Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Temmuz '17

 
Kategori
Öykü
 

Zeynep'in Çocukları

Zeynep'in Çocukları
 

Kasım ayıydı. Eşimin vefatının ikinci senesi dolmak üzereydi. O gittikten sonra hayatım çok monotonlaşmıştı. Adeta kendimden vazgeçmiştim. Ne yediğimden keyif alıyordum, ne de içtiğimden. Kimseyle buluşmuyor, arkadaşlarımla görüşmüyordum. Ne bir tiyatroya, ne bir sinemaya gider olmuştum. Ölümü bekleyen müebbet mahkumları gibi kafese koymuştum ruhumu. Dünyam ev ile iş yeri arasındaki on beş kilometrelik yoldan ibaretti. İş hayatıma, sadece karnımı doyurabilmek ve kimseye muhtaç olmamak adına devam ediyordum.
 
Hava kasvetliydi. Dışarıda bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Çalışma odamın bulunduğu beşinci kattan aşağıya baktığımda sokaklar bom boştu. Arada bir yağmura yakalanmak istemeyen insanların bindikleri taksiler geçiyordu caddeden. Gerisi hareketsizdi. Sanki zaman o kasvetin içerisinde durmuş, karanlığa yenik düşmüştü.
 
Şirketin çaycısı Ahmet' in telefonunu arayıp acı bir kahve istedim. Ofiste o gün pek işim yoktu. Sadece mesaimi doldurmak için oradaydım. Radyoyu açtım, bir sigara yaktım ve haberleri dinlemeye başladım.
 
O arada Ahmet kahvemi getirdi. '' Başka bir isteğin var mı Ali ağabey?'' diye sordu. ''Canının sağlığı kardeşim'' dedim. ''Boş fincanı şirketten çıkarken çay ocağına bırakırım. Sen zahmet etme.'' dedim. '' Tamam abi sağol'' diyip odadan çıktı. Haberlerin birinde genç bir kızdan bahsediyordu. Kızın adı Ayşe idi. Öz amcası tarafından tecavüze uğramış, korkusundan senelerce kimseye söyleyememiş. Evlenme çağı geldiğinde, zorla bir akrabası ile evlendirmeye çalışmışlar. Ayşe gerçeği anlattığında ise kendisine inanmamışlar. ''Namusumuzu kirlettin.'' diyerek, töreleri gereği Ayşeyi vurmuşlar. Amcası ise ''Bana iftira attı.'' diyerek olaydan sorumlu tutulmamış.
 
O an midemin bulandığını hissettim. Yaşadığımız dünyanın daha ne kadar zalim, ne kadar acımasız olabileceğini düşündüm. Sigaramdan derin bir nefes çekip kahvemi yudumladım. Ayşe için kendi kendime '' Allah rahmet eylesin.'' dedim.
 
Radyodaki başka bir haberde ise, ülkelerindeki savaş yüzünden orayı terk etmek zorunda kalan mültecilerin dramını anlatıyordu. İnsan kaçakçıları, sadece on beş kişinin sığabileceği küçük bir bota, fahiş fiyatlar karşılığında otuzar kişi bindirip, onlara umut satarak karşı kıyıdaki ülkeye varmalarını sağlıyorlardı. Bunu başarabilenler, o ülkeye sığınıp en azından bombaların, silahların, ölümlerin olmadığı bir yerde yaşamak istiyorlardı.
 
Yine o botlardan biri yola çıktıktan on beş dakika sonra azgın dalgalara dayanamayarak alabora olmuş. İçerisinde daha çok, kadın ve çocukların bulunduğu yirmi beş kişi boğularak can vermiş. İki kişi sahil güvenlik ekiplerince kurtarılmış. Üç kişi ise kayıpmış.
 
Radyodaki haberin etkisinde o kadar kalmışım ki sigaramın bittiğinin farkına varmamışım. Derin bir nefes çektiğimde acıdan dilim yandı. Ateş, sünger filtreye gelip onu yakmış. Ben de yanan filtrenin dumanını çekmişim. Elimdeki içten içe yanmakta olan filtreyi kül tablasına bırakıp pis kokan dumanı odayı sarmasın diye kahvemin yanındaki sudan birazını üzerine dökerek söndürdüm.
 
Ayağa kalktım, ellerimi arkamda birleştirerek ofisin pencerelerine doğru yürüdüm. Yağmur yağmaya devam ediyordu. '' Senden sonra hiç bir şey eskisi gibi olmadı Zeynep'im. Dünya daha da kötüleşti. İnsanlar acımasız oldular. Her yerde şiddet, ölüm, kan...Keşke ben de seninle gelebilseydim. Bende bu acımasız dünyadan kurtulabilseydim. Neden bıraktın burada beni?'' diye düşündüm içimden.
 
Dalgın dalgın gök yüzünü seyrederken birden hiç beklemediğim bir şey oldu. Sanki görünmez bir el o kalın ve gri olan bulutların arasını açtı. Açılan aradan ince bir güneş ışığı binamızın karşısındaki tepelere süzüldü. Işığın değdiği tepelerden bir gök kuşağı belirdi. Bir ucu tepelerin dibinde, bir ucu da çıkardıkları dumanlar ile şehri kirleten sanayi bölgesindeydi. Gök kuşağı o kadar netti ki göğü boydan boya bir kemer gibi sarmıştı.
 
O an içimdeki kelebek canlandı, boynunu bükmüş fidanım ayağa kalktı, ruhum kafesini kırarak dışarı çıktı. ''En karanlık günün içerisinden bile bir ışık doğar. Güneş, önünü kara bulutlar kaplasa da hep oradadır, ve mutlaka yeniden dünyaya süzülüp günümüzü aydınlatacaktır.'' dedim içimden.
 
Madem güneş pes etmiyordu, madem en derin karanlıkları delerek dünyamızı aydınlatıyordu, demek ki o en karanlık günde bile bir umut vardı. Yeter ki güneşin hep orada olduğunu bilelim.
 
O gün değişmeye karar verdim. İlk iş emekliliğimi istemek oldu. Daha sonra evimi ve arabamı satıp küçük bir daireye yerleştim. Elime geçen para ile bir vakıf kurdum. Kurduğum o vakfa '' Zeynep'in Çocukları'' adını verdim. Her geçen gün duyarlı insanların destekleri ile vakıfımı daha da büyüttüm, ülke çapına yaydım. Şimdilerde her şubemizde yüzlerce hor görülmüş, tacize uğramış, terk edilmiş çocuk güvenli bir hayat yaşamakta. Ayşeler, Mehmetler, Ceydalar İlkokuldan üniversite son sınıfa kadar verdiğimiz burslar ile eğitim hayatlarına devam etmekte ve daha da güzelleştirmeye çalışacakları hayata hazırlanmakta.
 
Ben ise küçücük evimde mutluyum. Her hafta eşimin mezarını ziyaret ediyorum. '' Demek beni burada bunun için bıraktın he Aşkım?'' diyerek özlem gideriyorum. Biliyorum ki o da beni bir yerlerden izleyip gururlanıyor.
 
Bu arada bir de kız çocuğu evlat edindim. Ne yalan söyleyeyim hayatıma neşe kattı. Öz kızımmış gibi seviyorum onu. Boş vakitlerde hep parklara gidip oyunlar oynuyoruz. Onun mutlu olduğunu görmek yaşama sevincimi arttırıyor. Adı mı? Onun adı Zeynep!
 
https://www.durbunyazar.com/single-post/2017/07/26/Zeynepin-%C3%87ocuklar%C4%B1
 
Toplam blog
: 21
: 310
Kayıt tarihi
: 10.05.14
 
 

İstanbul Burgazada doğumluyum. Sakarya Üniversitesi Turizm Otelcilik ve Anadolu Üniversitesi İşle..