Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Şubat '17

 
Kategori
Kitap
 

Zülfü Livaneli'den huzursuzluk

Zülfü Livaneli'den huzursuzluk
 

Mustafa Kemal’i birçok nedenden dolayı eleştirebiliriz. Toplumun kimi kesimlerine göre doğru şeyler yapmamıştır, kimi kesimlerine göre ise yaptığı her şey katiyen doğrudur. Oysa Mustafa Kemal yeri gelmiştir gerçekten her türden eleştirinin önüne set çekecek düzeyde doğru şeyler yapmayı başarmış bir liderdir, kimi zaman olmuştur ki hayata geçirmeye çalıştığı şey, eleştirinin her türünü fazlasıyla haketmiştir. Ne var ki kadın hakları meselesine gelince memleket kadınlarının Mustafa Kemal’in önünde saygı ile eğilmeleri gerektiği su götürmez bir gerçektir. Osmanlı bakiyesi muhafazakâr biat toplumundan, kadına seçme ve seçilme hakkı gibi devasa bir hakkın ete kemiğe bürünmesine neden olan bir lider için kadınlarımız önünde ne kadar saygı ile eğilse azdır. Kaldı ki buna ilaveten bir de Medeni Kanun var ki sanırım her türden eleştirinin önüne set çeker cinstendir.

Lise yıllarından bir arkadaşımla Zeytinburnu’nun izbe bir kahvesinde sohbet ederken, Sovyetler Birliğinin dağılmasına binaen “O denli önemli bir tarihsel dönemde yaşıyoruz ki bu gün tanık olduğumuz Sovyetler Birliğinin dağılış süreci insanlığın gidişatına dair önemli etkileri olacak cinsten bir tarihsel olaydır” demişti. Üzerinden 25 yıldan daha fazla bir zaman geçti ve gerek Sovyetler Birliğinin dağılışı ve gerekse de Doğu Avrupa ülkelerindeki rejimlerin çözülmesi halen yoğun bir şekilde tartışılmakta. Ve ben yine önemli bir tarihsel süreçten geçtiğimizi, son yıllarda Arap-İslam toplumlarında yaşanan gelişmelere baktığımızda önemli şeylere tanık olduğumuz düşünüyorum. Dikkat ediniz Ortadoğu toplumları bir bir tarumar oldular. Zaten bu ülkelerde doğru dürüst bir yönetim yoktu. Ortadoğu halkları mutsuz bir halktı. Hele ki şu son yıllarda İslam toplumlarında İslamiyete dönük hassasiyetlerin ortaya çıkmasıyla beraber Ortadoğu halkları daha azgın bir zulmün cenderesi içerisine düştüler. Birbirinden farklı birçok İslami örgüt ortalıkta fink atmaya başladı. Her biri barbarlığın son kalesi olduğu iddiasıyla adeta Ortadoğu halklarına emperyalizmin destekleri vasıtasıyla kan kusturdular.

Üç yada dört sene öncesiydi. İboyla Konyaaltı sahilinde hem yürüyor, hem de sohbet ediyoruz. Bir ara İbo Şengal’de IŞİD’in kurduğu köle pazarının rüyasına girdiğini söylemişti, “Birader bu durum bize hiç de uzak değil. Hemen sınırın öte yanında sene ikibinli yılların ilk çeyreğinde burnumuzun dibinde kadınlar köle olarak alınıp satılıyor” demişti. İbonun dikkat çektiği bu durum ilk defa o anda içimde bir şeylerin yamru yumru olmasına neden olmuştu. Gerçekten bizlerin de başına böyle bir durum gelebilir miydi? Ne yalan söyleyeyim halen bu sorun zihnimi buram buram kurcalamakta.

Bu girizgâhtan sonra Zülfü Livaneli’nin son kitabı olan “Huzursuzluk” isimli kitabına gelmek istiyorum. Şubat ayının henüz daha ilk günü bir çırpıda okuduğum bir kitap oldu “Huzursuzluk”.

Zülfü Livaneli “Huzursuzluk “ isimli kitabında son yıllarda yaşanan trajediler üzerinden güzel bir kurgu geliştirmiş ve IŞİD gerçeğini ve barbarlığını çırılçıplak bir şekilde, gayet yalın bir dille okurun zihnine kazımış. Pek tabi ki Ortadoğu’da yaşanan bu trajedilerin edebiyatının yapılması gerekiyordu. Livaneli bu durumu tespit etmiş ve döneme not düşmek adına bu kitabı kaleme almış. Gelecek kuşaklar bu kitabı ve bundan sonra çıkacak olan ve Ortadoğu’nun bu günkü haline ışık tutacak olan edebi yapıtları okuyacaklar; kâh üzülecek, kâh gözyaşı dökecek, kâh insanoğlunun ne menem bir yaratık olduğuna dair somut bilgilere ulaşacaklar.

Kitap bir gazeteci olan İbrahim’in, çocukluk arkadaşı Hüseyin’in Amerika’da öldürülmesi sonrasında Mardin’deki cenaze merasimine katılmasına ve bu öldürülme nedeninin ardına düşmesiyle açılıyor. Naif, kısmen dini bütün, idealist bir genç olan Hüseyin, sığınmacı kamplarında yaşamak zorunda olan insanlara elinden geldiğince yardım etmektedir. Yaşamış olduğu Mardin’de önemli bir ailenin kızıyla nişanlı olan Hüseyin sığınmacı kamplarında Ezidileri tanımaya başlar ve herkesin dediği gibi Ezidiler hiç de Şeytana tapan bir inanca sahip değildir, aksine son derece mütevazi bir halktır. Lakin bir şekilde insanların diline bu durum pelesenk olmuş ve aslında son derece naif bir millet olan Ezidiler bu önyargıdan dolayı tüm zamanlar boyunca türlü çeşitli zulümlerin muhatabı olmuşlardır. En nihayetinde IŞİD barbarlığı da kendisini en etkin bir şekilde Ezidilerin üzerinde göstermişti. Daha üç, dört sene önce hemen sınırımızın yanıbaşında köle pazarı kurmuş, Ezidi kadınları, küçücük kızları alıp satmaya başlamışlardı. Hüseyin Ezidi bir kızla Meleknaz’la tanışır ve bir süre sonra bu kıza aşık olur. Eski nişanlısından ayrılır ve Meleknaz’ı alır evine getirir. Gelişmeler bundan sonra farklı bir mecraya yönelir.

Zülfü Livaneli bu kitabında bir taraftan IŞİD barbarlığını gözlerimizin önüne sererken, diğer yanda Ezidileri daha yakından tanımamıza neden oluyor. Ve bu gün Ortadoğu’da yaşanan trajediyi gerek IŞİD üzerinden, gerek Ezidiler üzerinden ve gerekse de sığınmacı kampları üzerinden dikkat çekmeye çalışıyor. Tabi bunu yaparken Gazeteci İbrahim’in İstanbul’daki yaşamını da gözardı etmiyor. İşte tam da bu nokta da yazar ciddi bir ironiyi getirip okurun gözünün içerisine sokuyor. IŞİD barbarlığı sonrasında tacize, tecavüze uğrayan kadınların köle olarak alınıp satılmasına karşın, Gazeteci İbrahim’in karısından boşanma sürecini fazla dikkat çekmeden ele alıyor yazar. Hakim karşısında evlilik akidlerinin son bulması ve boşanma sonrasında İbrahim’in hissettiği özgürlük hali. Ne kadar ilginç bir durum! Ve buna karşın boşanmış halde eski karı kocanın aynı yatağı paylaşmaları, keyifli bir şekilde sevişmeleri…  Ve İbrahim Mardindeyken eşinin arayıp, evi kendi üzerine ne zaman devredeceği üzerine söz alması…

Bir tarafta Ortadoğu’da kadının yerini bir kez daha düşünmemize neden olurken, diğer yanda Türkiye’de bir kadının elinde olan imkânları ve bu imkânlar doğrultusunda birey olmanın, kadın olmanın, adalet karşısında eşit olmanın ve erkek karşısında ezilmek ne kelime, her alanda eşit olmanın keyfini çıkarması. E tabi ister istemez bu durum “Cumhuriyet kadına kimliğini kaybettirdi” diyenlerin suratına okkalı bir şamar olarak inmek durumunda kalıyor.

Livaneli bana göre güzel bir iş çıkarmış. Fantaziye kaçmadan ve okuru sıkmadan Ortadoğu gerçeğini bir kez daha gözümüzün içine sokup, zihnimize kazımış.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..