Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Şubat '09

 
Kategori
Bilim
 

Yüzümüzü Ağartan Çağdaş Bilim Elçilerimiz

Yüzümüzü Ağartan Çağdaş Bilim Elçilerimiz
 

Fotoğraf: Prof. Dr. Erdal İnönü Anıtkabir'dewww.heryermavi.azbuz.com


Politika, askerlik, tarih, edebiyat, şiir ve müzik deyince dünyaca ünlü birçok değerimizin ismi rahatça akla geliyor. Hatta... Şükürler olsunki, edebiyat dalında - şöyle ya da böyle - bir Nobel'imiz bile var artık.

Oysa bilim insanlarımız denilince, yüzyıllar öncesine dönüp Ali Kuşcu, El Fenarî, İbn-î Sina ya da Zehravî demek bizlerde hiç de somut bir aidiyet hissi yaratmıyordu. Benim kuşağım için akla gelen isimler ise, Cahit Arf ve Hulusi Behçet 'di. Kezâ bir mucidin bilim edebiyatına geçebilmesi için, keşfinin kendi ismiyle anılıyor olması gerekmektedir.

Bu konuda ilginç ve yaşanmış bir öykü de var! Prof. Dr. Erdal İnönü, 1960’larda -genç bir doktora öğrencisi iken- bilim edebiyatı tarihine geçen Türkleri araştırmaya karar vermiştir. 30 yılı aşkın araştırmaları sonucu yedi isme ulaşır. Hem kaderin bir cilvesi hem de sabır, azim ve çalışkanlığın bir ödülü olarak, aradan geçen bu süreçte E. İnönü kendi adını da bilim edebiyatına yazdırmayı başarır. Böylece bu alanda tarihe geçen bilim adamlarımızın sayısı sekize ulaşmıştır.

Aramızdan oldukça yakın bir zaman önce (31.10.2007) ayrılan -ışıklar içinde yatsın- Erdal İnönü’nün tespitlerine göre; bilim edebiyatı tarihine geçen ilk bilim adamımız Ord. Prof. Dr. Akîl Muhtar Özden'dir. Türkiye’de modern farmakolojinin doğuşuna önderlik etmiş isimlerin başında gelen Özden, Muhtar Refleksi (Reflex Moukhtar) adı ile bilinen buluşu sayesinde bilim edebiyatına adını yazdırmıştır. Kendisinin yerel anesteziklerin biyolojik etkilerini değerlendirmek için kullanılan Kobay Sırt Derisi Refleksi (Muhtar Refleksi) konulu çalışması, 1908’de Paris Biyoloji Cemiyeti’nin dergisinde yayınlanır. Daha sonra tıp dergilerinde ve kitaplarında yayınlanan pek çok makalede Özden’in buluşuna “Muhtar Refleksi” adıyla bilimsel atıflar yapılır ve böylece bu bilim adamımız bilim edebiyatına geçmiş olur.

Özden’den sonra gelen ikinci isim de yine tıp dünyasındandır. 1913 yılında Schilling ile birlikte monositer lösemiyi teşhis eden Hasan Reşat Sığındım bu buluşu ile bilim edebiyatına adını yazdırmıştır. Sığındım’ın buluşu Reşat-Schilling Tipi Monositer Lösemi (Reschad-Schilling type leukemia) adıyla literatüre yerini almıştır.

Bir diğer ünlü bilim adamımız ise, artık yeni 10 liralarımızın arka yüzündeki resmi ile tüm yurttaşlarımızın (Ülkemize gelen turistler aracılığıyla da yabancıların) yeni yeni tanıma olanağına kavuştuğu ünlü matematiçimiz Cahit Arf. Arf, doktorasını yapmak üzere gittiği Almanya'da, ünlü Alman matematikçi Helmut Hasse ile birlikte önemli çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmaları soncunda, matematikte ünlü Hasse-Arf Kuramı'nı geliştirmiş ve Arf değişmezi, Arf halkaları ve Arf kapanışları gibi kendi adıyla bilinen matematiksel terimleri bilim dünyasına kazandırmıştır.

Arf Türkiye'ye döndüğünde İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi'nde önce profesörlüğe, ardından da ordinaryus profesörlüğe yükselmiş ve burada 1962 yılına kadar çalışmıştır. 1964 yılından itibaren Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) bilim kolu başkanlığı da yapan Arf, emekliye ayrıldıktan sonra TÜBİTAK'a bağlı Gebze Araştırma Merkezi 'nde görev almıştır. Arf 1985 ve 1989 yılları arasında Türk Matematik Derneği başkanlığını da yürütmüştür. Cahit Arf 1997 yılının Aralık ayında, 87 yaşında, bir kalp rahatsızlığı nedeniyle vefat etmiştir.(1)

Prof. Dr. Hulusi Behçet’in teşhis ettiği “behçet hastalığı” ise bugün tüm dünyada onun soyadıyla anılmaktadır. 1889 doğumlu olan Hulusi Behçet, tıp öğrenimini 1910'da tamamlamış ve 1914’e kadar Gülhane Dermatoloji Kliniği’nde asistan olarak çalışmıştır. 1933 Üniversite Reformu'nda profesör seçilen Hulusi Behçet aynı zamanda Türk akademi dünyasında profesör ünvanını alan ilk kişidir. Behçet, dermatoloji alanında birçok konuyu ayrıntılı bir şekilde incelemiş ve 1936 yılında zamanın en önemli dermatoloji dergilerinden Alman “Dermatologische Wochenschrift”in ( Dermatolojik Haftalık Makaleler) ve Medizinische Welt’in (İlâç Dünyası) yazı kurulları'na da seçilmiştir. Hulusi Behçet bu dönemde takip ettiği üç hastada çeşitli bulgularla karşılaşır ve bunun yeni bir hastalık olduğuna inanır. 1937’de bu görüşlerini “Dermatologische Wochenschrift”te yazar ve aynı yıl Paris’te dermatoloji toplantısında sunar. 1938’de bu konuyla ilgili daha detaylı bir yazıyı yine aynı dergide yayınlar. Bu yayınlar sonucunda bütün dünya yeni bir hastalıkla yüzleştiğini en sonunda kabul etmek zorunda kalır. 1947’de Zürih Tıp Fakültesi’nden Prof. Mischner’in Uluslararası Cenevre Tıp Kongresi’nde yaptığı bir öneriyle, Dr. Behçet’in bu buluşu “Morbus Behçet” olarak adlandırılır.

Babası, ulusal kurtuluş ve kuruluş belgemiz olan Lozan Anlaşması'nın Türk Delegesi olarak adını ilk kez dünya siyasi tarihine altın harflerle yazdıran Prof. Dr. Erdal İnönü ise, fizik alanında geliştirdiği “İnönü-Wigner Kontraksiyonları (İnönü-Wigner Contractions)” ile bilim edebiyatı tarihine ismini yazdırmıştır. Meclis sıralarında dahi fizik problemleri çözerken, ayrıca zeki tavırları ve hazır cevapcı yönüyle anımsadığımız İnönü’ye ait olan “İnönü-Wigner Grup Kontraksiyonu Yöntemi”, grup teorisi ve fizikteki uygulamalarda önemli bir temel niteliğindedir. Prof. Dr. İnönü, Grup Teorisi aracılığıyla matematiksel fiziğe yaptığı önemli katkılardan dolayı, iki yılda bir verilen Wigner Madalyası’nı da 4 Ağustos 2004 tarihinde Meksika’da düzenlenen 25. Fizikte Grup Teorik Yöntemler Kolokyumu’nda almıştır. Wigner Madalyası, fizik alanında Nobel’den sonra gelen en önemli ödül olarak kabul ediliyor. Bilimsel dergilerde yer alan makalelere göre, gezegenlerden en küçük atom altı parçacıkların hareketlerine kadar tüm etkileşimleri açıklayacak kuramların ‘sicim’ ve ‘zar’ olduğu, hayli güçlü bir olasılık olarak bilim dünyasında son yıllarda önem kazanmıştır. Sicim ve zar kuramlarının değişik yönleri arasındaki bağlantıları anlayabilmek için de ‘İnönü-Wigner Kuramı’nın kullanılması gerekmektedir.

Bilim edebiyatı tarihine geçen diğer üç bilim adamımızdan biri olan Prof. Dr. Feza Gürsey matematik alanında geliştirdiği “Pauli-Gürsey Simetrisi” ile bunu başarmıştır. Tıp dünyasına önemli katkıları ile bilinen Dr. Asım Cenani ise “Cenani-Lenz Sindaktilisi (Cenani Syndactilism)” kavramıyla dünya bilim edebiyatı tarihine adını yazdırıyor. Prof. Dr. Sabri Ergun'da bilim edebiyatında “Ergun Denklemi (Ergun Aquation)” ile geçiyor.

Bu arada ilginç bir olaydır ki, E.İnönü, Ergun Denklemi’nin sahibi Prof. Dr. Sabri Ergun’u yıllarca aramasına rağmen bulamaz ve gazeteye ilân verme kararı alır. İnönü’nün bu çabası 2004 yılında ulusal bir gazetede “İnönü bilim adamını arıyor” başlığı ile haberleştirilir. Bu haberden sonra Ergun’un ABD’nin Wisconsin eyaletinin Madison kentinde yaşadığı ortaya çıkar ve İnönü de böylece Sabri Ergun’a ulaşır.(2)

Bu sekiz değerli bilim insanımıza, güneşin evrimi üzerine NASA'da araştırmalar yapan, yıldız modellemeleri oluşturma alanında yeni bir modelin kuramsal oluşumuna katkısı büyük olan gökfizikçi Prof. Dr. Dilhan Eryurt ile, 'Lapeyreit' ismini verdiği minareli ilk kez keşfederek dünya bilimine armağan eden Adnan Menderes Üniversitesi profesörlerinden Halil Sarp'ı da ekleyebilir miyiz diye merak etmekteyim. Bu ikili öneri de, bilim dünyasına bu bağlamda yönelik bir sorum olsun...

Bu vesile ile söz yeni paralarımıza da gelmişken belirtelimki; yeni beş liralık banknotlarımızın arka yüzünde yer alan Ordinaryüs Prof. Dr. Aydın Sayılı (1913-1993), Türklerin, İslam Dünyasının, Mısırlıların, Mezopotamyalıların ve diğer çeşitli medeniyetlerin bilime ve batı medeniyetinin oluşumuna yaptığı katkıyı ortaya koyan son derece yetkin bir 'Uluslararası Bilim Tarihi' ve felsefe uzmanıdır. Fakat kendi adına özgün bir teorisi olmadığı için bu kapsam içerisine alınamamaktadır.

Bu anlamda ünlü ekonomist Dr. Kemal Derviş, Jaime De Melo ile ortaklaşa yayınladığı General Equilibrium Models for Development Policy (Kalkınma İçin Genel Denge Modelleri) adlı kitabı ve ortaklaşa isimlerini verdikleri 'Genel Denge Modeli' ile bu tür bir kapsam içine girmeye daha yakın bir konumdadır.

Bir parantez ve ilginç bir üçlü buluşma: Cahit Arf - Mustafa İnan - Oğuz Atay,

Cahit Arf mühendisliğin günlük hayattan doğan problemlerine de her zaman ilgi göstermiş ve bu problemlere mutlaka matematiksel bir model bulmaya çalışmıştır. Özellikle de pratikten gelen bir problemi matematiksel olarak çözüme kavuşturmak adeta hobisi halindedir. Prof. Dr. Mustafa İnan’la böyle bir işbirliği yapmış ve İnan’ın köprülerde gözlemleyip araştırdığı bir sorunun matematiksel kesin çözümüne ulaşmıştır. Bu çalışmaları Cahit Arf’a İnönü Ödülü’nü de kazandırmıştır.(3)

Seyyar bir posta memuru Hüseyin Avni Bey ile ev hanımı Rabia hanım'ın çocuğu olarak 1911 tarihinde Adana'da dünyaya gelen Prof. İnan, İTÜ mezuniyeti sonrası uygulamalı ve teorik mekanik dalındaki çalışmalarıyla zamanının önde gelen bilim insanlarındandır. Yurt dışından gelen tekliflere göz yumarak yaşamını Türkiye'de bilimin gelişmesine adamıştır. “Mühendis Mektebi”ni pekiyi dereceyle birinci olarak bitirdikten sonra, devlet tarafından doktorasını yapmak üzere Zürich' e, “Eidgenössiche Technische Hochschule”a gönderilmiş olup yurtdışında doktoraya gönderilen ilk Türk öğrencisidir. İnan, bu okulda Prof. Ross yönetiminde çeşitli araştırmalara katılmış ve o dönemde gelişmekte olan foto elastik yöntemleri başarı ile uygulayarak 1941’de aynı okuldan doktor ünvanını almıştır. Mustafa İnan, 'foto elastisite' alanında çalışan ilk Türk bilim adamıdır. Kendisi 1957-1959 yılları arasında İTÜ 'nde rektörlük de yapmıştır.

Oğuz Atay; 'Tutunamayanlar' adlı dev eseri ile TRT 1970 Roman Ödülü'nü kazanan ve amansız hastalık sonucu erken yaşta yitirdiğimiz ünlü yazarımız! Sonradan herkesin kalbinde taht kuran, İTÜ İnşaat Fak. mezunu Oğuz Atay'ın 'Bir Bilim Adamının Romanı' adlı eseri'nin kahramanı işte burada adı geçen Prof. Mustafa İnan' dır. Oğuz Atay'a bu kitabı yazmasını teklif eden de -Cahit Arf'ın Bilim Kolu başkanlığı yaptığı dönemde- TÜBİTAK'tır.

Mustafa İnan'ın sevdiği bir öğrencisi olması ve edebiyatla ilgilenmesi, bu iş için Atay'ın seçildiği yorumlarına neden olmuştur. Atay'da başta bu işe çok sevinerek büyük bir hevesle araştırmalarına başlamıştır. Ancak bir süre sonra karşısına çıkan tabloda bazı kusurlar olduğunu görür. Örneğin Mustafa İnan bazı sebeplerden ötürü bilgisini, bilimini tam bir bilim adamı hassasiyetiyle yerine getirememiştir. Atay, bulduğu tüm verileri kitaba almayı planlar. Ona göre " İnan gibi bir bilim adamı dahi bu hataları yapıyorsa ortada bir yanlışlık var demektir ve bu yanlışlığın düzeltilmesi için de kusursuz gibi görünen bu kişiyi eksikleriyle bir bütün halinde anlatmak gerektiği..." kanısındadır. (4)

Oysaki İnan'ın aile yakınları Atay'ın yazdıklarına müdahalelerde bulunma yanlısıdır. Kendisi eserde İnan'ın olumsuz sayılabilecek yönlerinin anlatıldığı kısımların çıkartılmasını ister. Atay bu konuda önce dirense de TÜBİTAK'ın da araya girmesiyle söz konusu bölümler kitaptan çıkartılır. Hatta bir ara Atay'ın kitabı yazmaktan vazgeçme noktasına geldiği de söylenmektedir. Oğuz Atay'a kitabın yazımında yardımcı olan Mustafa İnan'ın asistanı, asıl amacın bir bilim adamının yaşamı üzerinden akademi ve akademisyen eleştirisi yapmak olduğunu ama müdahaleler nedeniyle bu amaca erişemediklerini söyler. Eser, sadece biyografik roman türünde bir ilk değil, ayrıca ülkemizdeki akademik hayatı da eleştiren ilk roman olacakken bu amacın gerisinde kalır. Bu durum karşısında Atay, eserine kendisinden de birşeyler katmak ve onu dökümanter havasından çıkarabilmek için, belli yerlerine -ünlü romanındaki karakterlerle benzeşimler kurarak- 'tutunamayan elbisesi giydirmeye' çalışmıştır.

Belki de bu yüzden Cahit Arf, kitabın önsözünde, bu roman için; " hayal ettiğim gibi olmadı" demiştir.

Son söz yerine,

Bir ülkede bilimsel araştırma ortamının kolay oluşmadığı, verimli sonuçlar elde edebilmek için yıllar ve yıllarca çabalamak gerektiği deneyimlerin gösterdiği somut bir gerçekliktir. Başlangıçta iyi fark edilmeyen önemli bir zorluk da, gerçekten yetenekli gençlerin zamanında bulunup desteklenememesinden kaynaklanmaktadır. Kim çok yetenekli, kim çok hevesli ama az yetenekli, bunları ayırt edebilmek için ülkede tarafsız, özgür, rahat ve başarılı bir araştırma ortamının oluşturulması olmazsa olmaz bir gerekliliktir.

" Baltaya alet olmuşsa ağaç - Ağaç değildir artık - Saptır - Paraya adanmışsa bilim - Kul olmuşsa bilim adamı - Adı üstünde - Ka/sap’tır - Ka/sap." (5)

Bu yazı, değerleri sahiplenip onları içselleştirme alışkanlığından yoksunluğumuza karşı bir haykırış olsun istedim.

Bu yazı, bir mesleğe tutku ile bağlanmanın, yaşamını ona göre düzenleyerek kendini esas olarak onunla ifade etmenin ne demek olduğunu ve bu eyleminin ucunun nerelere kadar açık olduğunu anımsatsın istedim.

Bu yazı, bunu başaran uluslararası yeteneklerimize güçlü bir alkış olsun istedim.

Ayrıca bu yazının hevesli ve yetenekli gençlerimize küçük bir özendirici rehber olabilmesi de en büyük umudum!

 

İ.Ersin KABOĞLU,
16. Ocak. 2009, Ankara

Kaynakça:

(1) Wikipedi, Özgür Ansiklopedi. Adı geçen bilim insanlarımızın kısa öz geçmişleri için yararlanılmıştır.

(2) Erdal İnönü, 'Üçyüz yıllık gecikme', Büke Yayınları, Temmuz 2002, İstanbul.

(3) Ali Sinan Sertöz, ' Cahit Arf, Bir Efsane Böyle Geçti', Tiyatro Oyunu, Bir perde, İki sahne.
http://www.bilkent.edu.tr/~sertoz/Arf-oyun.pdf

(4) http://www.itusozluk.com/goster.php/bir+bilim+adam%FDn%FDn+roman%FD

(5) Şiir: İlhami Başeğmez, www.antoloji.com

(6) MAM Cahit Arf Kütüphanesi
http://www.mam.gov.tr/kutuphane/cahit_arf/index.html

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..