Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Haziran '10

 
Kategori
Güncel
 

Zamanın durduğu an. Şafak, altı.

Zamanın durduğu an. Şafak, altı.
 

Resim: Mliiyet


Yemedin yedirdin, giymedin giydirdin. Kırklarda seyrederken ateşim, bir an olsun ayrılmadın başımdan. Kalkıp doktora da götüremedin. Arabamız yokmuş o zamanlar. Hastanede uzakmış. Aksi gibi hep de gece yarısı ateşlenirmişim. Doktora götüremedin ama bir dakika başımdan ayrılmadın. Bildiğin bütün evreseleri yaptın. Kız kardeşimi de severdin ama sanki biraz olsun kayırırdın beni. Evimin direği olacak derdin, güvenirdin dağ gibi…

Daha onbirine gelmeden kaybetmiştik babamı. O güne kadar dışarının yolunu bilmeyen sen, kalmıştın bir başına. Üstelik ne bir evimiz vardı kibrit kutusu büyüklüğünde olsa da başımızı sokacak, ne başımızı yaslayacak zengin akrabalarımız. Hepsi bizim gibiydi… Ellerinden gelse yardım etmez miydi?

O hiç bilmediğin dışarıyı öğrendin. Çalışmayı. Eve ekmek getirmeyi… Bazen canın sıkkın gelirdin. Ne olduğunu sorardık da söylemezdin. Ellerin parçalanır, lime lime olurdu temizlik yapmaktan. Herkes para verirken okuldan istediklerinde, sen gelir okulu temizlerdin baştan aşağıya… Kıyı kıyı durur açık etmezdin annem olduğunu biz utanmayalım diye…

Anne. Annem!

Sen bizi hiç utandırmadın annem. Sen bizi hiç açıkta komadın. Dağıldın da telve telve, bir gün olsun ah etmedin. Biliyordun, emindin. Büyüyecek ve sana bakacaktık biz. Kız kardeşimle…

Ve büyüdüm annem. Askerlik çağına geldim. Başkaları gibi onlarca araba eşlik etmedi gidişime. Konvoyumuz yoktu, oluşmadı. Ne de olsa kimsesizdik, ne de olsa babasızdık.

Sımsıkı sarılarak boynuma asker ettiniz beni… Kız kardeşimle birlikte üç beş kişi… Son kuruşuna kadar koydunuz cebime. Sabun aldınız, tarak, atlet çorap. Yolcu ettiniz sayılı gündür çabuk geçer diyerek. Yüreklendirdiniz. Kendi yüreğinizin tuğlaları yıkılırken içinizde tek tek, çelikten gövde gibiydiniz. Son el sallayışınız kayboluncaya dek.

Sonra yıkıldın mı anne… Yıkıldı mı içinin tüm tuğlaları. Boşaldı mı bardaktan boşalırcasına gelişine yarı yolda ipotek koyduğun gözyaşları… Bilmiyorum. Bildiğim tek şey hiç bilmediğim, tanımadığım, bulunmadığım bir yere askere gittiğim. Sayılı günlerin tez geçeceği düşüncesi, parmakla sayacağım şafak hesabı…

Anne. Annem.

Bugün şafak üçyüzelli. Az kaldı sabret. Hele bir bitsin askerlik, neler yapacağız gör bak. Elini soğuk sudan sıcak suya elletmeyeceğim artık gör bak.

Bugün şafak 35 anne. Az kaldı. Çok az kaldı. Az kaldı, çilen bitecek.

Anne. Annem! Bi hafta kaldı. Sadece bir hafta! Geliyorum annem. Sabret.

Ve bir gün sonra… Elinden lokmasını atmak üzere uzattığı kaşığını düşürdü kadın. Gözbebekleri yerinden fırlayacakmış gibi... Beyninde bin uğultu.

Seher… Seher dedi kızına seslenerek. Ben mi yanlış duyuyorum, yoksa bu lanet kutu mu! ....

Sheeeeeeeeeerrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr. Şafağımızı vurmuşla Seher. Şafağımızı vurmuşlaaaaaaaaaarrrrrrrrrr.

Seheeeeeeeeeerrrrrrr. Yalan de, başka de, yanılıyorsun de.

Seheeeerrrrr. O ölmedi de. Şafağımızı vuramazlar de.

Seheeeerrrrrrrrrrrrrrrrrr.

****

Özür dilerim anne. Özür dilerim. Sözümü tutamadım. Sana kavuşamadım.

Yine bir Pazar günü… Babalar gününde! … Balkonda (!) Sabah kahvaltısında (!) Seken kör bir maganda kurşunuyla! … Kaybettiğimiz babamın kaldığı yerden (!) başlamak üzere… Seni yaşatamadım.

Affet anne. Annem! … Buraya kadarmış…

Şafak, altı.

......

 
Toplam blog
: 669
: 1503
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Bir on dört mart sabahı güneş henüz arz-ı endam ederken üzeri yongalarla kaplı, küçük pencereli, ..