Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Haziran '15

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

YUVAYI DİŞİ KUŞ MU YIKAR ?

YUVAYI DİŞİ KUŞ MU YIKAR ?
 

 

Doğa her şeyi mükemmel bir işleyişte ve dengede yarattığı gibi kadın ve erkeği de birbirini tamamlayan ve dengeleyen şekilde yaratmış ve buna uygun rollerle donatmış, yaratmıştır. Doğanın mükemmel dengesi kadın ve erkeğe farklı roller yüklemiş, fakat kadınla erkek arasındaki bu farklılık, elmanın iki yarısı gibi birbirinden ayrı ama birbirini tamamlayan, bütünleştiren farklardır.

 Kadın ve erkek, doğanın kendilerine yüklediği rolleri benimsemek ve icra ederek bütünleşmek yerine, akıl almaz bir hırs ve kompleksle birbirlerinin alanlarına girerek iyice uzaklaşmaktadır.

Bu rol ve alan tecavüzü, eşlerin birbirini tamamlaması yerine, savunmaya geçmesine, ilişkilerin ritminin, dengesinin bozulmasına ve zamanla eşlerin birbirinden uzaklaşmasına, kopmasına neden olmaktadır.

Bu cümleler belki birçok entelektüel kadının hoşuna gitmeyecektir. Çünkü günümüzde kadınlar, erkeklerle eşit olduklarını, eşit hak ve sorumluluk içinde olmaları gerektiğini savunmaktadır. Ama kadın erkek ilişkilerinde gelinen bu durum; doğal, olması gereken bir sürecin ötesinde; son otuz, kırk yılda sosyal gelişim sürecinde suni olarak ortaya çıkmış ve şu anda yaşanan ilişki ve iletişim sorunlarının çıkmasına neden olan başlıca etkendir.

Doğa, kadını çocuk doğurma, yetiştirme, aileyi, yuvayı bir arada tutma ve kurma becerileri ile donatmış ve kadın bu konuda erkeğe göre yaradılıştan üstündür.

Özümüze, toplumsal ve genetik rollerimize ne kadar uygun yaşar ve yakın olunursa, yani ‘ içimizdeki bizi ’ yaşamanın mutluluğu o kadar fazla hissedilir. Doğal olarak huzurlu, mutlu ve kaygısız bir yaşam; doğal olmayı, samimiyeti ve rahatlığı getirecektir, bu da ayrışmayı değil, bütünleşmeyi sağlayacak ve kolaylaştıracaktır.

Kadın ve erkek doğanın kendilerine yaradılıştan yüklediği; bu uygun rolleri yaşamadığı sürece, doğru ilişkiler kuramayacak ve sağlıklı ilişkiler ve beraberlikler yaşayamayacaktır.

Nasıl gelinen çağda internet, cep telefonu gibi bazı yenlikler inkâr edilemiyor, hayatımızın dışlanamaz bir parçası haline gelmişse, aynı şekilde buradaki maksat kadının eve kapanması vs değil, aksine erkeğin rollerini üstlenerek kendi özünden kopmaması, işe hapsolarak kendinden, kadınlığından, anneliğinden, doğasından uzaklaşmaması ve kendini kadınlığını, rollerini unutmadan, ihmal etmeden geliştirmesidir.

Sonuçta hepimizi, erkeği de, kızı da yetiştiren kadındır. Kadının özüne uygun hayat sürmesi, bilinçli ve mutlu olması kadının kendisini mutlu ve tatminkâr hissetmesini sağlayacak ve kadının bu sinerjisi ailesine ve tüm topluma diğer yaptığı birçok katkıdan daha fazla ve olumlu katkı sağlayacaktır.

Aksi takdirde kadınlar özünden ve en önemlisi  ‘yuvayı kurma’ misyonundan uzaklaşması sağlıklı aile ve huzurlu toplum kavramlarını hayal haline getirecek ve yakın bir gelecekte aile kavramı mumla aranır hale gelecektir.

Modern kültürün yarattığı ve bir moda olarak tüm dünyaya yaydığı bu sözde özgürlükçü düşünce; yanlış temeller üzerine kurulmuş, yanlış yorumlarla bezenmiş; fakat birçok kişinin cazibesine kapılarak peşinden koştuğu bir akım haline gelmiştir. Buna benzer bir tablo 1950 lerden sonra Amerika’ da yaşanmıştır.

O yıllarda birçok genç insanların özünde özgürlük olduğu düşüncesiyle ‘sözde’ aile denetiminden,  kısıtlamalardan, yaptırımlarından kurtulmak, daha özgürce, dilediği gibi yaşamak adına ailelerinden ayrı yaşamaya, kendi hayatlarını, kendileri kontrol etmeye başlamışlardır, ancak bir süre sonra bir şeylerin eksik olduğu hissedilmeye başlamış ve ailelerin bir baskı değil, güven veren unsur olduğu anlaşılmış ve bu sefer geriye dönük ‘özgürlükten kaçış’ başlamıştır.

Belli bir düzen ve kurallarla yaşamanın, sınırsızca bir özgürlüğü yaşayamamanın bir baskı ve hayatı kısıtlayan bir durum olmadığı, aksine aile olmanın, birilerinin arkanızda olduğunu hissetmenin güven veren ve aidiyet duygusunun eksikliğini gideren bir yaşam biçimi olduğu, ayrıca sınırsız bir özgürlüğün insanın hem biyolojik hem de sosyal yapısına uygun olmadığı anlaşılmıştır.

 Her şeyde öncü olan Amerika ve takipçisi Avrupa ülkelerinde; hızla sanayileşme, kadının iş yaşamına girmesi, sosyal ve ekonomik haklar alarak güçlenmesiyle birlikte feminizm; yeni bir dalgayla tekrar canlanmaya ve ortaya çıkmaya başlamıştır.

Bu akım; kadınların, erkeklerle eşit olduğu, eşit hak ve sorumlulukta olması gerektiği gibi birçok kadın için cazip gelen söylemlerle ortaya çıkmış ve birçok kadın kendini feminist olarak nitelemese bile bu düşüncelerden pasif olarak etkilenmeye başlamıştır. Kadının eşi, ailesi için yaptığı veya yapması gereken birçok görev ve sorumluluğu sömürü ve kadının kullanılması olarak lanse edip, sözde kadın haklarını savunan bir misyonla kadınları özünden ve doğasından uzaklaştırmaya başlamış ve bundan etkilenen birçok kadın, erkeklerle düşüncesel olarak çatışmaya ve bunun sonucunda birçok aile yok olmaya veya sorunlarla boğuşmaya başlamıştır.

Binlerce yıldır; kadın ve erkeğin doğal ve toplumsal rollerini yaşarak, yaparak sürdürdüğü evliliklerin son otuz kırk yılda neden bu kadar hızla yok olduğunun sebebi; kuşkusuz yukarıda değindiğimiz gibi feminizm ve kadın hakları gibi suni düşünce akımlarıyla kadının ve erkeğin doğasından gelen rollerinden, özünden uzaklaşması uzaklaştırılmasıdır.

Bugün ülkemizde boşanma oranları % 25, Amerika ve Avrupa ülkelerinde %50, hatta bazı Avrupa ülkelerinde % 70 lere çıkmıştır. Neredeyse üç evlilikten ikisi boşanmayla sonuçlanmaktadır.

Amerikan gençliğinin sözde özgürlük sevdasıyla başlattığı hareketin; bir süre sonra insanların doğasıyla uyuşmayıp geri kaçışın başladığı gibi, insanlık; yakın bir gelecekte kendi doğasına ve özüne aykırı olan bu moda akımların yarattığı sözde eşitlik, özgürlük gibi sonuçlardan kaçıp, doğasında ve kültüründe var olan aile olmaya dönecektir, ama geride kayıp nesiller ve derin toplumsal yaralar bırakarak.

Feminizmin yarattığı deprem kontrolsüz, reyting uğruna yapılan, boşanmayı normalleştiren dizilerle daha ivme kazanmış ve eşe, aileye hizmet etmek kompleks olarak görülmeye, en ufak işlerde bile eşitlik, kadın hakları gibi söylemler yükselmeye başlamıştır. Hiçbir erkek çalıştığı için, eşine çocuklarına baktığı için kendinin sömürüldüğünü düşünmezken, tv de gördüğü ve bilinçaltına empoze edilen düşüncelerin etkisiyle birçok kadın, yapması gereken görevlerden bile rahatsız olmaya başlamıştır.

 
Toplam blog
: 35
: 332
Kayıt tarihi
: 10.06.15
 
 

Psikolog ..