Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ekim '15

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Zenginleri değil, zengin olmayanların görmek istediği gibi “Zenginleri” Anlatan Dizi… Paramparça…

Zenginleri değil, zengin olmayanların görmek istediği gibi “Zenginleri” Anlatan Dizi… Paramparça…
 

Çok iyi projeleri, korkunç bir hale sokan yapımcıları da biliyorum, sadece bir cümleden ibaret fikirlerden çok iyi işler çıkaranları da…


Yıl 2014…

Kanal Star Tv…

Paramparça dizisi…

Bir yanda Gülpınarlar, fakir bir aile.

Diğer yanda Gürpınarlar, gerçek bir burjuva ailesi…

Her iki ailenin çocukları doğum esnasında hastanede karışmıştır ve ortaya çıkan gerçek ile her iki ailenin hayatı altüst olur.


Milyonda Bir

Yıl 2008…

Kanal Star Tv…

Milyonda bir dizisi…

Bir yanda Şencanlar; fakir bir aile.

Diğer yanda Paksoylar, gerçek bir burjuva ailesi.

Her iki ailenin çocukları doğum esnasındahastanede karışmıştır ve ortaya çıkan gerçek ile her iki ailenin de hayatı altüst olur.

İki dizi konu olarak her ne kadar aynı olsa da biri yedi bölümü ite kaka getirip final yaparken, biri bu yılın en iyi rating getiren dizisi olmayı başardı.

Peki, birebir aynı konunun işlendiği iki diziden nasıl oluyor da bu kadar farklı sonuçlar elde edilebiliyor?

Cevap tabi ki rating ölçüm paneli değişti, her şey allak bullak oldu değil.

Zira çocuk değişimi her dönem iş yapan bir konudur.

Hazal-or-Cansu-Tonight-paramparca-paramparca

Milyonda Bir ve Paramparça arasındaki fark, hikâyenin a’dan z’ye işleniş ve sunuş şekli…

Bizdedizilerin başarısızlığı senaristler ve oyunculara, başarısı ise yönetmen ve oyunculara biçilse de, bu yaklaşım oldukça sığ bir bakış açısıdır çünkü dizi ve sinema kolektif bir iştir. Ne tek başına senarist, ne tek başına yönetmen ne de tek başına oyuncu ve yapımcı bir işe yarar. Esas olan tabi ki senaryodur ama yönetmenin dünyası ile senaryo hayata geçer, oyuncu ile ete kemiğe bürünür. Bu üç saç ayağının şefi de yapımcıdır. Yani iyi bir yapımcı; iyi senaryo seçer, o senaryoya uygun yönetmeni ve karakterlere uygun oyuncuları bir araya getirirse, iyi iş çıkar.

Dolayısıyla karar mekanizması yapımcıdır.

Sektörde biten işlerin yapımcılarından en sık duyduğumuz cümlelerdir; senarist kötüydü, yönetmen kötüydü, oyuncu kötüydü…

Oysa bu saç ayaklarını seçenler kendileri.

Senaryo daha tretman aşamasındayken onlara gider, onlardan onay alınır.

Senaryo çıktığında ilk onlara gönderilir.

Yönetmeni onlar seçer.

Oyuncuları onlar seçer.

Çekimden ve montajdan sonra ilk bant kanaldan önce yine yapımcıya gider.

Sonunda da dizi patlar ise; senarist kötüydü, senaryo kötüydü olur. Sonra da magazinsel boyutu senarist doyuramayacağı için başrol oyuncuları kötüydü olur. (Hem de oyuncuların geçmişteki başarılı işleri hiçe sayılarak)

Çok iyi projeleri, korkunç bir hale sokan yapımcıları da biliyorum, sadece bir cümleden ibaret fikirlerden çok iyi işler çıkaranları da…  Ya da yapımcı yapımcı dolaşmış kabul görmemiş bir projeye inanıp, kanala kabul ettirmeyi başarıp, rating rekorları kıran işler yapabilen yapımcıları da…

Yani, projeyi proje yapan yapımcılardır.

Mekânlar,  doğru cast, senaryo, olay kurgusu,  ritmi, yönetmen senarist ilişkisi, kamera arkası ekibi… Her biri önemli…


Paramparça-Dizisi-Oyuncu-Kadrosu-Fragmanları

İşte Paramparça ve Milyonda Bir arasındaki fark da bu…

Milyonda bir dizisinde, senaryo fikri her ne kadar doğru olsa da, konunun işlenişinden tutun yukarıda yazdığım diğer tüm öğelere kadar her şey yanlış seçilmişti.

Oysa Paramparça, senaryosu ile izleyiciyi “sen aynı şeyi yaşasan ne yapardın” ikileminde bırakırken, mekânların gerçekliğiyle, oyuncularıyla, olay örgüsündeki yüksek enerjisiyle, yönetmenin dünyayı bize sunuş şekliye,  izlenilirliği yüksek bir dizi olarak çıktı karşımıza.

Öyle ki temel öğeler öyle iyi seçilmişti ki, saçma olan birçok unsur hedef kitlenin çok da gözüne batmadı.

Özellikle ilk üç bölüm hikâye çok hızlı yürüdü. Öyle uzun uzun sündürülmüş hikâyecikler yerine, kısa ömürlü sorunlar oluşturuluyor, düğümler atılıyor ve hemen mümkünse o bölümde çözülüveriyor.  O eskinin 60 sayfa senaryolarından, uzun uzun çekimlerle 100 dakika iş çıkarmalar bu dizide yok.

İzleyici olay örgüsünde aslında ne olacağını biliyor ama nasıl olacağını merak ediyor.

Her karakter iyi ve kötü yanlarıyla kendi taraftarını yaratarak, dizinin başarısının temellerinden biri oldu. Olay örgüsü yanı sıra diyaloglar da hep bu bakış açısıyla kuruldu. Mesela Cansu’nun Hazal’a kurduğu “belki de herkes hak ettiği hayatı yaşamıştır” cümlesi, bunun en belirgin örneklerinden biriydi ve izleyiciyi ikiye bölecek güçteydi.

screen-shot-2015-01-05-at-10.06.17-am

Ve gelelim zenginler dünyasına… Konu her ne kadar biri zengin biri fakir iki ailenin çocuklarının doğum esnasında karışması olsa da, diziyi asıl izlettiren; zengin ve güçlü kadının, fakir, eğitimsiz ve gururlu kadına kocasını kaptırmasıdır.

Türk izleyicisi, zengin hayatı dizilerde görmek istiyor.

Son model arabaları, yalıları, villaları, gösterişi, abartıyı izlemek istiyor.

Gecekondular, apartmanlar ya da kendi hayatına yakın hayatlar izleyicinin umurunda değil çünkü zaten o hayatın içinde.

Görmek istediği, olamadığı hayat…

Sonra…

Kendi gibi bir karakterin o hayata monte olmasını istiyor. Hem de kendi hayal dünyasının kapasitesiyle.

Öyle gerçeklerle de değil.

Yani; zenginleri değil, zengin olmayanların görmek istediği gibi “zenginlerin” anlatılması isteniyor.

Kısacası bu dönemin şiddetli hastalığı, “yırtma” durumunu anlatan diziler izleniyor, isteniyor.

Oysa zenginler bu dizilerdeki gibi yaşamıyorlar.

Mesela Paramparça ‘da baba oğluna araba hediye alır…

Şimdilik bununla idare et oğlum der. (hediye edilen araba Porsche)

Bu tamamen yırtma hayalleri kuran gerçek hayatın gerçek karakterlerinin, senaryonun fantastik diyaloglarındaki tezahüründen başka bir şey değil.

Dizinin en büyük handikabı ise yüksek bütçeli olması. Mekânların, özellikle yalının ve Cihan karakterinin ofisinin kiralarının dudak uçuklatan rakamları, yüksek oyunculuk ücretleri, bu ücretlerin bazı oyunculara 13 bölüm olarak çekimler başlamadan nakit olarak verilmesi, sette yaşanan ve aslında magazine de yansıyan durumlar nedeniyle çekimlerin tahmin edilenin üzerinde zamanlarda çekiliyor olması, sabah başlayacak işlerin öğlen motor diyebilmesi ya da bazı günler çekimlerin iptal olması gibi nedenlerle de zaten yüksek bütçeli iş daha da yüksek rakamlara çekiliyor…

Bu da ne demek oluyor?

Ratinglerde olan ufak bir oynama bir anda rüzgârı terse çevirebilir demek. Çünkü her ne kadar Endemol çok güçlü bir yapım şirketi olsa da, para kazanılmayan iş, iş olmaz.

Son olarak oyuncular ve karakterler ile ilgili küçük notlarıma gelirsek…

paramparca_4-4

Benim dizideki favorim Ebru Özkan’ın canlandırdığı Dilara karakteri.  Hep ikilemde bırakıyor izleyici. Suçlu mu, masum mu, gelip gidiyorsunuz onu izlerken.  Bu nedenle de Dilara’nın tüm sahnelerinin enerjisi çok yüksek.  Hele hele de Cihan’la karşı karşıya geldiği sahneler, muazzam. Gözlerinde nefreti de aşkı da görüyorsunuz. Her sahnesinin perdesi yüksek ve heyecan dolu...

Nurgül Yeşilçay dizide keşke olmasın dediğim isimlerden biri. Ne anneliği inanılası, ne de gel gitleri. Bu yüzden de hikâye; fakir kadının mücadelesinden çok,  zengin kadının mücadelesine döndü.

Gülseren karakterinin kıyafet ve makyajına sanırım değinmeye bile gerek yok.

Nurgül Yeşilçay’ın anne rolü ne kadar kötüyse Erkan Petekkaya’nın baba rolü o kadar başarılı.

Çocuk oyuncu seçimleri on numara.

Cemal Hünal’ın canlandırdığı Alper ve karısının sahneleri inanılmaz sıkıcı. Altları boş…

Ve Keriman… Bir anda sosyal medya fenomenine dönen, capsleri yayınlanan Nursel Köse’nin canlandırdığı karakter, her geçen bölümde kantarın topuzunu kaçırmaya başladı. O nasıl dolma yemek, o nasıl muz yemektir. İlla vur deyince öldürmek mi gerekir bilemedim ama birinin Nursel Köse’ye dur demesi gerektiği kesin. Seyirci sevdi diye baymanın manası yok.

Televizyon, sinema, yaşam ve sokaktaki hayat üzerine diğer yazılarımı okumak istiyorsanız, blogum bibaksana 'ya uğramayı unutmayın. :)

paramparça

 

 
Toplam blog
: 172
: 1971
Kayıt tarihi
: 08.06.06
 
 

Okur, gezer, izler ve yazar...                 ..