Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Eylül '08

 
Kategori
Öykü
 

Zor da olsa kabullenmek

Zor da olsa kabullenmek
 

Sıradan bir perşembe günü. Şöyle bir baktığımda herhangi bir özel güne denk gelmiyor. Tarihte Bugün tipi köşelerde de önemli bir olay olmamış. Her gün gibi bir gün olmasına karşın tuhaf bir gün olduğu kesin. En azından benim için.

Arabanın içindeyiz. Yanımdaki koltukta hiç konuşmadan, kafasını tam karşıya çevirmiş oturuyor. Arabanın içinde motorun o ince tınısından başka bir ses duyulmuyor. Camları kapamışız. Tek kelime etmiyor. Oysa ne kadar çok isterim konuşmasını... ''Vazgeçtim'' demesini. O susunca bende susuyorum doğal olarak. Son anlarında bir geveze olarak anılmak istemezdim ama içimden çok şey söylemek geçiyor, çok şey anlatmak, çok şeyi sorgulamak. İlk defa sesini duymayı bu kadar özlediğimi anladım. Bir tatlı melodi gibi kulağımı okşardı. Arada çok sevdiğim parfümünün kadınsı teniyle buluşmasının eseri o tatlı koku geliyor burnuma. Erkeksi duyularımı canlandırıyordu bu koku ama bunun bir önemi yoktu. Artık onla ilgili hiçbir şeyin önemi yok. O andan itibaren herşey bitecek ne de olsa...

***

Gidiyordu.

Buluşacağımız yere valiziyle gelmesinden bir şeylerin ters gideceğini anlamıştım zaten ama böyle bir şey beklemiyordum. Bu kadar çabuk da beklemiyordum. Böyle olmasını da beklemiyordum. Kim bekler ki?

Gitmeliymiş.

Bu kadar. Bazı anların fazla bir açıklaması yoktur ya, o hesap. Gitmeliyim dedi ve gitmek istedi. Benimle ilgili, sevgiyle ilgili, aşkla ilgili bir şeyler yok. Sadece kararlı bir kadın vardı karşımda. Korkutucu bir kararlıktı bu. Ne kadar dil dökseniz de nafiledir, o gidecektir nasıl olsa. Bir şeyler yapacak olup da yapamamak ne kadar oturur insanın içine değil mi?

***

Akşam saatlerinin o bildik görüntüsü içinde yanımda oturuyor şimdi. Yol boyunca tek kelime edemedik. O konuşmadı, ben konuşmadım. Tuhaf değil mi? Mecburiyetim varmış gibi onu otogara bırakıyordum. Üstelik karşılığında 2 tatlı söz, biraz güleryüz yerine sessizlikle asık ve düşünceli bir surat alıyordum. Hayat işte. Yine de içimde bir umut vardı. Gerçekten bazı şeyleri istemese onu bırakmamı da kabul etmezdi. Kendi gitmek isterdi.

Kafamda o kadar şey vardı ki o an... Bir kavşaktan dönerken acaba çok çabuk mu kabullendim gidişini diye düşündüm. Öyle ya, her ''Gidiyorum'' diyene ''Güle güle'' diyemezdim. Hele bu sevdiğiniz kadın olunca... Hayatıyla ilgili bildiklerimi keşke bilmeseydim diye söylendim içimden. O zaman belki karşı çıkmak için bahanem de olurdu. Acaba sert erkek mi olmalıydım? Şöyle maço tipli, astığı astık kestiği kestik bir karaktere bürünüp onu engellese miydim? Hatta şiddet uygulasaydım. Kadınlar güce taparmış, ben de gücümü gösterseydim. O zaman belki gitmez miydi? Koca dayağından kaçan kadınların bir süre sonra tekrar evlerine döndüğü gibi kararından da geri döner miydi? Bana bazı konularda güvenmese bile ona şiddet uygulamayacağıma dair güveni tamdı. Gidiyordu ama. Bu nasıl güven?

Belki de bir kenarda durup inmesini söyleyebilirdim. Atlasın bir taksiye kendi gitsin. Ben neden bırakıyordum? Hem gitmesini istememek hem de onu kendi sürdüğüm arabayla otogara götürmek gibi bir çelişkiye düşmek nasıldı bilemezsiniz. Tek bir nedenim vardı. O istiyordu. Kendince nedenlerle bir süre bulunduğu şehirden ayrılması gerekiyordu ve benden de anlayış bekliyordu. Anlayış. Anlayışlı bir erkek. Peki bana kim anlayış gösterecekti? Ben bu koca şehirde sevdiğim kadın olmadan ne yapacaktım? Hiç düşündü mü acaba?

Sanmıyorum.

***

Pencereyi hafifçe araladım. Hava serinlemişti. İçeri geri havadan üşüdğünü farkettim ama bana söyleyemeyecek kadar kafası karışıktı. Gözümü yoldan ayırmadan arka koltukta duran ceketimi omzuna koydum. Hiç tepki vermeden düzeltti. Teşekkür beklemiyordum ama en azından dudaklarında bir hareketlenme yaratabilirdi bu jestim.

Yine mi iyilik? Bırak üşüsün, sana ne!.. Yapamazdım, ben sevdiğim kadın üşürken duramazdım. Suç mu? Günah mı?

Trafik ekibi rutin kontrollerini yapmak üzere bizi durdurdu. Memur söylemeden ehliyet ve ruhsatı verdim. Kısa bir incelemeden sonra evrakları geri alıp yolumuza devam ettik. Az birşey kalmıştı. Acaba yolu uzatsa mıydım? Neye yarayacaktı bu bilmiyorum ama onunla bir arada olmak için her fırsatı değerlendirmeliydim. Gidemezdi. Bırakamazdım. İlk defa trafiğin sıkışmasını diledim ama meretin açılacağı tuttu. Acil bir işimiz olsa gıdım gıdım giderdik. İhtiyacın olduğunda herşey senin aleyhinedir zaten. Ne oldu yani, trafik canavarı tatile mi çıktı?

***

Geldik. Turnikelerden geçip içeri girdik. Hangi firmayla gideceğini bilmiyordum. Tam bir cahil cesaretiydi sanki. Öyle bilmeden etmeden giriyordum. Firmaların yakınında bulunan otoparkta bir yer bulup durdum. Önümüzde duran ve üstündeki ışık sayesinde gördüğümüz duvara baktık bir süre.

Sessizlik.

Delirtici, insanın içini delip geçen bir sessizlik. Artık bunun bozulması gerekiyordu. Ben konuşunca aniden inmesini engellemek için merkezi kilidi devreye soktum. Dikiz aynasına baktıktan sonra ''İstediğin oldu mu?'' diye sordum. Duyar duymaz inmek istedi ama yapamadı. Sessizce ''Kapıyı aç'' dedi.

Ne yapacaksınız ki? Öyle ya da böyle bırakıp gidecek ama böyle olmamalıydı.

''Beni tatmin edici bir cevap vermeden açmam.''
''Lütfen zora sokma, aç kapıyı.''
''Ne yapmamı bekliyorsun, öylece gidişini izleyemem değil mi?''
''Hayır ama...''

Yine sustu. Belki o -ama dan sonra çok şey gelecekti ama susmayı seçti. Belli şeylerin zorla olamayacağını anladığım için açtım kapıyı. İndik. Bagajdan valizini çıkardım. Taşıması yine bana kaldı tabii. Üzerinde ceketimle önümde bir prenses havasıyla ilerliyordu.

***

Gideceği firmayı bulduğunda yorulmuştum. Dinlenmek için iyi bir fırsattı. Birlikte bilet işlemlerini hallettik. Yolculuk sponsoru oldum. Ne dese yapacak haldeydim sanki. Otobüsünün kalkmasına 20 dakika vardı. Biraz daha olamaz mıydı sanki? Paranın canı cehenneme belki gitmemesi için ikna edebilirdim. Üst katta oturup çay içerken yine sessizlik vardı. O gün sessiz geçecekti, anlaşıldı. Tekrar denemekten zarar gelmezdi.

''Geri dönecek misin?''
''Mecburen...''
''Seni özleyeceğim''
''Biliyorum.''

Bilmek. Birşeyleri bilmek ya da bilmemek. Birisinin sizi özleyeceğini bilmek ya da bilmemek. O 20 dakika içinde tek konuşmamız bu oldu. Sanki sessizlikti bizim iletişim biçimimiz. Onun kafasında çok başka şeyler olduğuna emindim ve bu yüzden bu kadar rahat ama gergindim. Geri döneceğini de biliyordum. Gerçekten ihtiyacı olduğu için gidiyordu. Bazen hepimiz gitmek isteriz ya... Kimimiz bunu başarır kimimiz başaramaz... O, başaranlardandı.

Valizini yerleştirip hızlıca otobüse bindi. Ne bir veda, ne bir öpücük... Camdan onu izlemek istedim ama izin vermedi. Çevremdeki kalabalıktan soyutlanmış sadece ona odaklanmıştım ama fazla birşey göremedim.

***

Yarısı dolu otobüs o bildik amortisör gürültüleriyle hareketlendi. Geri geri gelip, doğrulduğunda sefere hazırdı. Önündeki otobüsün kalkmasını bekledi. Ben hala onu görebiliyordum ama uzun sürmeyecekti. Arkasından gördüğüm firma ismine doğru el sallamaya başladım. Gidene kadar el salladım. Görenler deli diyordu ama umrumda değildi. Şarkıda da dediği gibi: ''Deli diyorlar bana, desinler değişemem...''

O istediği aldı. Ben istemediğimi gördüm fakat sevdiğin için iyise birşeyler sizin için de iyidir. Böyledir bu işin kanunu.

Yine de bu şehri bırakmadan önce yanağıma küçük bir buse kondursa ne iyi olurdu?..

 
Toplam blog
: 278
: 1369
Kayıt tarihi
: 16.01.07
 
 

Küçük bir kız çocuğu masumiyetidir yazmak, her satırı her cümleyi her kelimeyi tekrar tekrar gözden ..