Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '08

 
Kategori
Siyaset
 

Yurtsuzluk Korkusu

Yurtsuzluk Korkusu
 

Balkan Savaşı'nın acı manzaralarından biri...


Türkiye halkının bir sürgünler topluluğu olduğunu söylemek yanlış olmaz. ABD gibi “göçmenler” değil “sürgünler”, sürülmüşler, yerinden yurdundan edilmişler topluluğu...

Anadolu tarih boyunca hareket halindeki kavimlere bir köprü ya da durak olmuştur. Kavimler Doğudan Batıya, Kuzeyden Güneye ya da tersi yönlerde göç, sürgün, istila ve işgal yoluyla Anadolu’ya gelmiş, kimi burada öteki topluluklarla karışıp kalmış kimi de başka coğrafyalara göçmüştür.

Ancak Anadolu sürgünler yurdu kimliğini esas olarak son yüz elli – iki yüz yılda kazandı. Bunda en önemli etken de Rusya’nın serpilip gelişmesi ve emperyal bir güç olarak etrafına yayılmaya başlamasıdır. Bu saikle Güneye yönelen Rusya, Kırım ve Kafkasya’daki çeşitli etnik kökenlerden Müslüman halkların yurdunu işgal edip onları katletti ya da sürdü. Sürülenlerin önemli bir kısmı Osmanlı topraklarına, özellikle de Anadolu’ya yerleşti. 1771-1891 yılları arasında sadece Kırım’dan Anadolu’ya 2 milyondan fazla insan göçtü. 1768-1886 yılları arasında Kafkasya’dan göçenlerin (çoğu Çerkes kökenli) sayısı 2 milyondan fazlaydı. O zamanlar Anadolu’daki yerli nüfusun en fazla 8-10 milyon olduğu göz önüne alınırsa bunun toplam nüfusa göre ne kadar yüksek bir oran olduğu daha iyi anlaşılır.

Göçler Kırım ve Kafkasya’yla sınırlı değildi. Balkanlardaki milliyetçilik akımlarının güçlenmesi ve buradaki toplulukların kendi devletlerini kurma mücadelesine girmesiyle birlikte 1800’lü yılların ikinci yarısından itibaren Anadolu yeni bir göç dalgasıyla karşılaştı. Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya, Romanya, Makedonya, Arnavutluk gibi bölgelerden Osmanlı tebaası milyonlarca Müslüman Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldı. Burada “Müslüman” sıfatını bilerek, özellikle kullanıyorum, çünkü bunların çoğu etnik anlamda Türk değillerdir, Kırımlılar Tatar, Kafkasyalılar Çerkes, Bulgar göçmenlerinin önemli bir kısmı Pomak, Yugoslav göçmenlerinin çok büyük bölümü de Boşnak yani Slav kökenlidir. Zaten o dönemlerde din kimliği etnik kimlikten önce geliyordu. Osmanlı “Türk” değil her şeyden önce bir “İslam” devletiydi. <ı>

Kısaca bugün, özellikle de Batı Anadolu nüfusunun çok büyük bir bölümünün bu sürgün topluluklarından oluştuğu tarihsel bir gerçek... Bu gerçeğin arkasında ise başka ve daha önemli bir gerçek saklı: büyük bir trajedi ve onun kuşaktan kuşağa aktarılan travmaları…

Bu insanlar yurtlarında canları sıkılıp keyif için göçmen olmadılar. Savaşların ortasında kaldılar, yurtları, evleri, malları, toprakları ellerinden alındı. Tecavüze ve katliamlara maruz kaldılar. Her şeye rağmen hayatta kalabilenler de yalın ayak, aç çıplak yollara düşüp günler aylar boyu yürüyerek Anadolu’ya geldiler. O tarihlerde yolculukların şimdiki gibi trenle, gemiyle, uçakla yapılmadığını, sadece yolculuğun kendisinin bir azap, bir işkence olduğunu unutmamak lazım. Yani gezmek için bir yerden bir yere gitmek bile başlı başına büyük bir risk ve güçlüktü. O şartlarda çoluk çocuk, yaşlı, kadın, hasta veya engelli insanların zorlu doğa koşullarında üstelik bir kıyıma uğrayarak, ölülerini mezara bile gömemeden yollara düşmesini gözümüzde canlandırırsak bu travmanın ne kadar büyük ve etkili olduğunu daha iyi anlayabiliriz.

Bunların içinde en büyüğü ve etkileri günümüze kadar süren sürgün/göç dalgası ise Balkan Savaşı yenilgisi ertesinde yaşananıydı. Tarihe “Balkan Faciası” olarak geçen yenilgide Osmanlı hem topraklarını, hem askerini ve cephanesini hem de nüfusunun önemli bir kısmını yitirmişti. Tarihçiler bu hezimette de İttihatçı kadronun gözü dönmüş kadrolaşma ve iktidar hırsının etkili olduğunu kabul etmektedirler. Savaşın hemen öncesinde İttihatçı subaylara yer açmak için 1000 kadar tecrübeli subay emeklilik yoluyla ordudan uzaklaştırılmış, Balkanlarda önemli bir çatışma olmayacağı öngörüsüyle 75 bin asker terhis edilmişti. Cephanelikler savunmasız bırakılmıştı.

Savaş çok kısa sürede kaybedildi. Sonuçları ise çok ağır oldu. Sadece Balkanlar değil, Doğu Trakya da kaybedilmişti (sonra Trakya topraklarının bir bölümü geri alındı). Katledilen ya da kaybedilen topraklarda kalan Müslüman nüfusun yanı sıra milyonlarca insan da perişan halde Anadolu’ya göçmek zorunda kaldı. Yaşananlar tam bir vahşetti; hatta bugünkü hukuksal terimle tanımlamak gerekirse “soykırım”dı. Bu yüzden Balkan Faciası toplumsal belleğimizde en derin travmayı yaratmış, etkisi günümüzde bile devam eden bir olaydır. O facia sonrasında Osmanlı ahalisinin, zamanın Osmanlı yöneticilerinin ve entelejensiyasının gözünde Anadolu sığınılacak son yurt olarak kaldı.

Bu yurdun da elinden alınması korkusu Türkiye toplumunun ruhunun derinlerindeki en büyük korkudur. Hem halkın yüreğine hem de devletin zihnine kazınmış fobi derecesinde bir korku... Yaklaşık yüz yıldan beri Türkiye topraklarında devlet eliyle gerçekleştirilen Ermeni Tehciri, Mübadele, Trakya Olayları, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül komplosu gibi sayısız hukuk ve insanlık dışı uygulama, esasında bu derin korkunun eseridir. Derin korku çoğu zaman bireylerin, toplumların ve devletlerin mantığını işlemez hale getirir, hukuku ortadan kaldırır; yaşanan da budur…

(Devam edeceğim)


........

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..