadar keyif alıyordu. Hristo yanına oturdu, biraz daha konuştuktan sonra, ona bakmasını istedi. İlk önce gözyaşlarını elleriyle sildi. Sonra yavaşça dudaklarına doğru ellerini götürmeye başladı. Aslında çok korkuyordu bunu yaparken. Yanlış anlaşılmak istemiyordu ama ondan etkilenmişti ve bunu belli etmek istiyordu. Müdüre Hanım da her ne kadar ses çıkarmaya kalkışmak istese de, bu ruhunu okşayan adama sessiz kaldı. Biraz ona baktı, bakıştılar. Hristo adeta onu etkisi altına aldı ve usulca dudaklarına eğilmeye başladı. İlkinde her ne kadar uzak dursa da Hristo tekrardan dudaklarına doğru eğildi. Bir an sanki oymuş gibi, karşı koyamadı. Sanki onun nefesini alıyordu. Onun kokusu vardı üstünde. Orada o güzelim, yeşilimsi ağaçların altında, çiçeklerin yanında oturup sevişmeye başladılar. Müdüre Hanım sanki eski günler geri gelmiş gibi, adeta bir çocuk gibi seviniyordu.

Uzun süre bunu devam ettirdiler. O anın keyfini çıkardılar. Yaklaşık olarak iki saat geçmişti ama patlayan tekerlik hâlâ aynı durumdaydı. Yapılması ve yola koyulmaları gerekti. Ama her şeyi unutmuş gibiydiler. Hem sevişmenin hem de ortamın güzelliğinin tadını çıkarıyorlardı. Müdüre Hanım bir an duraksayarak her ne kadar da sevişmeye devam etse de,

“dur, hemen kalk ve şu sorunu hal et. Buradan hemen gitmeliyiz.”dedi.

Hristo kalktı, tekerliğe doğru gitti, eğildi beş dakika sonra ayağa kalkarak “tamam bayan, hal olmuştur” dedi. Müdüre Hanım bu kadar kısa sürede yapmasını beklemiyordu. Şaşırmış bir şekilde “bitti mi?” dedi.

-“Evet, bitti, yola devam edebiliriz” diyerek arabaya bindiler. İlk önce yaptıklarının yanlış olduğu varsayımında bulunarak, biraz suskun kalmayı tercih ettiler. Ama aradan biraz zaman geçince Hristo, “hala susarak mı yola devam edeceğiz?”dedi. Müdüre Hanım her ne kadar ilk önce bu soruya ses çıkarmasa da, gözlerindeki mutluluk dolu bakışlar onu ele veriyordu. Eskiye dönüş yaşanmıştı sanki. Yeniden doğmuş gibiydi. Her şeyin çok iyi olacağına inanıyordu. Hatta inanıyorlardı.

Uzun süren bu yolculuğun sonu geldi nihayetinde. Artık yurdun oradaydılar. Ayrılmak istemeseler de, mecburdular. Herkes işine devam etmeliydi. Hristo “sana bir şey söylemek istiyorum. Yalnız ikimizin arasında kalacak ama bunu söylemem için bana bir yemek borçlu olacaksın ve seninle bu akşam yemekte buluşacağız” dedi.

-“Tamam, neden olmasın. Bu akşam saat 7:00 de beni buradan alırsın” dedi.

-“Olur, seni burada bekleyeceğim” dedi ve bir öpücük atarak yoluna devam etti.

Yaşadıklarından dolayı Müdüre Hanım’ın baya bir aklı karışmıştı ama ondan önce akşam yemeğinde söyleyeceği önemli şey neydi acaba. Bir süre durdu. Dalmıştı. O an içeriden gelen birisi ona seslendi. Su da şaşırmıştı. Onu gördüğünden beri ilk defa gözleri bu kadar parlıyordu. Anlaşılan yolda bir şeyler olmuştu ama Su bütün yolu uyuyarak geçirdiği için, ne olup bittiği konusunda bir fikir yürütemiyordu. Fakat anladığı bir şey bu ikisi onun uyanık olduğu zamanlarda hiç konuşmuyor ve birbirlerine aksi bir şekilde bakıyorlardı. Oysa ki ayrılırken birbirlerine yemek sözü veriyor ve gizli bir şeylerden konuşacaklarını vurguluyorlardı. Müdüre Hanım çalışanlardan birinin ona seslendiğini ilk önce duymadı. Sonra tekrar o ses gelince, hemen kendine geldi ve “tamam geliyoruz” dedi. Su’nun elinden tutarak yurdun girişine doğru ilerledi. Su her ne kadar yurdu beğenmiş olsa da, sonradan nelerin olabileceğini kestiremediği için, çokta mutlu değildi. Elini tutan Müdüre Hanım, karşıdan ona doğru gelen bayan, oldukça iyi gibi görünüyorlardı. Ama yine de kararsız kalmıştı. Hep bir endişe içindeydi. Acaba bundan sonrası onun için nasıl olacaktı.

 
Toplam blog
: 59
: 588
Kayıt tarihi
: 08.05.09
 
 

Hayata dair çok fazla beklentim var aslında, fakat bu beklentileri karşılayabilcek zamanı yaratma..