Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ekim '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Zamanı annece planlamak

Zamanı annece planlamak
 

Geçen gün okulda şiddetli bir eve dönme arzusuyla yandım tutuştum. Kendim öylesine yorgun öylesine bıkkın hissettim ki anlatamam. Evde günlerdir katlanmaya vakit bulunmayan sepetteki kurumuş çamaşırlar, sabahları aceleden aradan çekerek çıkartarak dağıtarak aldığımdan kıyafetlerimi düzenli kullanmayı hala öğrenemediğim giysi dolabımın yine dağılmış olması, kaç gündür giymek istediğim gömleğimi ütülemeye fırsat bulamadığımdan hala o ütülenecekler kısmında yer alması düştü aklıma.

Kafamda plana, programa dahil etmediğim her şey bir köşede kalakalır olmuş.

Okul, toplanması gereken ders notları, İspanyolca kursu, ödevler, eve gelince mailler, çeviriler, proje işleri, okumak da lazım, okunması gerekenler listesi, izlenmesi gerekenler listesi, araştırılması gerekenler … boş zamanın mı kaldı faydalı dinlenme seçenekleri; film izleyeceksen İspanyolca izle, dergi okuyacaksan, müzik dinleyeceksen bari iki kelime öğren. Tramvaylarda zamanını boşa geçirme kitabını oku! Çamaşırları da programa al unutma yoksa günlerce kalıyorlar orada, İspanyolca günlerim için bir plan da yemek yeme üzerine yapmam lazım çünkü eve gelince yemek yemeye mecalim bile kalmıyor, doğru yatağa giriyor sabaha da yataktan kalkıp direk evden çıkıyorum!

Bayrama da az kamış. Vize haftası öncesi olacak bayram tatilini planlamaya başlamak; hem Efe’yi eğlendirme hem vizelere hazırlanma… Efe çarpışan arabaya binerken sen muhasebe çalışabilirsin. Sabahları o 10’dan önce kalkmaz sen biraz erken kalkarsan makroyu da halledersin. Akşamları bir film takar o izlerken sen çaktırmadan ‘yönetim ve Organizasyon’a bir göz atarsın.

Aman Allah’ım nasıl bir insan haline geliyorum. Şu an henüz sadece kendi hayatımla ilgiliyken bile 3 gündür aynı çamaşırları katlamaya vakit bulamıyorum. Her şeyi planlamak zorundayım! . Ah annecim şimdi daha çok vicdan azabı çekiyorum suyu içip bardağı tezgahın üzerinde bıraktığım günler için. Nasıl da yetişirdin her şeye. Bir gününü uzun uzun düşündüm bugün. Aslında nasıl da programlıymışsın hayatın ritmine uyarlı. İşten eve gelir günün nasıl geçmiş olursa olsun aynı gülen gözlerle girerdin içeriye. Önce bana sarılır bir günün hasretini noktalardın (aynıları sonraları efe ve ekin için de geçerli olacaktır). Sonra hemen ellerini yıkamaya gider ve üzerini değiştirmeden mutfağa girer çay suyu koyardın. Su kaynarken o arada üzerini değiştirirdin- zaman tasarrufu!-.evin içinde nereye gidersen git peşinde dolaşır sana günümü tüm gereksiz ayrıntılarıyla anlatırdım. Mutfağa girer dünden kalan yemekleri çay eşliğinde yemek üzere küçük bir keyif sofrası hazırlardın ki son derece sana mahsus bir şeydi. Bunu yapmadan önce muhakkak yemeği ocağa koyardın ki o arada pişsin. Sen yemeği hazırlarken altıma bir minder koyar beni tezgahın üzerine oturturdun. Ben konuşmaya devam ederdim sen bir yandan benimle ilgilenirdin. Çayını içip televizyona ve günlük gazetelere göz attığın o zaman dilimi senin en büyük keyfindi. Büyüyüp seninle beraber o gazeteleri okuyabilecek hale gelene kadar hiç sevmedim o bir saati, sonra ‘bizim’ en büyük keyfimiz oldu. babam gelirdi yemek yenirdi ve yine bulaşık. Sen bulaşık yıkarken ben ödevimi alır mutfak masasına taşınırdım, takıldığım soruları cevaplardın bir yandan da. Çay içilir, meyve yenirdi. Sen beni uyutur sonra hemen mutfağa geçer son kez aklayıp pakladıktan sonra etrafı herkes uyurdu ve sen kitap okur ya da kendi kişisel işlerinle ilgilenirdin, uykundan feragat edip! Sabah tekrar yeni bir güne uyanır işe giderdin. Şimdi ‘zaman planlaması’ eğitimi için kişisel gelişim seminerlerine tonlarca para döküldüğünü düşündükçe dizinin dibinde geçirdiğim o günlerde yaşayan bir eğitmen olan senden alamadıklarıma daha çok hayıflanıyorum. Çok basit bir gün içinde bir hiçbir ekstran olmadan yapman gereken bu kadar şey varken ne işinde her zaman en iyilerden olduğun gerçeği değişirdi ne bir gün akşam yemeğimiz gecikirdi ne benim ödevlerim aksardı ne de başının ucundaki o kitaplar eksilirdi. Üstelik hayatın ne zaman tekdüzeliğe düşecek olsa asla söylenmez renklendirecek bir şeyler muhakkak bulurdun. Projeler, etkinlikler olmadı tatiller… Küçük şehrimize, öğrencilerine, ailene ve kendine kazandırdıklarının haddi hesabı olmazdı. O zamanlar eşsiz meziyetlerinin ayrımına varamaz tüm bunların normal olduğunu düşünürdüm ve hep kızmana rağmen su içtiğim bardağı makineye koymaya üşenir tezgahın üzerine bırakmaya devam ederdim. Şimdi bilsen nasıl pişmanım. Bir bilsen bu konuda da ‘senin kızın’ olabilmek için neler vermezdim. Bugün kaç gündür katlanmayan çamaşırlarım asla bir ev annesi olamayacağımı düşündürdü bir kez daha bana. Halbuki sen iş başa düşünce yapacağıma inanırsın. Ama itiraf ediyorum ki yıllardır ‘iş başa düşünce sen de yapacaksın hepsini kızım, alışacaksın, endişelenme’ ifaden kadın olmanın ekstra sorumluluklarına atıfta bulundurduğundan beni hep rahatsız etmiş ve bunun adil olmadığı düşüncesiyle içten içe alışmayacağım işte diye muhalefet olmuşumdur bu güzel temennine.

Tamamen kendi hayatımı yaşamama rağmen kendime ayırdığım zamanları bile çıkarları doğrultusunda planlamak zorundayım. Bu kendimce verimli hayat tarzı kendi irademle şekillenmiş olsa da hatta böylesiyle daha mutlu olsam da bazen beni yoruyor. Her şey bir amaç uğruna yaşanmış olmuş. Beynim bir proje taslağı gibi çalışıyor. Neye ihtiyaç duyuyorsun? Ne yapıyorsun? Amacın ne? Sana faydası ne? Ne, nerde, ne zaman? Hobilerim bile istem dışı bu taslağa oturtulmuş.

İşte o bahsettiğim geçen gün tüm bu düşüncelerle dersten erken çıkıp eve geldim. Hava daha kararmamıştı. Dışarıda döneme yeni ısındığımız mevsimin havası vardı. Önce çamaşırları mı katlasam, biraz kitap mı okusam, İspanyolca mı çalışsam yoksa proje sunumunu mu hazırlamaya başlasam diye karar veremezken gözüm günlerdir yenmeyen çürümeye yüz tutmuş dolaptaki meyvelere takıldı. Bir tabak meyve aldım ve pencerenin önüne iliştim, hiçbir şey düşünmeden. Bir an yine yılları önüme aldım. Okuldan gelirdim, evde kimse olmazdı. Önlüğümü çıkarır bir tabak meyve hazırlar pencerenin önüne oturur aşağıda oynayan arkadaşlarımı beklerdim. Hep ödevim olurdu ve ben cici kızdım o ödev bitmeden yaptığım her şey vicdan azabı verirdi. ‘elif hadi gel aşağı’ diye oynamaya çağırırdı arkadaşlarım ben ise ‘olmaz ödevim var’ derdim. Ama sen gelene kadar ne pencerenin önünden iner ödevimi yapar ne de aşağı inerdim. sen gelir yine üstün güçlerinle çözerdin her şeyi, planlardın zamanı. ‘Şimdi in bir saat oyna sonra gel ödevini yapalım, burada böyle oturmaya devam edersen ne arkadaşlarınla oynayabileceksin ne ödevini yetiştireceksin’…

Pencerenin önündeyim, kafamda yapılması gereken bir sürü şey, sabaha kadar beklesem yine gelip planlamayacaksın benim zamanımı üstelik ve de bakıyorum zaten beni çağıran da kalmamış artık …


Not: çamaşırların son durumunu merak edenlere… en sonunda katlanıp dolaba yerleştiler ancak şimdi yine yıkanıp katlanması gereken kirliler birikti J

 
Toplam blog
: 48
: 919
Kayıt tarihi
: 09.06.09
 
 

1990 Muş doğumluyum. Şu an İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde okumaktayım. Elim kalem tuttuğ..