Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

04 Temmuz '07

 
Kategori
Şiir
 

Zaman Çakılları...

Zaman Çakılları...
 

yanılsanmış ağaçtır deniz


<ı>Zaman Çakılları…

<ı>

<ı>ne ses yetişir yalnızlığımızın uzağına,
ne gözlerimiz deler geçer perdelenen gizlerimizden
bir ada kurarız yalnızlar okyanusunda
limanı olmayan.
köpek balıklarından çoban köpekleri tutarız,
saf kuzucukların içine sakladığımız masumiyetimize kimse dokunmadan; guzum!
-yavrusu ölür; bayraksız engelsiz ödülsüz koşudur tüm yaşamı
ama hep koşturulmuştur;
"guzum" diye diye ince bir sızıdır ağlar, herkes unuttuğunda bile kara ölüme
cehennem bırakılır mı oysaki giderken anneye?-
köpek balıklarına beklettiğimiz namusumuz, itibarımız, kendimiz
bir darbeyle dağıldığında devaynasından fırlayan cam kırıklarına biner gelir bir kendimiz...
okyanusta sesten uzak adamızda depremler başlar,
sıkıntı sarmalar bizi kuşatan ruhumuzda
oturup ellerimiz arasında çenemizi taşırken ellerimiz,
dizlerimizde dirseklerimiz,
çıkarmayı düşünür cam kırıklarını gözlerimizden ellerimiz.
her bir parçaya binip gelen kendimiz, acıtır gözlerimizi kendimiz:
aynı alışkanlıklara alıştırılmadan önce mutluyduk,
acının biteceğine inanarak mutlu olmayı denedik sonra,
bitmeyeceğini anladığımızda bir efkar sonrası yalan da olsa
gülümsedik...
demli bir çay gibi eserken meltem,
radyoda dinlediydik bir ikindi şarkısında en tatlı yalanlarıyla,
cem karaca çalar-sorar, "aşk ne ustam hayatın anlamı ne?"
ne bıçak keser ruhumu ne ikiye böler keskin kılıç
ozan der ki bana,
'çekeceksin bıçağını, alacaksın sağ eline, bıçağın ucunda hayatın, sol eline doladığın ceketin ceplerinde umutların,' ucu yanık bir de mektup.
bıçağı her salladığında,
inadına yarıp geçecek havayı, boşluğu, boşa geçen bir ömrü...
boşa geçen bir ömürdü belki ama
asla boşaltıp alamadılar kör kuyulara attıklarında bile ömürümü...
yeniden döndüm okyanustaki adama
köpek balıklarını yemledim etlerimden koparıp başım önde eğik
akşam kızıllığına karıştı maviçalan kızıl deniz
yerden bir zaman çakılı daha aldım
koydum mektubumu koyacağım şişeye. şişe ağrılaşmakta.
atacağım suya, ha bugün ha yarın, ama hangi gün?
atacağım suya, bekleyeceğim; biraz umut biraz keder,
suda ağır ağır, bir gire bir çıka, bir gide bir dura
nazım'ın okşadığı vapura çarpacak belki,
belki, kübalı balıkçının koca eliyle çektiği kayığına,
çinli bir balıkçının karabatağı yutacak belki de şişeyi,
batıdan gelen rüzgarların dövdüğü afrikalı balıkçı bulacak belki de
hortumlara tutunup himaliya'larda bir taşa çarpıp kırılacak şişe,
bir rahip keşiş açacak mektubumu belki,
belki, and dağlarında son karların içinde kaybolacak...
zaman taşları dolduyorum içine, acep ağırlaşmaz mı ki ne?
ya bugün atacağım denize, ama dün atmadım, bugün de atmam ihtimal o ki ne...
zaman çakılları dolduruyorum içine, suda kaybolup batacak belki de
taşlaşan, kabuklanan, radyasyonlu,
kurşun geçirmez kutulara koyup derin toprağa gömdüğüm acılarımdan arta kalan taşlaşmış umut kırıntılarını.
ömrüm...

<ı>sesten uzak olmuşum, kime ki ne?

<ı>mektubu açık kenarlı bırakıp koyuyorum şişeye
en uzaya fırlatmak geliyor içimden
sonra anlıyorum en uzağa ses bile gidemezken, usulca bırakıyorum bir öğle saati şişeyi denize
ne battığından haberliyim, ne çarpıp kırıldığından iki dalga gidemeden

<ı>kıyımdan,
ne de meçhule gidişinden...
ilgimi yitirmiş olmalıyım yaşama, ilgi koymadan yerine, ilgiyi yitirmek azap olmalı yerine...
öğle güneşi okşuyor saçlarımı, ekmek atmış olmalı elleri un beyazı
gözlerimde olmasıydı cam kırıkları,
eklenen son beyazın halkasına bakardım, kendimin yerine.

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..