Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mart '17

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Zamana sitem

Zamana sitem
 

Bizim Hasan Kuyucak Konyaaltı sahilinin müdavimidir. Yeri hiç değişmez. Hep aynı yerde, aynı şekilde denizi seyreder ve birasından ara ara birkaç yudum alır, elindeki kitaba gömülür. Kimi zaman müsait olduğumda yanına takılırım. Bir iki bira içer iki lafın belini kırarız. Hafta içi yine beraberdik. O her zamanki yerinde kendisini ziyaret ettim. İki lafın belini kırdık.

Kitap yazmam hususunda sürekli telkinlerde bulunuyor. Hatta Hasan Bey’in kimi zaman insanı bunaltan bir baskısının da olduğunu itiraf etmeliyim. Kitap yazmak kolay değil. Zaman ister, emek ister, ilmek ilmek dokumak ister… Yoğun tempoda çalışan ben gibi birisi için kitap yazmak bir hayli zor. Yazabilir miyim? Evet yazabilirim, neden olmasın. Hatta kafamı uzun zamandan beri kurcalayan o denli çok husus var ki, beni adeta yiyip bitiriyor. Hani uzun zaman dediysem birkaç yıllık bir şeyden bahsetmiyorum. Sanırım bir yedi yıl olmuştur. Sürekli kafamda kurduğum, daha o dakka kâğıda dökmek için can attığım geçmişte bende iz bırakan mekânlar, kişilikler… Mesela Karaköy Perşembe Pazarını yazmak istiyorum. Çeşme Meydanının, Kalafat Yerinin insanlarını. Az sayıda insandan bahsetmiyorum. Zihnimde biçim almış o denli çok canlı karakter var ki… Her birisinin insanı derinden etkileyen hikâyeleri var. Bu insanları yazmak istiyorum. Hem de uzun uzun… Ama bir türlü uzun uzadıya zaman ayırıp da konuya ucundan bir yerlerden giremiyorum. Notları hazırlamak, derlemek, toparlamak, karakterleri tasvir ederken her cümlenin her kelimenin üzerinde uzun uzun düşünmek, karakterleri zihinde canlı hale getirmek…

Zamanın kısıtlı olması nedeniyle anlatmak istediklerimin ucundan kıyısından bir türlü giriş yapamıyorum. Mesela Güngören’i yazmak istiyorum. Hafızam da yer etmiş o denli çok tipler, karakterler ve haklarında yazılacak o denli çok hikâyeler var ki bir türlü zihnimi toparlayıp da yazamıyorum. Yakın zaman önce “Unutamadıklarım” başlığı altında yaşadığım küçük küçük olayları yazıya dökmek istiyordum. Halen bu fikrimin ete kemiğe bürüneceğini düşünüyorum. Yazma hevesi olan insanlar için kafasında kurguladıklarını yazıya dökmek gibi bir hedefi olup da yazamıyor olmak büyük işkence. İnsanı yiyip bitiriyor. Bir an geliyor hemen koşup bir şeyler yazmak için çabalıyorsunuz, ya da günün herhangi bir saatinde nasıl oluyorsa bir şeyler gelip zihninize baskı uyguluyor ve ille de kafanızda var olanları yazıya dökeceksiniz. İşte tam da bu anlarda kafanızdakileri yazıya dökemiyorsanız o zaman durum pek bir vahim oluyor. Gerilmek demek istemiyorum ama insan ister istemez üzülüyor. İnsan her zaman ve her an aynı şevk ve isteği, arzuyu yakalayamıyor.

“Unutamadıklarım” demiştim. Bir sürü şey var unutamadığım. Her birisi üzerine yazılacak ve okuyana keyif verecek şeyler. Yüzlerce şey. Kafamda sıralamasını dahi yapmıştım. Hatta birkaç tane yazdım. Fena olmamıştı. Üzerlerinde çalışmak gerekiyordu. Sonra ara verdim. Ve bir an geldi ki boşladığımı farkettim. Neden böyle olduğunu düşünmüştüm. Çalışan insanlar için yazmak kolay olmuyor. En nihayetinde blog yazmıyorsunuz. Yazıp geçmek gibi üstünkörü bir bakışla olayı ele alamıyorsunuz. İlmek ilmek dokumak gerekiyor. Zülfü Livaneli, “Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm” isimli kitabını tam 25 yıl gibi bir zaman dilimi içerisinde yazıp bitirmiş. Üzerinde çok kereler yoğun çalışmalar yapmış. Kimi zaman peşini bırakmış, kimi zaman yeniden ve tekrar dökümanlar üzerinde çalışmış. Günlerce gecelerce. Sonunda ortaya arkasında bırakacağı güzel bir yapıt çıkarmış. Sanırım bütün kitapların benzer öyküleri vardır. Ortaya yüzyıllarca varlığını sürdürecek, gelecek kuşakların ufkunu açacak kitapların titizlikle yapılan çalışmalar sonucunda ortaya çıktığını unutmamak gerekiyor. Zira Yaşar Kemal “İnce Memed” romanı üzerinde uzun yıllar çalışmış. Birinci ve ikinci cildi arasında sanırım tam 39 yıl gibi bir zaman geçmiş. Üçüncü ve Dördüncü ciltler arasında hepi topu 2 yıl geçmiş. Ve bunca yılın ürünü olarak insanlık aleminin hizmetine ateşi hiç sönmeyecek dev bir eser bırakmış.

Bütün yazarların benzer hikâyeleri var. Sonuçta kitap yazmak kolay değil ve bence hiç ama hiç hafife alınacak bir alana girmiyor. Dolayısıyla, kitap yazmak gibi hedefi olanların, olayı basite indirgemeden, üzerinde titizlikle çalışma yapabileceği zaman ve mekânlarını çok iyi hazırlaması gerekiyor. Aksi halde zaten memleket pek de değeri olmayan kitapların yoğunluğuyla bir kitap mezbeleliğine dönmüş ki bu mezbeleliğe katkıda bulunmanın kimseye bir yararı olmaz.

 

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..