Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ekim '13

 
Kategori
Edebiyat
 

Z.Betül Yazıcı'nın "İçimde kirli Kuşlar" adlı şiir kitabı.

Son iki yıl içinde Akatalpa, Mor Taka ve sıklıkla da diğer bir Bursa dergisi olan 16.45’de şiirlerini görmeye başladım Betül Yazıcı’nın. Her karşılaştığımızda da şiiriyle ilgili düşüncelerimi, daha çok da özendirmek, yüreklendirmek bağlamında söyledim. Sonunda bir gün elinde şiir kitabı, yüzünde dingin ve huzurlu gülümsemesiyle bana doğru geldiğini gördüm. Belli ki Ladin’inden sonra yaşamının ikinci en güzel üretimine kavuşmuştu. Kitabını, ayağa kalkarak, büyük bir sevinçle aldım. Ne ki o güzelim kapağın üstünde insanı ta derinlerinden vuran bir isim vardı: ”İçimde Kirli Kuşlar.” Aldım, okşadım, sevdim, kapağını açıp beklediğim yazıyı, imzasını görmek istedim ve ikinci kez sarsıldım. Şöyle imzalamıştı: “kaburganızdan doğdum/eğriyim/ içinizde yerimden artan/ o meşhur boşluk…” Bir şiir bir insanı dondurabilir mi? Bir şiir eğer biçim-töz-anlam  karşıtlığı (Hjelmslev) bağlamında da bu kadar iyiyse; evet. Daha sonra ayrımına vardım; kitabın 19. sayfasındaki “siz” başlıklı şiirinin son bölümüymüş. “Baktıkça siliniyor yüzüm/faydası yok yere basmamın/yalanlar!/ nerden bulacaktım, ıslak saçlarınız kadar çoktular/ yağmur yağıyor; bakın bu doğru/ birbirinize sokulup duruyorsunuz/ el ele verdiğinizi bilmek/ hayattaki en düz çizgi/… o dizleri de buraya koyup okuduğumda; hem bir “bütün” olarak, hem de bu bölümüyle iyi bir şiir karşısında olduğumu gördüm.

Bu nedenlerden olacak kitabının adı bunca hüzün verici. Eğri kaburgalar üretenler bol bol da yalan söylüyorlar çünkü. İrili ufaklı her türden egemenin iktidar aracıdır çünkü yalan.  Hile yapıyorlar, insan dahil, her şeyi bir tüketim aracı olarak görüyor ve hor kullanıyorlar. Şair bu ve benzeri toplumsal kirlenmelerden rahatsız. Bu yüzden şiirinin temel izleği “kirlenmişlik”: “…herkes korkuyor şu sıralar aşktan/ bir kullanımlık her şey çünkü/ çılgın bir çiçek karşılıyor ilkin sizi/ bir yatağın kenarında o çılgın kımızı/ vadilerin tatlı sularına karışıyor/ dokunamadığınız herhangi bir yeşil/ bir renk körlüğü/ işte yanı başınızda;/ “aşkın içimde rüya kalbimde duya duya”(s.23)

 “Şeytan minaresi…”nin insan psikolojisinde, bireysel-toplumsal yaşamda bir yeri ve bir adı var elbet:Tutku. Şeytani tutku şiirde bir tatlı kaçamak…Tatlı, çünkü anlatım oldukça yalın “…yoo benim yolum kıyılara değil/ hep aşık kalacağım kabuklu bir böceğe/ kabuğunu benimle genişletecek/ dünyayı döndürecek çevremde/ mesela şeytan minaresi içi/ demezler mi şöyle böyledir diye.”(s.34)

Sanata, şiire ve yaşama dair olanların, -söz sanatlarının- etkileyici kullanımının sanatta-şiirde biçemi oluşturmaktaki işlevi önemli Bu bağlamda önemli ipuçları veriyor Betül Yazıcı şiiri: “yaşanmışlık kokar bazı giysiler/ yıkanamaz bu yüzden/ sebebi olsa da her unutuş canımı yakar/ canımın ortasında uyu/ adımın ortasındaki sessizlik.”(s.43)

Çünkü yaşanmışlık kokuyor dizeler. Somutun soyuta, soyutun somuta dönüşümü kısrdöngü oluşturmaksızın, şiiri kendi içine hapsetmeksizin başarılmalıdır. İçtenlik sanata kurban verilmemelidir, verilemez. Albert Dürer’in “Anesinin Portresi(1514)” adlı çizimi için “olağanüstü içtenliğiyle görkemli bir yapıttır,” diyor E.H. Gombrıch. Soruyorlar: Neden şiirimizi okumuyor bu halk? Halkın içinde yaşadığı verili koşullar, kültür, eğitim düzeyi, okuma alışkansızlığı bir yana; yabancılaştırıldı çünkü ona şiir. Doğasına ters düşürüldü. Hiçbir işine yaramıyor, anlamıyor da. Bütün bu nedenlerle beklenen estetik zevki de alamıyor. Kısacası okuması için bir nedeni yok ki. Her ay üretilen şiirlerin binlercesi birbirine benzerse, bir şiir gettosu oluş-tu-ur; kendine dost(!), ötekine yabancı. Betül Yazıcı’nın şiiri içtenlikli. “hiçbir şey bilmiyorum/ ağzımda turunç bahçelerinin acı tadı narların cömertliği;/ tadına varıyorum/… / her şeyi görüyorum; gördüğüm sen değilsin/ olma!/ yabani meyvelerin tadına varıyorum/ bilmediğim bir rüzgâr kaçıyor gözüme/ kıyıdaki çakıllara yeni dilde dokunuyor deniz/  hiçbir şey anlamıyorum/… /ki ayağım bir pabuçta adım atılmamış yollarda duruyorum”(s.47). ”…hiç tanımadığın birinin peşine düşmek/ sessiz kıyılarını bulmaya;/ kendin olduğunda dönüşebildiğin o umursamaz dinginliği/  susuzluğuna iyi gelir herhalde/ 'taş sessiz' olabilir, olmasına olur ama gölgesi yoktur taşın/  varsa bir de ses vardır yanında/ aynası mavidir martıların/ balıklarla yüz göz olunca da yüzgeçlenirsiniz/ güneşin gölgesi ateştir/ denedim / gölgesiz yaşanmıyor (s.48)

Yazıcı’nın şiirindeki izleklerden biri de zaman. Hatta belki en önemlisi. Zaman kavramını sürekli olarak irdeleyen şair, onu biriktirmek ve çoğaltarak sunmak istiyor okuruna. Yaşamdaki olumsuzluklara ve hatta yaşamın düşmanı ölüme karşı direnişini yalnızca bilinçaltında tutmuyor, bilinçüstüne çıkararak işe yarar kılıyor. Şiirin estetikle ilişkisini damak tadında koruyarak felsefenin bir sorusuna da yanıt arıyor sürekli: Nereden nereye?... “durmuş saatlerden/ artık zamanlar topluyorum/ ters dönmüş terlikleri düzeltince/ ertelenecek ölümüm” (s.55)

Umut, özendirme, direnç ve güvensizlik izleklerinden oluşan çelişmeli ve çarpıcı  imgelerle kurmaya çalışıyor şiirini.:”…bir çiçeğin özüne saklanın en iyisi/ pul gibi ya yaşama/ üstüne adresinizi yazmayın/ açık kalsın ölümün ağzı…”  Şu son dize örneğin; ne büyük, ne çok çağrışımlara yolluyor okurunu!

Ayrıca insan-doğa iletişim(sizliği) izleği de şair için önemli. Şiirlerindeki gezintimizde sıkça rastlıyoruz. “…yanı başınızdan geçtim, görmediniz/ donmuş bir gölü andırıyordu yüzünüz/ kıyısında durup küçük taşlar kaydırdım/ öte dünyalardan bana seslendi sanki bütün kuşlar/  gelseydim üstünüze, en zayıf noktanızdan içinize düşecektim  acımsı bir su duruyordu orada/ taş buza değer değmez anladım/ buzun suya karıştığı yerde canımı yakacak bir şeyler var terinizin izi, söylediğiniz yalanlar/ kimse bilemez ki/ bir çiçeği koklamaya eğildiğinizde saatin kaç olduğunu…”(s.15).

Yalan, sözlerin tutulmaması, suskunluk, yalnızlık; diğer önemli izlekler. “… her şey kayıt altında/ yine de yaşamak dediğimiz aynı ezberin kalıbı/ geçmişle şimdinin farkı, sadece bu/ yoksa ağızdan çıkan sözler hiçbir zaman tutulamadı.”(s.8) “baktıkça siliniyor yüzüm/ faydası yok yere basmanın/ yalanlar!”(s.19).”yalnızlığım/ dediklerini ve dudaklarını al git/ yalan nedir bilmeyen tarla faresinin yanına”(s.42).

İçimde Kirli Kuşlar”ın bir başka gizi daha çözülüyor. İnsanlığın başının belası tabular ve onların korku temelli dogmalarına da şiir dilinden başkaldırıyor, bu kez de toplumsal anlamına güç katıyor şiirin. Onda kendini bulacaklar çoğalıyor böylece. Bireyin kendisi olmasının,  kendisiyle hesaplaşmasının yanıbaşında birey-toplum eytişimi kuruluyor. “…başkaldır bana/ yıka yüzünden kirli tanrılarını, sonra tapın kendine/ saçlarımı kendine doğru tararken, haydi yeniden çal sam/ ve kendin çek ipini”(s.62) Şiirin ve sanatın yapay tanrılarını da şiirin ve sanatın yüzünden yıkamak gerek; bu ülkeye özgü bir tabu da böyle yıkılacak, çünkü buna acil gereksinmesi var.

Yaşamın şiirde, şiirin yaşamda içselleştirilmesi ayrıntılara inildikçe ve estetiğin dizgini sağlam tutuldukça güzel dizelere dönüşüyor. Yalın anlatımın, kolay ulaşılabilirmiş gibi görünen derinliğinde katmerleşen dizeler, ses ve anlam, biçim ve içerik tahterevallisinde durmadan salınsa da yaşamdan sızılı, hüzünlü, acıklı, yaralı anlar ve buruk bir şiir tadı sunuyor okuruna:

Yaşamsal deneyimlerin yoğunluğu, derinliği, karmaşık ayrıntılardaki buluşları  şairin geleceğine açılan kapıları muştuluyor: “…iki virgül arasına sıkışmış kocaman dileklerim”(s.10), “…sokaklardan geliyorum/ yürümek uzaklaşmak değil kendimden/ bize birikmek/ …arkamda kalmıyor gelişim/ bununla geçiyorum eşikten/ bu eşik bir dehşet:…çıplaklığınla ört üstümü”(s.13). “…gözlerinizi kamaştırmak/ derin bir uykuda durmakmış/  orada sallanırken buldum kendimi/ yalnız bir uzunluksa eğer doğru/ kör bir çemberse zaman/ kırılmalı kilidi:/ temmuz'un adı bahar/  denizinki buz olmalı/ işte böyle açıldı başka ağızlar ağzımdan içeri/  başka bir baş buldum kendime/ bilmiyordum:/ en uzun görünen yol en kestirmeden gidenmiş/ bir sonu varmış uçsuz bucaksız kırların/ imkansız dediğimiz kendimiz kadar yakınmış bize.” (s.16).

Yalınlıkla yoğunluğun sağlam bir temelde buluşturulmasının iyi bir örneği olarak da şu küçük şiirine  bakmak gerek şairin: “hep bir şeyler bekleyen boş bir denizkabuğu iken/ yer edinebilir miydim içinde/ nazlı salınıp duran uğultulu çakılların”(s.33).

Devingen, diri, umut verici, yaşayan, paylaşan, bunaltmayan, okuruna sanatsal tatlar  ve düşünsel imgeler veren; diğer bir deyişle (Tesniereciler kusura bakmasın) öznenin önemini yadsımayan bir şiir Betül Yazıcı’nın şiiri. Aslında (şiirlerini yayımladığı dergilerin -örneğin M. Güven’in- ve kitabı (hele de  belli bir para karşılığıysa…) yayımlayan yayıncının, estetik değilse bile küçük bir editoryal  -V.Çolak’ın da kulakları çınlasın!- çalışmayla en aza indirgenebilecek (daha çok biçime dair) sorunları var ne yazık ki. Sözcük ekonomisi ve  yoğunluğu olumsuz etkileyen fazlalıklarla ilgilidir bunlar. Söylemek  gerekirse; “bir” sıfatının (örn.s.9/1’de iki tane, s.10’da yedi, s.21/2’de beş, s.22/1’de üç, s.23/3’te dört, s.42/2’de beş tane) gereğinden fazla oluşu; birçok usta yazar ve şairimizin de sık sık işlediği bir kusur olarak iyelik, kişi ekiyle zamirinin aynı anda (s.14:”neyiniz var sizin”, “s.20:”…bilmiyorum ben”, s.23:”…sizin adresiniz”, s.26:”ben istemezsem”, “ben hiç gidemeyeceğim yerlerde kalacağım”, s.44:”ben… çekiyorum”, “ben şuradayım,…”ben buradayım, s.51:”…sen gel”) kullanılması; sözcüklerin, bazen de sözcük öbeklerinin  sık yinelenmesi (s.13:”sokaklardan”, s.25/3: “bil” köklü sözcükler, s.34:”boya” ve “kabuk”, s.43:”can” köklü sözcükler, s.47:”tad”, s.62:”kendi” sözcüğü) gibi kusurlardır bunlar ve önemlidir. Bir de imge bağlamında, az rastlanır da olsa benzer söylemlerden özenle kaçınarak özge -özgün- söylemleri çoğaltma çabasının yoğunlaştırılması, şiirine bir de bu gözle bakması önerilebilir, bu yönlü bir çalışmayla şiirinin dokusu ve söylemi daha bir sıkılaştırılabilirdi.

 

Onu gelecekte daha iyi bir yerde görebileceğimize inanıyorum.


 

 

 



§İÇİMDE  KİRLİ KUŞLAR, ŞİİR, BETÜL YAZICI, ETKİ/DİZA YAYINLARI, 2008.

  

 
Toplam blog
: 74
: 569
Kayıt tarihi
: 11.03.10
 
 

1954 yılında Kars’ın Arpaçay ilçesine bağlı Bardaklı köyünde doğdu. Türkiye’nin çeşitli yörel..