Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mart '07

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Zennube'yi ararken

Zennube'yi ararken
 

Vücudunun azaları, "Toplu sözleşme" yapmışcasına dirlik ve düzenlik içindeydi. Her bir kıvrımı, eklentisi ve yaydığı elektrik, görünmeyen şuaları ile dansöz Zennube, her an patlamaya hazırdı.

Görünüşü hep öyleydi... Hiroşima’daki atom’un; ışığı, serpintisi, tozu, dumanı ve katmerli gürültüsü, Zennu’benin yanında "Mantar tabancası" gibi sönük kalırdı... Sorduk: ‘''Sen, hakiki zennube misin?'' diye.. Hani garajlarda dedikleri gibi:’Hakiki koç.. Hakiki 3O2 mersedes bunlar" dedikleri gibi.. N’apayım. Tanımıyorum ki kadını...

Sesini yükseltti ve: "Hakiki Zennube benim.Ben de duyuyorum, sahtesi varmış, dolaşıyormuş. Bir yakalarsam, ağzını göbeğine kadar "Cart!" diye yırtacağım''.. dedi, bir yandan da acele acele soyunmağa başladı. Bir yerlerine yazılı ve kakılı alameti farika dedikleri marka ismi arıyordum vucudunda saf saf. Bir şeyin ispatı peşindeydi..

Ege olsun, Çukurova olsun.. Eğlence piyasası çalkalanıyordu Zennube’nin sahtesi çıkmış, ortalıklarda dolaşıyormuş diye. Genel Yayın Müdürümüz Attila İlhan: "Zennube en son Denizli’de görülmüş. Git bak bakalım sahtesi mi, hakikisi mi?" demişti. Hiç de sormadı hani: "Sen tanır mısın onu" diye. Onun felsefesi: "Yaratıcılık" dı... Detay kat’iyyen vermezdi görevde.. Sen bulacaksın. Kareleri sen yerine yerleştireceksin. İşte o kadar! Ehh!.. Biz de yerleştirmek üzere Denizliye yola çıktık. Sinemadaki seansı bitmiş. Biz kaçırmışız. .Ama, otel odasında o suali sormuştum.. Soyunup dökünüvermişti..

Elimiz boş dönmeyelim diye giderayak röportaj yapayım bari dedimdi. İçimden de "Esas Zennube bu" dedim. Dedim ama, bu kanaate nasıl ulaştım? Onu da ben bilemiyorum. Soyunup, gözümü mü boyamak istemişti. Sahtesi, mahtesi yok işte!. Hakiki Mersedes gibi karşımda duran şu kadın, Zennube’nin hakikisi oluyor. Fotokopi veya teksir makinesi mi bu, çoğalt çoğalt da çıktısını al.!

Yavaş yavaş giyinirken sorduk:

"- Ütünün fişi prizde unutulursa ne olur?’ ’Bilemedi bunu. Biz cevapladık "Sigorta atar" Devam ettik:

‘- Ya insanoğlunun sigortası?

"- Kolayı var., dedi, ilkten yüz verip, sonra soğutacaksın arayı. Yani ütü çok kızmadan fişi prizden çekeceksin..

"- En beğendiğiniz filmler?

"- Aç ağzını, yum gözünü... Beni Ali ısırdı... Ne yedin de güzelleştin sen?... Yiyeyim seni yavrum, yarım kilo kaşarla..

"- Erkeklerde aranılan vasıflar?

"- Cüzdanının şişkin olması.

"- Peki kırıtmak?

"- O kimsenin dış farlarını kısıp, iç farlarının gölgesi altındaki şekillerin değiştiğini izlerken görülen motiflerin tümü..

"- Ölçüleriniz?

"- Şezlong gibi kadın olmaktansa, kuvvetli bir erkek cenderesinde çivi gibi şekillenmek..

"- Aşk’ta sadakat?

"- Sıcak aş’a soğuk suyun azar azar katılmasında gözetilen ölçü..

"- Sizce başarının yolu?

"- Elastiki olmayan, uzayıp giden, düz ve uzun yollar..

Az daha, "Demiryolları mı" diyecektim ki, kendimi tuttum..

"- Aşk’da paydos olmalı mı, ne zaman?

"- Tilkiye, "Tavuk kebabı yer misin, demişler, ’Adamın güldüreceğini getiriyorsunuz’ demiş. O hesap! . Aşksız kadın olur mu ayol!

‘- Aşkta kur?

" Evet.İç bataryalar çalıştırılarak tabii..Trafoyu yakmadan şehir ceryanına bağlanırsın böylelikle..

"-Ya kafi gelmezse? Kalem, tam bu sırada kırıldı. Ödünç kalem istedim.

Elbiseleri bir daha fora etti Zennube.. Vücudu, tuzsuz pelte gibi, boşlukta duruyordu sanki.Her tarafı bıngıl bıngıldı.Abooov!!! Ve ekleyiverdi , burnundan soluyarak: "Hakiki Zennube işte karşında, iyi bak!..Sanki bakmıyormuşum gibi.. Bu kadın da aklına estikçe...Kızdıkça soyunuveriyor..Anlayamadım hani..Meğersem daha bitmemiş gösteri.

"- Berberin solumazı, tarlanın ufak taşlısı, öküzün inek başlısı nasıl makbulse, dansözün de kıvırması o kadar makbuldür. .Dedi..Demesiyle birlikte havada o çıplaklığı ile bir "Zero" işareti çaktı...Ardından da bir "Z" gibi kıvrık kaldı..Daracık yerde tuvalet masası devriliyordu, tuttum.. Bir elimde fotoğraf makinesi..Bir de "S" harfi patlattı ki, camlar titredi..Son olarak da bir yumuşak "GE" harfini koydu önümüze..Her hareketi flaşlamıştım.Ve çok şükür röportaj salimen bitmişti.

Düştüm yollara.Attila İlhan ne derdi bu fotoğrafara.Kendisinin müthiş "Seçici" olduğunu bilenlerdendim......

Geldim Aydın’a...Dörtyol’da arabadan indim.Tam Efe Heykelinin karşısındaki Sosyal Sigortalar Hastanesi önündeyim.Ateş arıyorum sigara için. Sigortanın kapısına yürüdüm.Oralarda bulurum diye..İn yok, cin yok sokaklarda.. O an, beklenmedik bir şey oldu.Yüksek demir kapıların kanatları , ikisi birden açılıverdi...Soldaki kulube’de, bir telaş.Telefonların biri iniyor, biri kalkıyor..Koşuşturmalar falan.".İşleri vardır" diye tam geriye dönecekken, ünüformalı bekçi beni selamladı."Buradan" dedi..Doğru ana binaya gittik.."Bakan" lafı kulağıma çalımdı o ara..Dedim:’ ’Bunlar beni Bakan falan sanıyorlar herhalde" Yürümüş bulundum onlarla binaya.Salona bir girdim ki, insanlar yan yana tek sıra olmuşlar..Pijamalı, paltolu, altı başka, üstü başka kılıklar, kıyafetler....Çaresiz önlerinden ağır ağır yürüdüm.Teşekkür etmeyi de unutmadım..Hani teftişlerde öyle yaparlar ya!...Bir ara "Beyaz pantalonu yok bunun niye pijamalı?" dedim..Eee..Madem teftiş yapıyoruz .Kitabına uysun dedik.Öyle ya.!.Bunu sonradan Bakan Mete Tan’ a anlattım Urla Kemik Hastanesindeki yemekte. Gülmekten, sandalyesinden düşmüştü..

Bir yandan da, buradan "Sopa yemeden" nasıl çıkılır diye düşündükçe, bana koğuş gezdiriyorlardı..Arkamda bir sürü kalabalık.Ben nereye, onlar oraya...Koridorda yolu şaşırdım..Soramıyorum da "Çıkış" kapısını..Ama gözüm kapılarda..Elime notlar sıkıştırıldı.Nöbetçi, izinde, hasta, vazifede listeleri verildi personelin.Koyduk cebe..Derken, geldik dış, demirli kapıya. Oh be!..

Kapılar açıldı..Kapılar kapandı..Ardında kalanlar bir küme oluşturmuş, daha da çoklanaraktan..Ve..en önde o üniformalı gece bekçisi..Göbeğinin üzerinde duran hamam tası büyüklüğündeki saatiyle, elbisesindeki parlak düğmeleriyle, şapkasındaki pırıltılı sırması ile, tam bir bekçi "Murtaza."....Kısa boylusu bu...Güleç..Sevimli..Kapının dışındaydım şimdi.Makineyi çıkardım.Topluca bir resim çektim.Flaşın ışığında bizim bekçi, o güleç yüzüyle selama durmuş gördüm..

Ertesi gün şefin yanındaydım.Yazıları alıkoydu.Resimleri de verdim..

Demokrat İzmir Gazetesi..Cumhuriyet Gazetesinin İzmirdeki bir benzeri....Birinci sayfasında dört sütun manşetteki yazı: "Sağlık Bakanı , Gece Yarısı Sigorta Hastanesini Teftiş Etti." Demir parmaklı kapının ardın da, bizim bekçinin selam veren duruşu ile olan resim de var. Al bakalım, burdan yak! İyi mi..

Sonradan o bekçiyi işten çıkarmışlar.Duyunca üzüldüm.

Ha! Zennube mi? Onun haberi, iç sayfalarda tek sütun verilmiş."Muhabirimiz, hakiki Zennube’yi buldu ve konuştu.. Kıvrak dansöz, "Sahtesini bir bulursam, ağzını ‘cart’ diye, göbeğine kadar yırtacağım" dedi., şeklinde.

Zennube, bir zamanlar fırtına gibi esti.En çok "Nana’ yı çekemezdi..Eee, biz de taki p ettik olayları ondan sonra...Çeşmede 1999 yılında karaya vuran fok’un adın"Zennube" koymuşlar.Daha sonraları adına şarkılar yazıldı.Adanalı bir futbolcu aşığı, yanında ayağından tabanca ile vuruldu.Sebep? Fenere gol attığı içinmiş.Adam , meğerse Fenerbahçe fanatiği imiç.Sormuş:''Hangi ayağınla attın? Diye.O da iftiharla: "Sol ayağımla" demiş.Ve adam, tabancayla "Dan!" Yaralı, hastane mastane ameliyat derken, hep gülermiş.Doktoru sormuş niçin gülersin be adam! diye. .O da." Ya kafamla"attım '' golü deseydim, halim nice olurdu, onun için halime şükredip de gülüyorum'' demiş..

Eskiler...Eskileri andık.Eski şarkı, eski sevgili, eski kaşar'lar daima iyidir. Zennu'beyi ararken, iş, ummadığım bir ''Teftiş'' le noktalandı böylece..

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..