Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ağustos '06

 
Kategori
Felsefe
 

Yürüyorsun ...

Yürüyorsun ...
 

Yürüyorsun. Birazdan aklına nice zamadır unutmaya çalıştığın sesler gelecek. Yine her zaman yaptığın gibi beceriksizce bir ıslık tutturacaksın. Sustuğunda kafandakiler konuşacak. Yine ıslık, yine susku… Çaresizlik azap vericidir.

Yol kenarlarında yeni açmaya başlamış çiçekleri izle. Renk ahenginde unut kendini. İzliyorsun çiçekleri, gözlerin birinden diğerine kayıp duruyor. Birini seçip çiçeklerin içinden polenine kadar yalnız onu yaşamalısın. Oysa sen hiç birini görmüyorsun. Bakışların yüzeysel ve anlamsız.

Engel olamadığın düşünceler canlanmaya başladı zihninde değil mi?. Yüzün donmuş. Teslim olmuş gibisin. Islık çalmayacak mısın? O halde sizin oraların içli türkülerinden birini oku. Yüzünü öyle yüzsüz tutma. Geçmesi için bir şey yap. Durma.

Sanrılar, hezeyanlar, saplantılar.. Olabilir,kokmana gerek yok. Bunlar insanoğlunun düşünme yetisi karşılığında ödediği bedeller. Hem yalnız sen mi boğuşuyorsun sorunlarla? Evet der gibi süzüyorsun etrafını. Şu ıssız ovaya bak. Boşlukta ilerleyen bir sen misin? Kendinden başkasını göremiyorsun, eminim. Ve isa gibi insanlığın bütün günahlarını sırtlandığını hissediyorsun. Bu, söylemeliyim ki yalnızca budalalık. O sürekli işleyen beynine yazık.

Doğada görmediğin çiçek, böcek, kuş.. onlarda yaşamın damarlarından besleniyor. Yani ne yazık ki yalnız değilsin ve buna ben izin vermem zaten.

Başını sağa sola sallamanın bir yararımı var zannediyorsun. Beynindeki sıvılar bir birine karıştığında düzelecek misin? Hiç sanmıyorum.

Yürüyorsun. Birazdan kasabaya varacaksın. Şu ileride görünen taşlı tepenin ardında saklanıyor. O tepenin sıska doruğundan sayısız defa izledin kasabayı, içine kimi kez sıkıntı, bazen sevinç doldu bakarken. Ya şimdi? Bir türlü silemediğin düşüncelerle, beynin ağırlaşmış olarak tırmanacaksın. Kendini aşağıya, bir taş gibi bırakma isteği uyanacak. Ama biliyorsun, bir et yığını olarak aşağı indiğinde kanayan birkaç yer ve morartıların haricinde ölümün “ö”sü bile damgalamayacak vücudunu. Biliyorsun, sağ kolundaki yara izine bakıyorsun, geçen denemeden sana yadigar kalan yara.

Kasabaya az kaldı. Önce köpeklerin korkutan çığlığını duyarsın, eline her defasında büyücek birkaç taş parçası sıkıştırırsın. Köpeklerin taştan korktuklarını sana baban söylemişti değil mi? Elindeki taş ihtiyar, kavruk suratlı babanın yüzüne benzer her seferinde. Onu hep burada hatırlarsın. Korkular bağlıyor seni annene ve babana. Bunun kötü bir şey olduğunu hissediyorsun değil mi? Çünkü onlarda korkar ve ihtiyaçları vardır hep çocuklarına.

Sende ihtiyarladın. Bunu düşündükçe çaresizliğin sancısı depreşiyor. Yalnızlık hissi ihtiyarlıkta ölümcül oluyor. Kasabanın köprüsünden geçerken dizlerin ağrıdı. Bu ağrıyı düşün. En azından kafanın içinde aklını bıçaklayan sesleri duymazsın bir süre. Düşün ağrısı, beden acısından çok daha ağırdır.

Çocukların nerede? Senin aklından çıkmayan yüzleri, sesleri. Onarlı hep yanında taşıdığını hissediyorsun. Neredeler? Çok uzun zaman oldu dokunmayalı oğullarına, kızlarına. Unutulma ihtimali… Biliyorum bunu aklına getirmek istemiyorsun; lakin neden aramıyorlar çocuklar babayı.

Bir türkü söyle, sözlerinde onlara dair bir şey olmasın belki bir an sende unutursun.

Şimdi gerisin geri yürü. Üstünden tedirgin adımlarla geçtiğin köprü seni bekliyor. Kızıl bir ırmak senle kucaklaşmayı diliyor.

At kendini aşağı. Hiçbir şey düşünmeden hiçbir şey düşünmeyeceğin yere bırak kendini . Temizlenecek her şey.

Beni ancak böyle susturabilirsin. Şimdi korkulukları tutan ellerin çözülsün…

 
Toplam blog
: 4
: 473
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

"Tüm sanatlar yaşama sanatına hizmet ederler" B.Brecht..