Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mart '20

 
Kategori
Öykü
 

Zerre'nin Döngüsü

ZERRE’NİN DÖNGÜSÜ

            Uzun yolculukları, fark edilmeyen yaşamları, anlamsız gibi görünen hayatları, sonsuz olan yaşamlarıyla anlam bulsa da, fark edilmezler, bilinmezler, görülmezlerdi onlar. Her şeyde bulunur, her yere girerlerdi, sırlara vakıf, sır onlara sır olmakla beraber, bildiklerini kimseye söylememeleri onların sır küpü olmalarını sağlıyordu.

Uçmaktan yorulunca, rüzgârla yol alan, küçücük bedenleriyle dünyayı dolaşan canlılardı, en büyük maharetleri ise; ölüyle canlı arası idiler. Duruma göre canlanırlar, görevlerini yaparlar, sonra tekrar ölü uyku düzenine geçerlerdi.

Görevi vereni pek tanımazlar, sorgulamazlardı da nedenini sorma kabiliyetleri de yoktu; birçok canlıda olduğu gibi, onlar da verilen görevleri yerine getirirlerdi. Yapmaları gereken görev, onlara kendi kanallarından iletilirdi. Görevleri sık sık değişse de yaptıkları işlerin başında bulutlarda yağmur, kar veya dolu yağması için, ilk hareketi başlatmaktı. O ilk hareketi yaptıkları andan itibaren,  görevleri bittiği andan itibaren; şayet görevleri bittiyse ilk damlalarla birlikte yeryüzüne inerler; damlalarla uzunca bir süre yol aldıktan sonra ya bir denizde ya bir derede bir bedende saklanır ya da içilen bir damla sudan bedenlere girer; bazen bir insan bedeninde saklanır, bazen de bir aslan bedeninde saklanırdı. Kısacası tüm dünyada canlıların bedenlerine dair bilgileri alırlar, bedenlerine girdikleri her canlıyı tepeden tırnağa dolaşır, bazen beyinlerine dolan kanın içinde dolaşır, bazen de teriyle bedenlerini terk ederlerdi. Görevleri her an değişmekle birlikte her canlı hakkında bilgi sahibi olan zerreydi bunlar.

Günlerden bir gün; zamansa meçhul rüzgâra binmiş ve seyahat ediyordu. Gökyüzü güneşli, rüzgârsa zayıftı. Böyle zamanı belirsiz hikâye olur mu demeyin; bizim bildiklerimizin çok ötesinde de yaşamlar olduğunu yeni yeni öğrenmişiz, kim bilir daha ne yaşamlar ve kendince ne hayatlar var ki; biz insanlar sormuyoruz. Ya da soruyoruz da bildiğimiz kelimeler ancak öğrendiğimiz kadar olduğundan bilmediklerimizi yok kabul ettiğimizden ötürü öylesine yaşayıp gidiyoruz işte. Neticede herkes kendi durumu ve pozisyonundan sorumlu, öyle olunca insan da bir yere kadar; bildikleri doğru ise demiyorum daha önce gördükleri, duydukları ile eşleşiyorsa bunu daha önce kodlanan bir takım sembollerle adlandırıyor, kendince anlamlandırıyor.

Güneşin altında, rüzgârın üstünde, dağların üzerinden aşıp, doğaya inat, kurulan şehirleri ve devasa yapılarına rağmen küçücük kalan sözde dev gökdelenler çevresinde, kümelenen daha küçük yapılar, yollar, caddeler, belli belirsiz seçiliyordu. Büyük binaların etrafını saran küçük yapılar, büyük binaları yapanlara hem yardımcı hem de yapımcı gibi gözükseler de daha dikkatli bakıldığında ben sizin kralınız aynı zamanda patronunuzum ve buraların kralı benim dercesine diğerlerine tepeden bakıyordu. Patron pozisyonunda dev binalar; duruş itibariyle en acımasızlığı ve sertliği gösterircesine, haykırıyordu da diğerleri bunun pek farkında değillermiş gibi, onlardan boşuna merhamet dileniyordu. Bu durum yukarıdan aslana hayran hayran bakan koyunun aslandan sevgi ve merhamet dilenen zavallının durumunu andırıyordu ki; aslanın öğle yemeği olan koyun, aslanın midesinde parçalanıp enerji olarak ortaya çıktığında ortaya yine de bir şeyler çıkıyordu, diğer yandan en heybetli canlılar da doğada sürekli değil, dönüşken bir sistem oluşturuyorlardı. Aslanı bilip, koyuna acıyanların nedense, otlara bakmak pek akıllarına gelmese de süreç bir şekilde döngü şeklinde devam ediyordu. Burada seçimler söz konusu değil, zorunluluktu.

Gördüklerini kayıt özelliği sayesinde sonsuz bir hafızayla donatılmış olan küçük “yapıtaş” görev yolculuğu sırasında kaydını açmış devam ediyordu ki; bu kayıtlar anlık olarak başka bir sisteme yükleniyor ve hemen hemen hiçbir ayrıntı kaçırılmıyordu. Şehrin üzerinden aheste, aheste yol alırken kayıtlarına devam ediyordu. Kuşun kanadı, insanların üzerindeki kıyafeti, yırtıcı bir kuşun son sürat bir sürüngene yaptığı hamle kısaca dünyada olan biten kendisinden büyük her şeyi görüş alanında bulunduruyor, hiçbir şeye en ufak bir müdahale etmiyor, düzen kendi içinde dengesini buluyordu. Bu “nano” gramlar altı ağırlıkları ölçen hassas bir terazinin kefesi gibi en ufak zerre değişikliğinde denge bozuluyor, yeni dengeler oluşuyor, sistem tekrar düzenleniyordu ki; bu durum saniyenin trilyonda biri kadar süresinde değişiyordu…

Gökyüzünde uçtu, uçtu en sonunda görev yerine; bulutların içine karıştı ve o bulutların içine karıştıktan sonra artık yeryüzü pek seçilmiyor, kendisi ile eşdeğer hatta daha küçük parçalar kendilerine toplanın emri verilen askerleri andırırcasına hızla hareket ediyorlardı. Birbirlerine çarpıyor ve hareket potansiyellerini artırdıkça artırıyorlar, yükselen potansiyel ısıya dönüşüyor, ısınan daha da yukarı çıkıyor, daha soğuk bir tabakaya çarpıp aşağı düşüyorlardı. Aşağıya düşenler, kendilerinden aşağıdaki kütlelerle tekrar çarpışıyor, tekrar ısınıp yükseliyorlardı…

Çarpışma uzunca bir süre devam etti, öyle ki en aşağı düşenler yeryüzüne kadar düşüyorlar, oluşan yüksek potansiyelin şiddetiyle şimşeklere dönüşüyor, yıldırımlar düşüyordu yeryüzüne. Derken şiddetli bir yağmur başladı ki aynı anda çarpışmadan ötürü ısınan kütleler arasında ısı değişimi, yük değişimiyle birlikte yağmur devam ediyordu, en son yukarı çıkanlar, soğuk kütleyle karşı karşıya kalıp yere düşmeleri için saatler geçmesi gerekti. Bu süre zarfında gökyüzünde faal parçacıkların hepsi yeryüzüne düştü. Gökteki yolculuk, artık yeryüzündeydi. Sayılamayacak çok kadar damlanın arasında yeni bir yolculuk başlamıştı.

Sular seller olup taştı, bir dereye döküldüler ki fizik kanunları gereği yerçekimi gücü sayesinde sürekli aşağı hareket uzunca bir süre devam etti. Başka yerlerde birikip, gelen sularla birleşip ormanın derinliklerinde bir ırmağa dönüştüler. Ormanın içinin dışarıya göre nispeten daha az güneş alması yolculuğun daha uzun bir süre birlikte devam edeceğine işaret ediyordu. Eğer ormanlar olmasaydı buharlaşma hızlıca olup su kütleleri tekrar gökyüzüne daha kısa sürede yükselebilirler belki kendisi de bu yükselen su moleküllerine tutunup su buharı ile tekrar gökyüzüne yükselip bu döngüyü yineleyebilirdi ki öyle olmadı, nispeten daha derinlerde su molekülünde olduğundan bu yolculuk daha uzun süreceğe benziyordu ki öyle de oldu. Ormanın derinliklerinde gerçekleşen kütlesel olarak yoğun bir birleşme onları daha yüksek bir potansiyelle daha aşağılara doğru sürüklüyor, dalların rüzgârla hışırdamasına su kütlesi fısıldayarak cevap veriyordu. Zaman zaman sesler sertleşiyor ve birbirleriyle daha yüksek sesle konuşuyorlar ancak birbirlerine saygıda kusur etmiyorlardı ki biri diğerine neden, diğeri ise mutlu mesut yoluna devam ediyordu. İkisi de birinin vazgeçilmezi idi. Bu bağ oksijenle hidrojenin sudaki ortaklığı gibi hem yapısal hem de büyüktü.

Dev su kütlesi yukarıdan gelenlerce aşağı doğru itiliyordu ve kütlede sürekli devir daim sağlayan düzeneği andıran sonsuz besleme kaynağını andıran bu düzenek içinde ne var ne yok kimsenin su ve sel haricinde dikkatini çekecek değildi. Herkes bilmesi gereken kadar biliyor yoluna devam ediyordu.

Su içi ve sualtı dünyası da başlı başına farklı bir dünya idi ve görülmeye değer farklı zenginlikler içeriyordu; öyle ki hızla akan kütlenin içinde bile birbirinden farklı canlılara yuva mahiyetindeki bu dünyada su yılanları, çeşitli balıklar ekosistemin canlılığına işaret ediyordu ki, kütledeki bazı eşdeğer birimler de bu canlılara tutunup onların anlarıyla hayat buluyorlardı.

Suyun üzerinde daha sonra yapılmış köprüler, karşıdan karşıya atlama taşları zaman zaman dikkati çekiyordu ki bu durum burada yakınlarda insanların da yaşadığına işaret ediyordu.

Su kütlesinin içinde derinlerde suya özgü doğal sistem ve suyla hareket eden organik ve inorganik maddeler bir yere takılmazlarsa genelde yollarına devam ediyorlardı ki yeşili kahverengiye dönmüş yapraklar kuru dallar bunlardan en çok göze çarpanlarıydı. Yoğunluklar sudan fazla olanlar dibe çöküyor, sudan hafif olanlarsa akıntıyla birlikte çoğu insanların yaptığı gibi yol alıyorlardı.

Görevleri gereği suyun içinde akıntıya ters yönde yol alan cesur askerler de zaman zaman göze çarpsa da bu durum çok sıklıkla yaşanmıyordu. Öyle ki suda yüzen, su için binlerce hayvan su kenarına dizilmişlerdi, bazen bir köpeğin gözleriyle, bazen bir ayının suratıyla karşılaşabilir hatta midesine de inebilirdiniz ki ondan sonra hayat akışı o canlıya hayat vermek ve o canlının hayati fonksiyonlarını sağlamak şeklinde yine dünya içerisinde kapalı bir döngüde süren farklı bir tecrübe ve farklı bir yolculuk olurdu. Zamanla o yolculuk da biter, başka bir yolculuğa evrilirdi. Nasıl ki bir kuşun vücudundayken avcının vücuduna oradan tekrar toprağa karışılıyor tekrar bir bitkinin vücudu yeniden yeşermek için bir zemin oluşturuyorsa, bir balık bir yılan, kaplumbağa, kertenkele adını söylesem de daha önce duymadığınız için hayallerinde bir anlamı olmayacak bir canlıda başka bir döngünün içerisinde yaşayabilirdik…

Yolculuk bazen kendisinin birebir aynısı olan, görevlilerle devam ediyordu, kendi aralarında neler gördüklerini paylaşıyorlar birbirlerine tecrübe aktarımında bulunuyorlardı.

İşte kendisi gibi iki tane daha “eşdeş” yoluna devam ediyordu ki birisi rüzgârların savurduğu başka bir coğrafyadan fazlaca ağaç bulunmayan, yeşili taşları fazla olan bir bölgeden gelirken diğeri mevsimsel yolcuğuyla meşhur kuşlarla birlikte çok daha uzak coğrafyalardan geliyordu ki göçmen kuşlar gruplar halinde altı haftadır uçuyorlardı bölgeye yaklaşınca çıkan kuvvetli rüzgârın etkisiyle o da savrulmuş ve bulutlara tutunmuş yağan yağmurla o da aşağı düşmüştü, birbirlerine yakın bölgelerde buluta tutunan bu üç “eşdeş” birbiriyle tesadüfen birleşmişti ve her an ayrılabilirlerdi.

Elbette zamanın dili ile ve kültürü ile bu durum açıklanmazdı; insanların dili vardı, kültürü ve inanışları vardı. Söz konusu dille aktarım gerçek duygu durumunun, yaşanmışlığın, yaşananların birçoğunu anlatmakta çaresiz kalıyordu. Hem kelimeler, yazılar, bir su sesi, suyun içindeki çıkan sesleri birebir ve manasında açıklamak imkân dâhilinde değildi. Hem insanların sınırları vardı, balıkların, kuşların diğer tüm canlıların aksine yapay sınırların hiçbirisi diğer canlılar arasında yoktu.

Tabi bu durumlar gerçekte olmayan suni durumlardı. İki düşman ülke arasındaki sınırda bir kuş grubu her iki ülkeye de girer ve çıkarlardı, aynı şekilde akrabaları yuvaları başka ülkelerde olan canlılar arasındaki sınır tamamen doğal hayatın akışına uygundu. Öyle ki iki düşman ülkenin insanlarını devletlerini ve insanların düşüncelerini silin herkes aslında bir olduğuna karar verebilir ki insanlar arasında yapay paylaşım, din, mezhep dünyaya ait ne kadar varsa kavga konusu savaş konusu öldürme sebebi bunlar doğal hayatın akış düzeninde son derece saçma ve gereksizdi…

Uzun bir süre zarfında yolculuk yapıldı, ayrılma vakti gelmişti. İsimleri bir, iki, üç olarak daha anlaşılır hale getirilse yerinde olacağı düşüncesiyle şimdilik bu şekilde isimlendirme yapılsın.

 

 

 

***

 

Bentleçevrilmiş bir yerde toplandılar. Binlerce su damlası uçsuz bucaksız bir havuzda, balıklar ve üstte ellerinde olta bulunan adamları neşelendiriyor, ileride bir noktadan bulunan devasa borular içerilerinde bulunan devasa pompalarla adeta suyu emmiyor, resmen somuruyordu, havuzdaki suyun küçük bir kısmı oradan boruya çekilirken, yağan yağmurların beslediği dereler havuzu doldurmaya devam ediyordu.

Bedensel ağırlığı hafif olan tanecik, pompaya doğru kuvvetle çekilmeye başlandı. İtiraz etmeye takati olmadığı gibi, öyle bir niyeti de olmadığından boru içerisine doğru yöneldi ve kendisinin de oluşturduğu devasa kütle içinde hareket etmeye başlamıştı, doğrusu bu yolculuğun ne şekilde devam edeceğini kendisi gibi diğerleri de merak ediyorlardı. Kendi aralarında konuşmaları olurdu, kendi dillerinde ancak bunun anlaşılan bir sohbet havasında olduğunu düşünmek pek anlamlı değildi, onların dünyası, başka bir boyut, başka bir düzenin kendi içindeki sistemiydi.

Yollar yolara ayrıldı ve yine yeniden yollar ayrıldıktan sonra, milyarlarca musluktan bir musluğun açılmasıyla, sürahiye dökülen grubun içinde kalan su damlaları artık dünyadaki sayısız evlerden birinde mutfaktaki sürahilerden birinde idiler artık.

Önce bir süre dinlendirildiler, uzunca bir süre; Mutfağa giren çıkanlardan evli bir çiftin evine düştüklerini ve kısmetlerine sürahide olmak vardı ki bu durumda bir müddet sonra; aile bireylerini de tek tek tanımış olacaklardı, önce evin hanımı mutfaktaydı, ara sıra evin beyi kucağında altı aylık bir bebekle ara sıra mutfağa gidip geliyor, babasının arkasından meraklı bakışlarla dört yaşında bir kız çocuğu da babasını süzüyor sürekli babasını çekiştiriyor ve söyleniyordu.

  • “Hadi baba yarım kaldı oyunumuz,”
  • “Kızım kardeşin susadı, ona su vermemiz lazım.”
  • “Tamam, ama kardeşim suyunu içtikten sonra devam edebilir miyiz?”

Baba usulca sürahiyi aldı, sürahiden bebeğin suluğuna su koydu, zerre son bir hamleyle suluğa girdiğinde baba suluğun kapağını sıkıca kapattı. Baba suluğu bebeğin ağzına getirdiğinde en üstte kalan zerre bebeğin boğazından aşağıya doğru inmeye başlamıştı. Artık bir bebek bedeninde süresi belirsiz bir başka yolculuk başlamıştı.

Bebek annesi babası ve ablasıyla birlikte dört kişilik bir ailenin en bilinçsiz dördüncü üyesinin, daha beyni dahi gelişim evresinde olan en korumasız ve en zayıf aynı zamanda gelişimine yeni başlamış son üyesinin bedenin şimdilik bir parçası olmuştu. Bedeni tanıyor, bedenle ilgili tüm bilgileri toplarken bedene dışarıdan da bilgi akışı sağlıyordu, elbette bu aşamada, insan bedeni hakkındaki bilgiler o kadar sınırlıydı ki, bedenin patronunun kalp mi yoksa beyin mi olduğu konusunda tartışmalar sürüyor, beyin sahipleri gördüklerini tam olarak anlayamazken bir su damlasının içinde milyonlarca su molekülünden daha küçük bir parçacığın damlanın içinde olduğunu ve onun bebeğe dışarıdan bilgi getirdiğini, bebekle birlikte bebeğin çevresine dair ne var ne yok her şeyi an be an kaydedebilme yeteneğine sahip olduğunu nasıl bilebilirlerdi?

Bebek babasının kucağında salonun ortasına kadar geldi, ortaya oyuncaklar serilmişti, sağlıklı olması için ağaçtan legolar, gelişigüzel parçalara ayrılmış dururken, dört yaşındaki ablası, hala babasını oyun oynamak için teşvik ediyordu. Baba küçücük masanın üzerine renkli çizgi kalemleri koymuş ve üç beş tane de resim kâğıdı koymuştu. Babanın ve annenin çocuklarının üzerine titrediğine şüphe yoktu, mümkün olan en sağlıklı oyuncaklar seçilmiş, baba ve anne tarafından özenle satın alınmışlardı.

Zerre; şanslı diye tabir edilen bir ailenin içinde ve oldukça sağlıklı görünen bir çevrede büyüyen bir bebeğin bedenine ilk damla suyla girmiş ve bedene artık iyice yerleşmişti. Bedende yolculukları sürekliydi, su damlasıyla başlayan süreç; devam edecek, her zamanki gibi su akacak yolunu bulacaktı. İçilen bir bardak suyun içindeki hangi damlanın vücuda tutunacağına, hangi damlanın içindeki hangi zerreninse ter bezleri veya üreme organlarıyla dışarı atılacağına kim ne şekilde karar verirse yolculuk da bir noktadan başlayacak sonra vakti gelince sona erecekti.

Bebek oldukça küçüktü, her şeyle ilgileniyor, her şeye ayrıca dikkat ediyordu. Abla ve baba oyun oynarken, küçük kardeş olarak yerde yuvarlanıyor, kendinden çok daha büyük ve yürüyen tüm aile bireylerinin tüm hareketlerini kaydediyordu. Meraklıydı, duyuyordu. Duydukları seslerin tonundan iyi mi kötü mü olduğunu yorumluyor, yapılmaması ve yapılması gereken hareketleri birer birer bir nokta, virgül kaçırmadan kaydediyordu. İşi buydu, şu anda ne de olsa, bir müddet babayla balanın oyunlarını izleyen bebek, annesinin gelmesiyle koku alma reseptörleri anında annesine yöneldi ve taptaze anne kokusu, süt kokusuyla birlikte geliyordu.

Annesi yavaşça eğildi, bebek annesini görünce gözbebekleri büyüdü, nabzı yükseldi, gülümsedi ve bedenini annesine doğru çevirdi ve emeklemeye başladı anne usulca bebeğini halının üzerinden kaldırdı ve kucağına alıp, altına kolunu sarıp, bebeğini boynuna yatırdı ve kafasıyla bebeğini vücuduna bastırdı. Bebek huzur buldu, sakinleşti.

Olanca açıklığıyla görünen sevgilerin en yücesi elbette anne çocuk sevgisidir ki bu sevgi diğer sevgilerin hiçbirine benzemez. Gerçekten de çocuk öyle bir neşe ile gözleri kocaman kocaman açılmıştı, annesine o kadar hayran bakıyordu ki görülmeye değer, şahane bir manzaraydı.

 

 

 

 

 

 

Anneyi görünce bir farklı bakıyor, gözbebekleri büyüyor ve gülümsüyordu. Bir anne ve bebek bütünleşmesini fevkalade anlatacak bir tabloydu, işte o zaman anneye ayrı bebeğinin masumiyetinin bütünleşmesi ayrı güzellikte ve özeldi ki, böyle bir tabloda anne kutsallığı simgelerken, bebekse masumiyetin ölçüsünü göstermekte yeterliydi.

İşini unutup bebeği ve annenin durumunu uzun süre izleyedursun bir yandan da bebeğin vücudundaki yolculuk devam ediyordu. Bebeğin vücudu şu anda fethedilecek görev kaydedilecek alandı, bu durum da görev bittiğinde bitecekti. Görevin bitmesi emekli olunduğu veya tamamen pasif duruma geçildiğine dair bir durum söz konusu değildi. Bu durum; hayat sürdüğü kadar sürecekti. Yani bu vücudunda dolaştığı kaç milyonuncu farklı beden, kaç bininci bebek bedeniydi, yoksa henüz yeni bir bebek bedeninde ilk defa bulunmuyordu, defalarca farklı canlı türlerinin, birçoklarının bedeninin çeşitli bölgelerinde görev yapmıştı, yapmaya devam etmişti.

Zaman zaman çılgınlık yapan bedenleri görmüştü, bedenler aynı şekilde her şekilde her durumda çırılçıplaktı en nihayetinde bedenin içindeki yolculuğu görevi kimi zaman beyinde, kimi zamanda koku alma organlarında, her noktasında bulunduğu bebeğin bedeninde yolculuk yapıyordu. O küçük, minicik beden çok kısa zaman dilimlerinde bile an be değişiyordu. Hayata doğal olarak tutunuyordu, henüz Ali Ayşe’yi seviyor modunda olmayan bebek, annesi ve babasını doğal olarak kardeşinden ayırıyordu. En çok anne ve babasının ten temasını seviyordu.

Din ve dil kavramı yoktu ancak, duyduğu her şeyi kaydediyor, gördüğü her şeyi tanıyordu, henüz anne, babası ve ablasından başka insanlara dokunmayı, dokunduktan sonra etkilerini bilebiliyordu, annenin cildi yumuşak, ablasının cildi taze, annesinin kokusuna benziyor ancak daha taze ve daha renksiz bir kokuydu. Babasının cildi ise anne ve ablasının cildine göre farklıydı, kokusu da annesinin kokusuna oranla neredeyse taban tabana zıt idi, anne kokusu direk olarak beyninde açlık hissini çağrıştırırken, baba daha fazla macera ve fiziksel bir hareket yoğunluğu içeriyordu.

Anne ve baba arasındaki kokusal zıtlık tuzla şeker gibi birbirine farklı ancak birbirini tamamlayıcı bir durumsa da birbirini tamamladığını görüyordu, annesinin yanında kalmayı babasına göre daha fazla tercih ediyordu. Anne ve babasının vücudu da birbirinden farklıydı. Annenin vücudunda geometrik olarak dairesel ayrıntılar fazlayken, babanın vücudu daha az dairesel ayrıntı içeriyordu. Bu durum bile anneyi babaya göre hem daha az tehlikeli ve daha korunaklı yapıyordu.

Şanslı bir bebek, maddi olarak gereksinimleri tam olarak karşılanabilir bir aile ortamında sağlıklı bir bebeğin bünyesinde her şeyi eksiksiz kaydeden ve bunu görevi süresince devam ettiren vücut hafızası görevini gören, aynı zamanda da aile çevresindeki ilişkilerde hemen her duruma şahitlik eden binlerce yapısaldan biri olarak görev süresi burada belli idi, zamanı gelince o vücudu terk edecek ve başka canlıların veya cansızların bedenine savrulacak ve yolculuk bitmeden sürekli devam edecek mutasyonların ana maddesi olarak varlığını sürdürmeye devam edecekti ki kendisi dünya kuruldu kurulalı devam eden hayat şemasında temel madde olarak varlığını devam ettirecek, zaman onu başkalaştırmadan o varlığını yeni görevlerde sürdürecekti. Kendisi gibi milyarlarca varlık bir insan, bir bebek, bir at ya da bir ot demekti.

Kendi kayıtlarını yapmayı sürdürüyordu, bebeğin öğrenmesine yardımcı oluyor, beyin hücreleri arasında mekik dokuyor, görme, tat alma, duyma refleksleri arasında sürekli gidip geliyordu, alınan bilgileri beyinde ilgili yerlere işliyor ve aynı zamanda neler gördüğünü, neler görmesi gerektiğini biliyor, bebeğin her defasında tepkilerini görebiliyordu ancak bunlar şimdilik daha hayvani tepkilerdi, öğretilmiş tepkiler değildi, öğrenme zamanla kuruluyor, seslerse duyarak kaydediliyor ve öğreniliyordu. Bu şekliyle insan doğuştan kendi çevresi tarafından gördükleriyle harmanlanan, bir kayıt cihazından farksız bir canlıya dönüşüyordu ki birçok durumlarda bilinenler ortamdaki bilgi seviyesi, anlayış şekli ve öğrenilen bir bilgi birikiminin sonucu olan insanın davranışları da işte bu yüzden tıpkı“limonun” ekşi olduğunu öğrenen bir beyine limon sinyali geldiğinde suratının şeklinin değişmesi aynı şekilde cinsellikle ilgili bir hatırada veya görselde görselin durumuna göre, sözle ifade edilmese bile aynı anda binlerce kasın harekete geçerek sinyalleri beyne gönderip, tepki oluşturmaları gibi bir durum dikkatli bir gözle de seçilebilirdi ancak çok daha hassas bir düzenek kişiden kişiye algılarda farklılığın detaylarını ve nedenlerine dair planlanmış bir öngörü fikri ortaya çıkarabilirdi ki, bu tür durumlar, böyle küçük zerrelerin gözünden kaçacak bir durum değildi.

Limonun ekşi olduğu bilinen bir bilgidir. Beyin öğrenmiş ve etki tepki geliştirmiştir. Suyun içinde çok küçük zerreleri, canlı ya da canlı mikroorganizmaları görmesi insanı su dahi içemeyecek bir durum getirir ki, o durumda insan soyunun hayatta kalması mümkün değildir. Düşünsenize bardağı elinize aldığınızda tam suyu içeceksiniz ve size doğru gelen milyonlarca canlı size doğru hücuma kalkmış ve siz moleküller arasından onların hücumunu görebiliyorsunuz, işte burada bilgi düzeyinden ziyade algı düzeyi devreye girer ki görmenin yanı sıra diğer tüm duyu organlarının hassasiyet sınırları vardır ve bu durum hem bilgiyi tam olarak öğrenmesini önler, hem de gerekli olduğu kadar öğrenmiş olmasını sağlar. Elbette türler arasında milyarlarca farklar olduğu gibi canlıların her türü arasında da farklar vardır. Bir gayet mutlu ve çekirdek ailenin içine misafir olarak ailenin en küçük bireyinin bedenine yerleşmişti.

 

 

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..