Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mayıs '20

 
Kategori
Güncel
 

ZOOM’dan ZONK’a

Bu memlekette herkes en az 1 kere (ama öyle ama böyle) meşhur oluyor. 
Andy Warhol’un 60’larda söylediği "Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak!" sözündeki günlerdeyiz artık.
 
Dijital çağda meşhur olmak an meselesi. Yayında ağzından (ya da başka bir yerinden) kaçan en ufak bir söz ya da pıtırdı anında ekranı aşıp izleyicinin kulağına gidiyor.
Hele de herkesin canlı yayın hastalığına tutulduğu şu günlerde canlı yayın kazalarının bini bir para. Zoom toplantısı esnasında kamerasının açık olduğunu unutup tuvalete giren mi istersin, karta basılmış kendi görüntüsünün resmini kamera karşısına koyup, resim kartının arkasında hamakta birasını içen mi, yayın esnasında koltuğundan kalktığında kameralara altsız yakalanan mı...
Eh, olur böyle vak'alar, kameralar yakalar değil mi?
Eskiden böyle abuk görüntüleri kameramanlar yakalıyordu, şimdi insanlar kendi kendilerine yakalanıyorlar.
 
Canlı yayınlar böyle tehlikeli işte.
Sohbetin ortasında ağızdan öyle bir söz çıkıyor ki, geri alması mümkün değil. Kes kes kes desen de yok faydası. O söz çoktaaaan uyduya çıkıyor, uzay boşluğunda şöyle bir tur atıyor, aşağıya bakıyor, hedefleri belirliyor, sonra da dünyaya son hız pike yapıp, pimi çekilmiş bir el bombası misali ekranları başındaki izleyicilerin kucağına ayrı ayrı yerleşiveriyor. 
Ve, BOM!
 
İyi oluyor iyi oluyor!
Bir yandan da iyi oluyor. Böylece kamuflajla gezen insanların özünü, gerçeğini, gerçek niyetlerini görüyoruz. 
Sırtlarını "sağlam" bir yere dayadıkları için olsa gerek, kamuflaja gerek duymayanlar, ekranlardan nasıl "show" yapacaklarını şaşırıyorlar.
Sevda Noyan, Fatih Tezcan ve benzerleri gibi "karakterler" kraldan çok kralcı halleriyle kural nizam tanımadan dillendiriyorlar niyetlerini. Lakin ağızlarından çıkan sözlerinden bir yerlere yaranmaya çalışmanın yakıcı harareti önce kendilerini yakıyor.
Kameranın açık olduğunu bilmeden şakıyan "karakterler" ise kendilerine çeki düzen verip maskelerini takamadan, onları gizleyen pelerinlerine sarınamadan, en organik ve en orijinal halleriyle buluyorlar kendilerini sahnede.
 
Ama ama ama!
Herkesin bir görünen bir de görünmeyen yüzü yok mudur dünyada?
Kimsenin görülmek ya da duyulmak istemeyeceği anları yok mudur?
İnsanlar telefonu kapattıktan sonraki 10 saniyeyi duymuş olsalardı birbiriyle bozuşurlardı diyen bir cümle okumuştum bir yerlerde.
Düşünün bakalım, sizin de böyle 10 saniyeleriniz var mı?
Açık kalan ya da sizi yanlışlıkla arayan telefonları sessizce dinler misiniz, yoksa usulca kapatır mısınız?
 
ONLAYNNNN!
Kamera önünde son "kurban", kameranın açık olduğunu ve yayında olduğunu bilmeden konuşan ve "Kızların resimlerini de görüyoruz deyip!" zevklenen Gazi Üniversitesi Dekanı Orhan Acar oldu.
"Kız fotoğrafları" görmeyi bu kadar mühim bir şey zannederek, torunu yaşındaki kızların fotoğraflarını görecek olmaya bu kadar sevinmesine siz nasıl bir anlam yüklersiniz bilmem.
Yokluk mu dersiniz, merak mı dersiniz, şehvet mi dersiniz, erotizm mi dersiniz, porno mu dersiniz, daha daha ötesine geçip daha "pek çok şey" mi dersiniz. 
Siz söyleyin, siz olsanız bu zihniyete ne dersiniz?
 
E ama herkes bakıyor dersiniz aslında.
Evet ama herkes yakalanmıyor.
Hah işte ince detay da orada, bakmakta değil yakalanmamakta.
 
Öncelikle, sevgili "GÖRMEMİŞ" arkadaşlar, kızların resimlerini görmek için ölüp bitiyorsanız ve bundan delice bir haz alıyorsanız siz çağın çooook gerisinde kalmışsınız.
Sistemdeki kız öğrencilerin resimlerini bu kadar merak ediyorsaydınız sosyal medyaya bakmanız yeterliydi. Herkes kendi rızasıyla en "fotojenik" hallerini paylaşıp duruyor zaten. 
Herkes de birbirine bakıp duruyor. Tabi bu fotoğraflara hangi niyetle baktığınız sizi bağlıyor.
Bir genç kızın fotoğrafının bir erkeğin cebinde bulunmasının çok büyük bir olay olduğu dönemlerde değiliz artık, uyanın.
Yaşlısı genci, kadını erkeği herkesin çeşit çeşit fotoğrafı sosyal medya kanallarında serbest dolaşımda. Kimse köşe bucak saklanmıyor. Bilakis çağ bildiğin teşhir çağı. Ama Dijital Teşhir Çağı. 
O yüzden öyle sandığınız gibi bir cazibesi de kalmadı.
Paylaşımlarında kendi fotoğraflarına yer vermeyen "gizemli" kişiler bana hiç güven verici gelmiyor üstelik.
Hesabın sahibi çiçek midir, böcek midir, kimdir, nedir, necidir değil mi?
 
#GaziFenDekanıYanındayız
Ya bu ne demek şimdi? 
Gazi Üniversitesinden yapılan açıklamada, "Üniversitemiz Fen Fakültesi Dekanlık görevini vekaleten yürüten Prof. Dr. Orhan Acar'ın sosyal medya ve basına yansıyan ifadeleri nedeniyle yasal süreç başlatılmış olup, sürecin selameti açısından kendisi 13.05.2020 tarihinde istifa etmiştir. Kamuoyuna saygıyla duyurulur." dendi. 
Lakin sosyal medyada dekanın yanında olduklarını söyleyen bir güruh oluştu.
Bu güruh neyin ve kimin yanında olduğunu düşünmüyordu ve bu da "siz-biz"e dönmüştü yine.
İyiye iyi, kötüye kötü diyemiyorduk bir türlü.
Kameralara yakalanıp yakalanmamak değildi ki sorun.
Sorun; her bir çocuğu baba gibi sahiplenmesi, her bir çocuğa kendi evladı gibi davranması gereken bir kişinin, bir yöneticinin, olgunluk yaşındaki bir eğitimcinin gencecik kız çocuklarını böylesi bir heyecanla "merak etmesiydi".
Mark Zuckerberg ve arkadaşları henüz 20 yaşlarındayken, yani 2004 yılında çoktan halletmişlerdi bu konuyu oysa. 
Orhan Bey bunu bilmiyor olmalıydı...
 
Özürlü, Özürsüz
Dekan özre hacet duymadan istifasını verdi, üniversite de açıklamasını yaptı. Olay "kapandı".
Ülke TV de, Esra Elönü’nün sunduğu "Arafta Sorular" programında "15 Temmuz kursağımızda kaldı, istediklerimizi yapamadık. Boş bulunduk. Ayaklarını denk alsınlar. Bizim sitede hala 3-5 var, benim listem hazır." gibi ifadeler kullanan Sevda Noyan ile ilgili olarak yaptığı açıklamada, "3 Mayıs 2020 Pazar günü Arafta Sorular Programı’na konuk olan Sevda Noyan’ın, kamuoyunda tartışılan ‘darbe söylentileri’ üzerine yapmış olduğu maksadını aşan açıklamaları Kanal 7 Medya Grubu’nun kurumsal değerleri ve yayın ilkeleri ile hiçbir şekilde uyuşmamaktadır. Sevda Noyan’ın ‘darbe ve darbecileri’ eleştirmenin ötesindeki söylemlerini Ülke TV ve Kanal 7 Medya Grubu olarak asla tasvip etmiyoruz. Tasvip etmediğimiz ve yayın ilkelerimize aykırı sözlerin Ülke TV ekranlarından sarf edilmesi nedeniyle kamuoyundan özür dileriz." dedi.
Sevda Noyan’ın sözlerine katılarak, “dört ayaklarını denk alsınlar” diyen sunucu Esra Elönü’nün kendi özrü haricinde kurumdan kendisiyle ilgili herhangi bir değerlendirme ya da bir özür gelmedi.
Yani Elönü’yle yola devam.
****
Sözlerimizden ziyade, niyetlerimize ve düşüncelerimize dikkat etmemiz gerekiyor esasen. 
Çünkü kalpten geçen bir düşünce aniden dile vurabiliyor.
"İyi düşün iyi olsun!" derdi büyüklerimiz.
"Keskin sirke küpüne zarar!" derlerdi.
"Kötü bir şeyi aklından bile geçirme!" derlerdi.
İnsan en büyük iyiliği de en büyük kötülüğü de hep kendi kendine yapıyor.
Dilini tutmayı öğrense de, nefsine sahip olmayı bir türlü öğrenemiyor.
 
13 Mayıs 2020 / C.E.Y.
 
Toplam blog
: 336
: 333
Kayıt tarihi
: 22.03.16
 
 

Bursa / Karacabey Lisesi / 1979 ..