Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ekim '11

 
Kategori
Fotoğraf
 

Yüzlerimi geri ver!

Yüzlerimi geri ver!
 

fotoğraf: Arzu Sandal / 90. yaşgünü


 

 
Sevmiyorum seni artık,
gözlerimi geri ver 
Yalanmış yeminlerin hep,
sözlerimi geri ver
İsyanı tanımazdım ben, seni sevmeden önce
O en mahzun,
o en mahcup yüzlerimi geri ver…
 
 
Gramofondan yükselerek odaya yayılan müzik, sanki onun damarlarında dolaşıp yanağına süzülen yaş olarak akışkanlaşıyordu. Kaybettiği hafızası inanılmaz biçimde gözlerinden akan ıslaklıkta görünür hale geliyordu. Adını bile unuttuğu halde, bu şarkıyı nasıl oldu da hatırladı? Eline verilen sararmış fotoğraflara bakarken “İşte bu benim kocam!” diyerek, alıp defalarca öpmesi, nasıl bir mucizeydi?
 
90 yıllık tarihi olan, kök salmış, koca bir çınar ağacı gibiydi; o torunu Arzu (*)  için. Anneannesi Saime, hafızayı sıfırlıyor dedikleri Alzheimer hastalığına yenik düştüğünden bu yana, ona bebekler gibi bakıyor, yaşam kalitesini geçmişine yakışır biçimde yüksek tutmak için her şeyi yapıyordu. Saime Hanım kimliğini yitirmenin pençesinde, olan bitenden habersiz salınırken, Arzu’nun tüm çabası, belki de pek çoğumuzun başına gelebilecek bu durumu, bir çınara yakışır biçimde olağan ve güzelliklerle dolu yaşaması içindi. Sevgi, şefkat, emek ve fotoğraf makinesiyle kuşanmış, adeta savaşıyordu anneannesinin hastalığıyla. Günlük yaşamının tüm detaylarını, unutulmaya izin vermeyecek bir çabayla fotoğraflıyordu. Onun unuttuğu, kendi anlatamadığı, yazamadığı günlüğü olsun istiyordu bu fotoğraflar.
 
1921 Çanakkale doğumlu, genç Saime’nin babası, Tüccar Ahmet Sakızlı, kızına iş seyahatleri için gittiği İstanbul’dan şık çanta ve ayakkabılar hediye getirirmiş, “Gel bakalım Habeş Kraliçesi” diyerek seslenir ve özenle süslenmiş paketleri verirmiş. Şaşaalı yaşamının içinde de o hep güzel bir kraliçe gibi yaşamış. Eşi Cemil Bey,  ziraat yüksek mühendisi, sevilen,sayılan, dürüst bir devlet memuruymuş. Salon davetleri, bakımlı ve şık kostümleri, saygı gören çiftin kalburüstü cemiyet yaşamlarının birer parçasıymış. Semra, Sema isminde iki kız, Şefik isminde de bir oğlan çocukları varmış. Sırasız ölümlerin en acısını, oğullarını kaybedince yaşamışlar. Bu derin acıya daha fazla dayanamayan Cemil Bey de ardından vefat ederek dünyayı terk etmiş. Saime Hanım’ın dinlediği bazı şarkılar, içinde kanayan çifte yarayı dile getiriyormuş sanki. Radyoda ne zaman Edip Akbayram o şarkıyı söylese, gözleri yaşlar içinde dalar, bazen onunla birlikte mırıldanır, şarkının sözleri arasındaki boşlukta yaşarmış ve sorarmış.
 Hava nasıl oralarda, üşüyor musun?
 
Arzu, o şarkıların anneannesindeki öneminden yola çıkarak, üzerinde çalıştığı projeye fonda eşlik edecek plakları aramakla işe başladı. Kemer altı’ndaki 45’lik Plak Evi’nden önce bir gramofon, sonra da plaklar satın aldı.
 
Evde tüm düzenek her zamanki gibi hazırdı, son eksik olan plak da gramofona takılıp çalmaya başladı. Arzu elinde fotoğraf makinesiyle bekliyordu. Koltukta uyuklayan anneannesinin hüzzam makamına duyarlı o gözleri açıldı. Deklanşör, makineli tüfek gibi çalışıyordu Arzu’nun parmaklarında… Kalbi kreşendo atıyordu, son derece heyecanla çektiği fotoğrafların art arda sıralanışı, beynindeki filmin en mutlu sahneleri gibiydi. Başarmanın vermiş olduğu gururla, geride bıraktıkları hastane anılarını unutmak istercesine hırsla çekiyordu fotoğraflarını anneannesinin.
 
Altı ay kadar önceydi, hastanenin duvarları ve doktorun üşüten o sözleri gibi soğuktu iklim. “Sabaha zor çıkar, artık yürüyemez, burnundan beslenecek, maalesef hastanız son evrede Arzu Hanım.” diyordu doktorlar, Saime Hanım ise altı bağlanmış halde anlamsız ve donuk bakıyordu.Geçmişte anneannesiyle çok güzel yılları, paylaşımları, anıları olan Arzu için bu felaket tablosu, inatçı ve isyankâr mücadelesinin de başlangıcı oldu.
 
Evde ilk önce onun daha kolay yaşayabileceği bir oda hazırladı. Hep eskiden olduğu gibi bakımlı ve temiz olmasına özen gösterildi. Hava güzel oldukça tekerlekli sandalyesiyle bahçeye çıkarılıyor, deniz kenarında gezdiriliyordu. İlaçları, vitaminli mamaları, düzenli takip edildi. Genç, çocuk evde kim varsa sevgilerini kattıkları zamanlarını onunla paylaşıyorlardı. Evdeki ufak kız, ninesiyle boyama kitaplarını, bebeğini, oyuncaklarını paylaşıyordu. Evin delikanlısıyla kulaklıktan bazen rock müzik dinlediler, şakalaştılar. Şen müziklere alkış çırparak eşlik ederken evde düğün havası yaşandı. 90. Yaş kutlaması, ilk yaşı kutlanan bebeğinkinden farksızdı. Sevgi ve emek, tıbbın pes ettiği yerde galip gelmişti. Onunla geçen her an değerliydi ve bunların hepsini fotoğraflarıyla ölümsüzleştirmenin yorgunlukla karışık mutluluğunu yaşıyordu Arzu. O en sevdiği şarkı çalarken baştan sona ezbere söyledi Saime Hanım. Böylesi anları yaşadıkça, büyük ve yaşlı bir hastaya bakmanın tüm zorluğu, yerini mutluluğa bırakıyor ve bir gün daha evdekiler uykuya huzurla geçiyorlardı. O bunları ne kadar bilinçli yaşıyor, ne denli algılıyor artık hiç önemi yoktu. Vazomuzda duran çiçek bile orada durduğu sürece, suyu değiştirilmeyi, özenilmeyi hak ediyordu ki ortam varlığıyla daha yaşanılır ve güzel olsun.
 
Belki de bizim çınarlarımız,  Saime Hanım’ın bu güzel fotoğrafları aracılığıyla, biz yakınlarına sesleniyorlar:
 
“…Ben her şeyi unuttum gözümün nuru, canımın parçası, sen unutma beni, unutturma… O en mahcup yüzlerimi bana geri ver…”
 
 
 
(*) Proje danışmanlığını yaptığım Arzu Sandal, önümüzdeki zaman içerisinde titizlikle çalışmaya devam ettiği  “Yüzlerimi Geri Ver” isimli sergi ve gösterisini izlenime sunacaktır. 
 
 
Toplam blog
: 25
: 1059
Kayıt tarihi
: 16.01.08
 
 

İşletmecilik eğitimi ve sonrasında finans sektöründe bir dönem profesyönel çalışmanın dışında, 19..