Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Haziran '13

 
Kategori
Güncel
 

Zülum ile abad olmaktansa!...

Gezi Parkı’nda başlayıp bütün Türkiye’ye yayılan eylemler, Başbakanın takındığı tavır nedeniyle geri dönülmez bir noktaya taşınmış bulunuyor. Karşılamak için tertiplenen gösteriler ve destek için tertiplenen mitinglerdeki katılımın düşüklüğü, Erdoğan’ı daha da germiş bulunuyor. Bu gerilim, Erdoğan’ı, içeriye yönelik, “biz ve onlar” ayrımına özel vurgu yapmaya sürüklüyor. Üstelik bahse konu ettiği “onlar”, “yakında açıklanacak belgeler” “dış mihrakların oyuncağı” gibi kavramların altını sık sık çizerek, taraftarlarını “iyi yönettiği halde bir komplo ile karşı karşıya olduğu” konusunda ikna etmeye çalışıyor.  

Yaptığı konuşmaların, ortaya attığı iddiaların birbiriyle tutarlı bir ilintisini kurmak için en küçük bir çaba içine bile girmiyor. Örneğin, “Almanya akıl veriyor, o kararı kendine sakla. 8 vatandaşım Almanya'da katledildi sen önce onların failleri bul öyle karşıma çık” diyor ama Reyhanlı katliamının faillerini bir türlü bulup açığa çıkarmıyor ama “53 Sünni vatandaşımız şehit edildi” diyerek, gerçeğe dayanmayan bilgiler üzerinden bilinçli olarak ayrımcılıktan medet umuyor. Mesela, “Gezi eylemlerinin sosyolojik bir boyutu var” diyen aklıselim insanların üzerine yürüyerek, olup bitenlere, “faiz lobisi”nin, “Gezi eylemlerine dış destek bağlantısı”nın, “Japonya ile Türkiye’de 22 milyar dolarlık bir yatırımla nükleer enerji santralinin kurulması”nı istemeyenlerin işi olduğuna inanmamızı istiyor.

12 Eylül kafası

Bir noktanın altını çizmekte yarar var; bugün yönetme zorluğu çeken Erdoğan’ın 15 gündür dilinde düşürmediği “biz ve onlar” ayrımını Türkiye acı tecrübelerinden tanıyor. Bu “biz ve onlar” kavramının en yaygın kullanıldığı dönem, 12 Eylül darbesi dönemidir. Hiçbir maddi temeli olmadığı halde darbecilerin suçsuz insanları suçlama vesilesi olarak kullandığı bu kavramlar nedeniyle nice insanın hayatının alt üst olduğu o dönemlerin uygulamalarının Türkiye’yi nasıl “akıl yoksunu” bir noktaya getirdiği şimdi daha açıkça görülüyor.

Mesela bir Başbakan, “çocuğu köprüden attılar”, “polisi ittiler”, “camide içki içtiler”, “3 milyar ağaç diktik” gibi yalanlardan nasıl bir medet umuyor? Mesela Almanya’ya “failleri bul” derken, Reyhanlı’nın faillerini bir an önce bulup çıkarmak aklına hiç mi gelmiyor? İlgili ilgisiz her konuda niçin çoğu gerçeklerle örtüşmeyen rakamlara başvuruyor? Hazinenin açıkladığı, devletin resmi haber ajansı AA’nın haberleştirdiği bilgilere göre Türkiye net dış borç stoku, 2012 Haziran sonu itibarıyla 203,2 milyar dolar olarak gerçekleştiğine göre IMF üzerinden niçin borçsuzluk mesajı verme ihtiyacı duyuyor?

AKP, siyaseten demokrasi sözü verdiğini ve hatta Avrupa’da kendilerinin sosyal demokrat olarak görüldüklerini anlatan açıklamaları olduğunu da unutmuş görünüyor. Bir zamanlar AB’ye karşı çıkmanın ihanet olduğunu döne döne tekrarlayan Erdoğan’ın şimdi “Avrupa Parlamentosu’nda bu kararı kabul etmiyoruz ve reddediyoruz” diyor. Obama’nın kendisini karşılama biçimiyle övünüp, Swoboda’nın Kılıçdaroğlu’nu terslemesine sevinen Erdoğan, daha bir ay bile geçmeden, kendisine eleştiriler yönelten Swoboda’ya ve O’nun içinde yer aldığı Avrupa Parlamentosu’na karşı takındığı tutum, AKP’nin nereden nereye geldiğini gösteriyor.

Sultan Süleyman’a kalmayan dünya!

Önyargı, bilimin, demokrasinin, gelişmenin düşmanıdır. Bu nedenle yıllardır, “AKP’nin gizli gündemi var, AKP takiyyeci” diyenleri hepimiz önyargılı olmak ile suçladık. Toplumu bir deli gömleğinin içine sıkıştıran “vesayetçiliğe” karşı AKP’nin kullandığı demokrasi kavramlarının önemine vurgu yaptık. Ancak gelinen nokta, gizli gündem iddiasında bulunanların haklı olduğunu gösteriyor. AKP, giderek, yaşam tarzına müdahale ediyor. “Biz ve onlar” ayrımını bilinçli olarak kışkırtıyor; “dinin gerekleri” vurgusunu bizzat Başbakanın ağzından dile getirmekte hiçbir beis görmüyor.

Erdoğan bilmeli ki, iktidar, hiç kimse için baki değildir. “Sultan Süleyman’a kalmayan dünya” hiç kimseye kalmaz. İktidarlar gelir gider; geriye insanlığın evrensel kazanımları kalır ve dünya, her yeni zaman diliminde kendisini insanlığın evrensel kazanımları üzerinde tanımlar. Bugün dünyanın her yerinde, diktatörlük olan ülkeler dâhil, demokrasi, az olanın çok olan karşısında haklarının güvence altına alınması; herkesin hiçbir sınırlamaya uğramadan inancına uygun ibadetini yapabilmesi; inançsızın inanmama hakkı olduğunu kabul etmesi demektir. Demokrasi, protesto özgürlüğünün güvence altına alınması; Hükümetin yanlış uygulamalarına karşı çıkılması demektir. Dünyanın hiçbir yerinde çok oy aldığı için bir hükümetin herkesin kendisine biat etmeyeceğini bilmesi demektir.

Demokrasi kültürü, nasıl yıllar önce Tayyip Erdoğan’ın önündeki engellerin kaldırılması ve O’nun da herkes gibi, seçme-seçilme ve yönetme hakkı olduğunu içermiş idiyse; bugün de Gezi’de başlayıp bütün Türkiye’ye yayılan otoriteryanizme karşı başkaldırıyı da içermektedir. Bilinen bir sözü tekrarlamakta yarar var; “zulüm ile abad olanın ahiri berbad olur”!

 
Toplam blog
: 102
: 682
Kayıt tarihi
: 06.07.10
 
 

8 Ocak 1961'de doğdu. Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Gazetecilik ve Halkla İlişkiler..