Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Eylül '15

 
Kategori
TV Programları
 

Zafer inananlarındır, Tuncay Kes, bir Ütopya masalı

Zafer inananlarındır, Tuncay Kes, bir Ütopya masalı
 

Şu tozlu surata iyi bakın!Belki bir gün, ekmeğini taştan çıkaranlar da güneşli günler görecektir.


Uzun soluklu bir çalışma hayatından çıkmıştım. Aklımda binbir sorularla, huzuru bulmak için çabalarken TV8 kanalındaki bir yarışmaya gözüm takıldı. Yaklaşık 3 senedir doğru dürüst televizyon izlemiyordum. Ne dizi, ne yarışma, ne haber, ne şu ne bu. Kardeşimin izlediği bir yarışma varmış, adı Ütopya! Sıkıntılarımın başımdan aştığı günlerdi. Kardeşim, "Gel abla, ben bu yarışmayı izliyorum. Çok zevkli, istersen sen de izle" dediği günden beri müptelası oldum çıktım. 

Fakat izlemekte biraz geç kalmışım. Çünkü yarışma başlayalı çok uzun süre olmuş. Süresini söyleyince dudağım uçukladı. "Neee 8 ay mıııııı?" diye bağırdığımı çok net hatırlıyorum. Kardeşim bana, uzun uzun yarışmanın formatını anlattı. Kafam basmamıştı. Sürekli ona, "Nasıl yani, yarışmacılar bir şeyler yapıp satıyor, paralarını bu şekilde mi kazanıyor?" diye soruyordum. Zavallı kız, bana sürekli özet geçmek zorunda kalıyordu.

Bir hangar varmış, içinde yatak bile yokmuş. 15 kişiden oluşan yarışmacılar yerlerde uyuyorlarmış. Karınlarını doyurabilmek için çalışmak zorundalarmış. El emeği göz nuru ne yapıyorlarsa, e ticaret diye bir şey varmış, oradan satıp para kazanıyorlarmış.

Kardeşim bana bunları anlattıkça, ağzım açıkta kalarak dinliyordum. Açıkçası ben abuk sabuk yarışmalar izleyip zamanımı boşuna harcamak istemem. Bu yarışma farklıydı, beni tam da can evimden vurmuştu. İşin içinde emek vardı, üretmek vardı, kendi ürettiklerini helalinden satıp, ekmek parası kazanmak vardı. Tam da benim en hassas olduğum konular üzerine kuruluydu. Çok ilgimi çekti ve izlemeye başladım.

Kardeşim evine gittikten sonra merakla yarışmada neler olacağını beklemeye başladım. Yalnız ben öyle bir zamanda izlemeye başlamıştım ki, üretim bitmiş, kavgalar ediliyordu. Yarışmada iki tane grup vardı. Biri sürekli insanlara sataşıyor, onları aşağılıyor, yarışmacıları elemek için günlerce hain planlar kuruyor, önüne geleni tehdit ediyor, küçümsüyor ve hakir görüyordu. Hatta bir gün, tv programında bir Semih denilen kişinin, Tuncay Kes isimli diğer yarışmacıya, "Sen bu tipinle Adana'ya girsen seni sopalarla döverler, pis bitli, şu tipine bak, saçlar darma dağınık, abuk sabuk t-shirtler giyiyorsun. Adam ol, adam!" diye hakaretler ettiğini duydum. Ağzım açıkta kalmıştı. Hani normalde bu tarz konuşmalar benım yanımda olmuş olsaydı, kim olursa olsun ona okkalı bir iki laf ederdim. Fakat Tuncay Kes isimli yarışmacı, bu laflara sadece gülümseyerek cevap verdi ve onun yanından uzaklaşıp gitti. İnanın o gün içim içimi yedi. "Bu nasıl bir yarışmaymış ya, insanlar nasıl böyle birbirlerine hakaret edebilir?" diye sinirlendim.

Yarışmanın web sitesine girdim ve şikâyet yazmayı düşündüm. Fakat ne göreyim, bu yarışmanın kuralı yokmuş! Bütün yarışmacılar kendi ütopyalarını, hayallerini gerçekleştirebilmek, kendi medeniyetlerini kurabilmek için kıyasıya bir mücadele başlatmışlar. Bir kez daha şaşırmıştım. Madem öyleydi, daha dikkatli bir şekilde izlemem gerektiğini anladım. Geçmişte kaçırdığım bölümlerin videolarını izlemeye başladım. İzlediklerimden yavaş yavaş bir sonuç çıkarıyordum.

Bir grup sürekli çalışıyordu. Gruplarının isimleri de "CAFE"ymiş. Bana çok enteresan geldi. Çünkü benim de buna benzer bir hayalim var! O yüzden kendime çok yakın hissettim. İzledikçe kendimden bir şeyler bulmaya başladım. Gruplarına slogan bile bulmuşlardı. #CafeHerYerde diye. Çok zekice bir buluş bence. Günümüz şartlarında iyi pazarlama yapılabilecek bir slogan. Afferim çocuklara dedim.

Baktım, hangarın içinde kocaman bir sahne var. Derdini anlatmak isteyen sahnede alıyor soluğu. Sahneyi Cafe Grubu elemanları yapmış. Onun karşısında çitlerle çevrilmiş, koltuklar, mutfak ve ufak bir yaşam alanı oluşturulmuş. Yarışmacılar burada oturup sohbetler ediyorlar, gülüyorlar,eğleniyorlar, taklitler yapıyorlar.. Meğerse burasını da Cefe Grubu yapmış. Sonra bir okul olduğunu öğrendim. Adı "Mucizeler Okulu"ymuş. Bu okul Tuncay Kes'in hayaliymiş. Güzel Sanatlarda okuyan Tuncay'ın hayali çocuklara resim yapmayı öğretmekmiş. Okulda büyük bir kitaplık, oturma alanı, çalışma alanı gibi yerle de var. Kapısının önü yine sahne şeklinde dizayn edilmiş. Süper bir fikir bence. Kim düşünmüşse, gerçekten aferim. Tuncay bu okulda dışarıdan gelen çocuklara resim dersi vermiş. Çok güzeldi. Benim gibi sosyalist bir insanın en büyük hayali, okumuş, sanatla ilgilenen bir toplumdur. Tuncay da eğitim vererek bunu başarıyordu. Sonra okula gelen çocukların vakitlerini geçirebilecekleri çocuk parkı. Bu fikir de süper. Çünkü o yaştaki çocuklar eğitim alıyorlar ama sonuçta onlar çocuk. İçlerindeki çocukluğu da yaşamaları gerekiyor. Oynamayan, eğlenmeyen çocuk olur mu? Tabi ki olamaz. Bunu da akıl etmişler, bir aferim de burdan aldılar. Marangozhane... El işi yaptıkları, ağaçlardan oymacılık yaparak para kazanabildikleri bir mekân. Vallahi tam bir üretimci, emekçi gençlik. İnanın gördüklerime inanamıyordum.

Bu zamanda çalışarak, üreterek para kazanmak isteyen kaç tane genç var? Hepsi kısa yoldan para kazanmanın derdinde. Ne zaman dışarı çıksam, bir parkta, bir cafede otursam çalışmadan köşeyi dönmenin peşinde yanıp tutuşan gençler görüyorum. Ellerinden hiçbir şey gelmeyen, okula gidiyorum diye evden çıkıp, ailesinin verdiği üç beş kuruş harçlığı cafe köşelerinde lak lak yaparak geçiren bir yığın boş insanlar. Cafe Grubu elemanlarına baktım, hayır olamaz dedim. Bu çocukların da doğum tarihleri 90'lar. Y kuşağı dediğimiz, hani şu aklı beş karış havada, anne baba parası yiyen, bilgisayar başından ayrılmayan kuşak değil mi bunlar? Hayır, yine beni mahcup ettiler. Tuncay Kes, heykeller yapıyor, yağlı boya resim çalışıyor, ağaçlardan objeler yapıyor,kendine yaşam alanları yaratıyordu.

Spor yapabileceği, eğlenebileceği, boş vakitlerini geçirebileceği yerler inşa ediyordu. Bir de baktım şarkı da söylüyor! Yuh dedim içimden, ben kendime derdim on parmağımda on marifet var diye ama benden daha yeteneklilieri de varmış meğer. "Hoşgeldin" diye bir şarkı varmış. Şarkı çok önceden piyasaya çıkmış. Resül Dindar, kusura bakma kardeşim, bu şarkıyı ben Tuncay Kes sayesinde tanıdım ve sevdim. Niye yalan söyliyeyim :)

Bu çocukta marifetler bitmiyormuş! Tuncay kitap da yazıyormuş. Tıpkı benim gibi. 90 kuşağı dedim, Y kuşağı dedim, yitik gençlik dedim ama ben bu kadarını asla beklemiyordum. Hele ki bir yarışmada böylesi yetenekli, marifetli, hayalini gerçekleştirebilmek için canla başla mücadele eden bir genç, pes doğrusu...

Bir yarışma olduğunu biliyorum. Sonunda bir kişi kazanacak ve neredeyse 50 kişi kaybedecek! Ama benim izlediğim ve gördüğüm bir gerçek var ki, bu yarışmanın gerçek amacını sadece Tuncay Kes başarabilmiş. Çünkü bu yarışmanın formatı Türkiye'de hiç denenmemiş bir format. Ütopya, gerçekleşmesi imkânsız toplumlardır. Ama gerçeğe dönüştüğünü söylersem sanırım abartmış olmam. Benim de idealimde böyle bir toplum var. Çalışan, üreten, düşünen, yeri geldiği zaman eğlenen, eğiten, sanat yapan, sevgiden beslenen, kavgalardan ve terörden uzak bir toplum. Ben, işte orda böyle bir medeniyet portatifi gördüm. İnanın gözlerim dolu dolu oluyor. Düşünsenize, tüm çocuklar sanatla ilgili, eğitimden geçmiş kültürel seviyesi üst düzeyde, sürekli okuyor,üretiyor, kendi parasını kendisi kazanıyor, kimseye muhtaç değil, kimseye eyvallahı yok, gerekmedikçe kargaşa ortamına girmeyen, kavgadan beslenmeyen, çevresindekileri terörize etmeyen, sukûnet dolu bir toplum... Hani su gibi, hava gibi... 

Hani bir zamanlar BBG evi vardı. Her gün o evin içinde yaşayanlar kavga yapardı. İnsanlar bu kavgaları izler, taraf tutar ve onların yaptığı incir çekirdeğini bile doldurmayan kavgaların aynısını evlerinde de yapardı. Ütopya'yı BBG evinden ayıran tek bir şey var bence, Tuncay Kes!

Onunla yarışma başladığından beri dalga geçen bir grup var. Tipiyle, kılık kıyafetiyle, yürümesiyle, yaptığı işlerle, yani kısacası her şeyiyle dalga geçiyorlar.Bu gruptaki insanları da izledim. Hani belki onlarda da bir şeyler vardır diye, ama yok! Gece gündüz dedikodu yapan, sadece yarışmacı elemeye kafa patlatan, yarışma dahilinde buldukları nimetleri sonuna kadar hor kullanan, hiçbir işe yaramayan, ya hamakta, ya sedirin üstünde, ya da yatakta habire uyuyan bir grup. Ağlayan birisiyle dalga geçildiğini de ilk kez bu grup sayesinde gördüm. Bizim toplumumuz öyle bir toplumdur ki, karşısında ağlayan her kim olursa olsun, oturur onunla beraber ağlar. Ama maalesef ben, ağlayan bir adamla tv ekranlarında kıyasıya dalga geçen birini gördüm! Hani bir laf vardır, "Gözlerinde yaş yoksa, ruhun gökkuşağına sahip olamaz" diye. Sen o tiyatral hareketleri yapsan da nafile, senin ruhun karanlık! 

Tuncay Kes'le alabildiğine dalga geçen gruptaki kişiler, belli ki hayatlarında hiç zorluklarla karşılaşmamışlar. Tek başlarına hayat mücadelesi yapmamışlar. Sadece birilerinin paçalarından tutunarak bir yerlere gelebilmişler demek ki, bu kadar pervasız, bu kadar alçak gönüllülükten yoksun gibiler. 

Ben, hayatım boyunca kimseye el açmadım. Kimsenin gölgesinde yaşamadım. Kimsenin karşısında el pençe divan durmadın. Kimseye minnet etmedim. Hiç kimseyi ne olduğundan fazla abarttım, ne de olmadığı kadar alçağa indirdim. Benim karakterim gereği, hep tek başıma mücadele ettim. Yanımda bana omuz verenler olduğu zaman da, ben de ona omuz verdim. El birliğiyle, dostça ekmeğimi paylaştım. Ne en yakın dostumu sattım, ne de üç kuruş para uğruna karakterimi sattım. Biz aslında hep böyle yetiştirildik. Annem ve babam evlatlarını başkalarının karşısında diz çökmesinler diye yetiştirdi.

Hani Münir Özkul'un bir repliği vardır, bir döneme damgasını vurmuştur. Benim gibi işçiler, emekçiler hep o sözlerle dimdik ayakta durmuştur. Onurumuzla, gururumuzla hayat mücadelesinden galip gelmişizdir. Bakın ne diyor Yaşar Usta;

"Bak beyim, sana iki çift lafım var. Koskoca adamsın. Paran var, pulun var, her şeyin var. Binlerce kişi çalışıyor emrinde, yakışır mı sana ekmekle oynamak? Yakışır sana bunca günahsızı, çoluğu çocuğu, karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak? Ama nasıl yakışmasın! Sen değil misin kendi öz kızına bile acımayan, bir damlacık saadeti çok gören? Anlamıyor musun beyim, bu çocuklar birbirlerini seviyor! Ama ben boşuna konuşuyorum, sevgiyi tanımayan adama sevgiyi öğretmeye çalışıyorum. Sen, büyük patron, milyarder, fabrikalar sahibi Saim Bey! Sen mi büyüksün? Hayır! Ben büyüğüm, ben! Yaşar Usta! Sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç! Gözümde bir pul kadar bile değerin yok. Ama şunu iyi bil, ne oğluma ne gelinime dokunamayacaksın. Yıkamayacaksı! Dağıtamayacaksın! Mağlup edemeyeceksin bizi! Çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Bizler birbirimizi seviyoruz, biz bir aileyiz. Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun? Dokunma çocuklarıma! Dokunma oğluma! Dokunma gelinime! Eğer onların kılına zarar gelirse, ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemiş ben, Yaşar Usta, çeker vururum seni! Anlıyor musun? Çeker vururum, dönüp arkama bakmam bile!"

İşte bu efsane sözlerden herkes payına düşeni alsın. Anlamayan varsa, anlayanlar anlatsın! 20 Eylül'de Tuncay Kes'i Ütopya yarışmasında şampiyon görmek dileğiyle...

 
Toplam blog
: 28
: 2562
Kayıt tarihi
: 16.04.13
 
 

Yazar, çizer  ..