Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Şubat '07

 
Kategori
İlişkiler
 

Zamanla yarışmamak için

Zamanla yarışmamak için
 

Blog sayfalarında bir günlük yazacağımı hiç düşünmemiştim bir gün. Kimileri için gerçekten birer günlük olan blog sayfaları, kimileri için kendi gündemini yaratan sayfalar, kimleri için de var olan gündeme yön veren sayfalardı bana göre bu sayfalara yazılan. Ama her haliyle paylaşım sayfaları, paylaşılandı. Demiştim ya bir yerlerde; “Yazı yazmak en güzel paylaşımdır” diye. İşte Milliyet Blog bu amacı gerçekleştiren bir ortamdı. Ben neresinde paylaşıyordum bu sayfaların acaba? Kendimce yine günlük dışında kalan sayfalarıydı paylaşımlarım bana göre.

Ama bir gün, yani bugün o sayfalarda bende günlükte yerimi almak istedim. Blog sayfalarını hani günlükmüş ya anlamı bu anlama uygun kullanmak istedim. Nedeni neydi bilmiyorum günlük yazmak istememin? Bildiğimse neden günlük yazmak istemememdir. Bana özel olanı paylaşmaktan hep kaçınmışımdır, günlük yazmamamda, bloğun bu özelliğini kullanmamamda bu özelleri paylaşmaktan kaçınmamdandır. Bugünse güçlü bir dürtüyle günlük yazmak istiyorum. Günlüğüme akıtmak istiyorum içimi. Haykırmak istiyorum. İçimde ki acıyı boşaltmak istiyorum. Yararı olur mu bilmem ama belki kendime bile haykıramadıklarımı, yazarak akıtmak istiyorum. Evet işte sebep buydu galiba Milliyet Bolg sayfalarının günlük özelliğini kullanmak istememin. Haykıramadığım acımı akıtmak.

13 Ocak 2007 Cumartesi Milliyet Blog buluşması. Ordaydım, orada olandım. İzledim, gözlemledim, notlar aldım. İzmir’e döndüğümde notlarımı paylaşacaktım, kendi gözlemlerimle değerlendirmeler yapacaktım. Son yazımda söylemiştim o güne kadar yazmayacağımı ama o günden sonra da yazamadım. Belki hiç yazamayacaktım o gecenin sonunda öyle sanıyordum yaşanılan on iki gün gerçeğinde. Kapıda karşılandık güler yüzlerde ki profesyonellikle. Şehir dışından katılmam yöneticilerimizi de mutlu etmişti. Gülen yüzlerinde ve nezaketlerinde ki samimiyetlerinde bunu gördüm. Kafalarında ki amaca ulaşmışlardı Milliyet Bloğu hayata geçirenler. İstanbul’dan katılım az olsa da asıl amaca ulaşılmıştı bence. Orda bir yabancıydım. Ben çoğu yazarımızı tanıyordum ama beni çoğu tanımıyordu. Hatta parmak hesabı bile yapabilirim tanıyan yazarlarımızı. :) Bu aslında hoşuma da gitmişti. Çoğu için hoş olmayan bir durum olsa bile benim için gerçekten hoş bir durumdu. Neden mi? Burada uzun zamandır yazan biriyim. Klavyeme ruh düşmeden yazmadığım için az yazım olmakla beraber epeydir aranızdayım ve burada olmaya da devam edeceğim amacından uzaklaşmadığı sürece Milliyet Blog sayfaları. Kendimce gerçek okuyucumu bilmek adına yazdığım andan beri ailemin yani annem babamın (onlarda Internet kullanıcısı değiller) dışında kimseye söylemedim burada yazdığımı. Çevremden hiç kimse burada yazdığımı bilmiyor. Milliyet Blog yazarları da o gün beni tanımadıklarına göre yaka kartımdan bile hatta çoğu ismimi bile sonradan yazılarına hatırlayamadıkları için ekleyememişler Zerrin Hanım dışında . Bu yüzden bu hoşuma gitmişti. Yani yazılarımdaki gerçek okuyucum sadece sayfalarıma tıklayan değildi. Ve bu sitenin Blog yazarları da değildi. Buda bana gerçek okuyucumun sayısını belirliyordu. Tabii bu benim kendimce yaptığım bir istatistik. Bir süre daha çevremle burada yazdığımı paylaşmayı düşünmüyorum, gerçek okuyucu sayımı ve kitlemi anlamak adına. Ve bir şey daha tespit etmiş oldum yine kendimce sadece sayfalarıma tıklanmamış aynı zamanda okunmuş olduğunu ve Milliyet’in okurları tarafından okunduğunu görmüş oldum sayfalarımın Milliyet Blog buluşmasında ki tanınmayışımdan. Okunma oranlarına bakınca bana göre çokta küçümsenecek sayılar değil açıkçası. Ve yorumlara baktığımda da 15 blog ve sadece altısı yorum almamış. Buradan okuyucularıma teşekkür etmek için bu detayı yazdım yoksa amacım reklam dürtülerimi okşamak değildi bunu böyle anlayanlarda olacaktır ama ben böyle anlayacaklara da kızmıyor saygı duyuyorum. Zira reklam yapacak bir şeyde yok henüz yolun çokkkkkkk başındayım. Başında olmakla beraber doğru yoldayım bunu da biliyorum. Çok fazla mütevazı olmanın aptallık olduğuna inananlardanım açıkçası. Bu yüzden bu konuda mütevazı olmayacağım. İlk başlangıcı değerlendirdim ve neden beni Milliyet Blog yazarlarının tanımamasının hoşuma gittiğini açıklamak istedim hepsi bu. E bu soruya cevap vermek hakkım olsa gerek. :)

Geceyi aktarmaya, paylaşımları, gözlemlerimi aktarmaya çok geç kaldım bunu biliyorum. Burada zaten o duygularıma, gözlemlerime yer vermeyi düşünmüyorum ne kadar zenginde olsa alıntılarım o geceden kısaca o ana gelene kadar olanlara yer vereceğim ve günlüğümü yazacağım. İçimde akıtamadığımı belki günlüğüme akıtırım. Beni tanımamışlardı demiştim ama buna rağmen yalnız kaldığımı sanmayın sakın hiç öyle yalnız, kendi halinde bir yabancı gibi kalabilecek bir tipte değilim. :)

Zaten bu ailenin bir ferdiyim o zaman bir yabancı gibi olmam olası bile değil, değil mi? . :) Benim için bu buluşmada ki en büyük ayrıntı aslında, yani orada olma nedenim Milliyet yöneticilerinin blog oluşumuna nereden baktıklarını görmekti. Yani biz blog yazarlarını ne olarak gördüklerini gözlerinde görebilmekti. Bunu gördüm. Zaten yazdıkları bir slogan pankartında da bunu çok güzel ifade etmişlerdi. Pankarta yazılan, o geceyi ve Milliyet yöneticilerinin bakışlarını özetle anlatıyordu. Slogan aynen şuydu arkadaşlar; “Öyle geniş bir yelpaze sunuyor ki insana bu dünya, ne yazacağını, neyi okuyacağını şaşırıyor insan. Hani üstünde kuş sütü bile eksik olmayan sofralar vardır ya, ne yiyeceğini şaşırır insan işte onun gibi. . ” Bana göre bu her şeyi özetleyen bir sözdü. Bize bakışıydı yöneticilerin. Ve oluşumumuzda ki gerçek.

Tüm detayları Milliyet ekibi tarafından düşünülen, artı ve eksikleriyle yapılmış bir gecenin sonunda herkes gibi ayrıldım bende. Bir gece daha İstanbul’da kalacak ardından İzmir’e koşacaktım bu detayları kendi gözlemlerimle keyifle yazacaktım ama ne yazık ki İzmir’e koşmaktan başka gerisini yapamadım. Koştum hem de çok hızlı bir şekilde yetişmek zorundaydım, zamanla yarışarak koşmak zorundaydım. Aldığım telefon bana bunu söylüyordu benim hayatta ki yoluma şekil veren, bugün ki değerlerimde beni ben yapan insanı, babamı çok acil ameliyata almışlardı. Ona yetişmem gerekiyordu. O kadar hızlı olmuştu ki her şey ben o kadar hızlı koşabilecek miydim? Yetişebilecek miydim? Hastane koridorlarına girdiğim anda duyacaklarımdan korkuyordum, ya geç kaldıysam koşamadıysam yeterince. Sevdiğimi, onsuz bir yanımızın hep kırık olacağını, onunla yaşayacağımız daha çok şeyin olduğunu ya söyleyemezsem. Bütün bu korkularla annemin yanına vardım. Hiçbir şey soramadım, soramazdım da. Korktuğum cevabı alırsam, ya her şey bittiyse. Yetişemediysem, koşamadıysam yeterince. Gözlerine bakarak anlamaya çalıştım sadece hepsinde aynı korku ve bekleyiş vardı. Babam yoğun bakımdaydı ameliyattan çıkmıştı yoğun bir kan kaybı geçirdiği için ikinci kez ameliyata alınmıştı ve hala kan anonsu yapılıyordu. Kan merkezinde bir anons kanımızı dondurdu ama ardından babamın yeniden hayata döndüğünü öğrendik. Beş gün beş koca gün yoğun bakımın kapısında bekleyiş sürdü içerden bir habere, iyi bir habere ihtiyacımız vardı. Doktorlara yalvardım, bir gecenin bekleyişinde görmeliydim babamı, ona dokunmalı, varlığımızı, yanında olduğumuzu hissettirmeliydim. Onu ayakta tutan bizim sevgimizdi bunu biliyorum, bizim varlığımızdı. O bekleyiş gecelerinin birinde doktorlar bana inanmış olsa gerek içeriye aldılar. Onlar inanmıştı bana ama ben kendime çok inanmıyordum. Acaba babamı o durumda görsem gücümü kaybeder miydim, darmadağın olur muydum? Bilmiyordum. Bildiğim tek şey babama dokunmaktı. Yoğun bakımda yattığı yatağa doğru sessizce geldim. Kendimi öylesine sıkmıştım ki, içimde ki korkuyu, üzüntüyü ona hissettirmemek için sanki bir demir gibiydim, günlerce de ailemi ayakta tutmak için demir gibi olmak zorundaydım. Öyle de oldum. Yanına yaklaştım o manzarayla irkildim ama irkilirken bunu hissettirmedim ona, parmağını usulca tuttum ve söyledim; ona ihtiyacımız olduğunu, onu sevdiğimizi. Ve sürem dolana kadar elini tuttum gözlerini kısaca açıp baktı bu umuttu atlatacaktık. Biliyordum; Babamın hayata olan bağını, yaşama olan sevgisini, bize olan sevgisini. Bizim için atlatacaktı bu kötü günleri. Ve öylede oldu atlattık o kabus dolu, korku dolu günleri. Hayata sıkıca tutundu. Bize sıkıca tutundu. Onu sevenlere tutundu. Geriye kalan on iki acı dolu gündü. Uykusuz geçen bekleyişlerimdi, bekleyişlerimizdi. Bu bekleyişlerimde, bekleyişlerimizde dostlarımızın verdiği güçle ayakta durduk. Internet’in varlığını küçümseyenlere şunu söylemek istiyorum ben dört yıl önce kurduğumuz birbirimizi hiç tanımadığımız sonrasında ete kemiğe büründüğümüz sitem ve Türkiye’nin her yerinden üyesi olan o büyük sitemin üyeleriyle atlattım bu kabusları. Onların verdiği destekle demir gibi durdum ayakta Onlar babama kan verebilmek için seferber oldular, o zor günlerimde daha güçlü olabilmem için bana destek verdiler. Biz olmanın, tek vücut olmanın nasıl bir şey olduğunu hissettirdiler bana. Adını vererek reklam yapmak istemiyorum sitemizin yanlış yorumlanmasın diye. Zaten sitemin, sitemizin reklama da ihtiyacı yok. Sadece Internet’ten dostluk kurulur mu diyenlere sözümdü bu. Bir gün Milliyet Blog’ta bunu başaracak bundan kimsenin şüphesi olmasın. Buna inanlarla o birliği kuracak. Biz olmayı başaracak.

Gerçek hayattaki yüzlerimizin, kimliklerimizin yansımaları kadar varız. Internet’te de kendi gerçeklerimiz kadar yansırız. Milliyet’te ki yansımalarımızda bizim yansıttıklarımız. Kendi gerçeklerimiz. Bu yüzden şudur, budurlar yerine dokunmayı bilelim arkadaşlar. Zaman o kadar kısa ki sevdiklerimize seni seviyorum demeyi , ona dokunmayı erteleme lüksümüz yok. Buna hakkımız da yok. Her şey bir nefes almayla başlayıp bir nefes vermekle bitiyor. Bu yüzden hiç vakit kaybetmeyin. Sonra koşmakta geç kalırsınız. Ben geç kalmadım bu sefer. Ya geç kalsaydım? Sizde geç kalmayın. Ya geç kalırsanız? Zamanla yarışmamak için şimdi koşun. Yarın koşmamak için hemen bugün…

 
Toplam blog
: 295
: 3718
Kayıt tarihi
: 01.10.06
 
 

Milliyet Bloğa nasıl geldim ve nasıl yerimi aldım bilmiyorum. Sanırım uzun yıllar okuduğum bölüml..