Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Eylül '17

 
Kategori
Kitap
 

“Her Hususta Emrinize Âmadeyim!”

“Her Hususta Emrinize Âmadeyim!”
 

 

 

Ölürsen de hak yedirme, hak yeme;

Aka kara, karaya da ak deme.

Adaletten ayrılırsa mahkeme,

Bir hâkime, bir de kanuna tükür.                    

Abdürrahim Karakoç

 

 

                Emekli Vali Yrd. Turan Eren'in  ÜÇ DİLEK  adlı  kitabından anlaşıldığı üzere;

                Yıl 1980… Ağustos’un son günleri… Kars Valisi Fevzi Baysan, Hatay’a atanıverir.

                10 Eylül 1980 günü akşamı, gidecek Vali için bir veda yemeği düzenlenir. Yemekte Tugay Komutanı Yaşar Kök ve Susuz Kaymakamı Turan Eren de vardır.

                Vali Baysan, görevinden yarın sabah ayrılacağını, vekâleti Kaymakam Turan Eren’e bırakacağını belirttikten sonra, Tugay Komutanına dönüp:

                “Sayın Paşam! Benim gibi yaşlı bir adamdan kurtuluyorsunuz. Sizi gencecik, fidan gibi bir Vali’ye kavuşturuyorum.” der.

                Gerçekten de Vali, ertesi gün sabahleyin, (11 Eylül 1980 Perşembe) Kars’tan ayrılır. Vali Vekili Turan Bey, eşi Susuz’da olduğu için, akşam evine döner.

                12 Eylül Cuma günü sabaha karşı telefonu uzun uzun çalar. Karşısında Susuz Jandarma Bölük Komutanı Orhan Efe vardır. “Sayın Valim! İhtilal oldu. Ordu idareye ek koydu.” demesin mi?

                “Bırak şakayı kardeşim; bu saatte böyle şaka yapılır mı?” dese de kahramanımız, karşısındaki: “Hele bir pencereden bakınız. Susuz’un etrafı tanklarla çevrili.” diye inat edip telefonu tank birliği komutanı yüzbaşıya verir:

                “Sayın Valim! Orhan Başçavuş’un söylediği gibi, ordu idareye el koydu. Sıkıyönetim ilan edildi. Akşamdan beri Tugay Komutanımız sizi arıyor. Bir türlü size ulaşamadık. Komutanım, acele sizinle görüşmek istiyor. Mümkünse hemen Kars’a giderseniz iyi olur.” der; yüzbaşı. 

                Hemen hazırlanıp yola çıkar Vali Vekilimiz. Kars – Susuz arası 18 km.’dir. Sık sık, askerler kesip yolunu, sorgu sual ederler.

                Doğru Tugay Komutanlığı’na gider. Emniyet Müdürü ile MİT Bölge Başkanı da oradadır. Komutan, “Alınan karar gereği vali ve kaymakamlar görevlerine devam edecekler. Ancak askeri makamlarla sıkı bir işbirliği içinde olacaklar. İkincisi, siz Sayın Valim, aynı zamanda Belediye Başkanlığı görevini de yapacaksınız.” diyerek yukardan gelen talimatları bildirir.

                Vali Vekilliği neyse de, şu belediyeye bir başkası baksa olmaz mıydı?

                Sokağa çıkma yasağı bir yandan… Öte yandan fırınlar, ekmek, su, elektrik, itfaiye, çöp…

                Gözünde büyütme kardeşim! Şu anda vali’sin sen. Mühür sende. Emir ver, Belediye Yazı İşleri Müdürünü alıp getirsin, askerler hemen.

                Bak, gördü mü? Sen söyler söylemez, “Baş üstüne Sayın Vali’m!” deyip yapılıyor her emrin.

                Gelen Yazı İşleri Müdürüne, “Bütün birim âmirleri toplansın belediyede. Buradaki işler biter bitmez belediyeye geleceğim.” demen yeter de artar bile.

                Bak işte, ne diyor yaşlıca müdür: “Baş üstüne efendim. Bütün teşkilat 24 saat emrinizdeyiz.”

                İşte bu kadar! Öyle olacak tabiî. Kim var sizin karşınızda!

                Sıra gelir gözaltına alınacak kişilere… Eteğindeki taşı döker herkes. En çok kimden söz edilir; bilir misiniz? İl Genel Meclisinin etkili üyesinden… Hani, Susuz’daki alçıtaşı ocağını, “O ocağı sana vermem Kaymakam!” diyen, Vali’nin karşısında bile saygısızca oturup saygısızca konuşan o İl Genel Meclisi Üyesinden…

                İl Özel İdare Hizmet Binasının üstündeki lojmanı, babasının çiftliği gibi kullanan, demokrasi adına eşkıyalık yapan o adamdan…

                Vali’nin karşısında kendisine saldıran bu adamın, derhal gözaltına alınmasını emretmez mi, Sayın Vali Vekilimiz! Bir saat bile geçmeden, emrin yerine geldiği arz edilir.

                12 Eylül darbesiyle bir gecede hem Vali, hem Kars Belediye Başkanı olan Turan Eren, hiçbir hizmet aksamasın diye çırpınır âdeta. Şunu not etmeden geçemez:

                “Kars, 12 Eylül sabahıyla birlikte tam hizaya gelmişti. Ne anarşisti, ne solcusu, ne sağcısı kalmıştı. Herkes vatanını seviyor, herkes askerin emirlerine amadeydi. Bu da idare etmede işimizi son derece kolaylaştırıyordu.”

                15 Eylül’de, öğleden sonra saat 14.00’te Belediye’ye gideceğini bildirir.

                Gittiğinde tüm belediye çalışanlarının bina önünde sıralandıklarını görür. Uzun mu uzun bir kuyruk… Sayısı 100 müdür, 150 midir; belli değil. Dışarıda bahçede başlayıp bina içinden makam koltuğuna kadar uzanmaktadır. Herkes, büyük bir nezaketle, “Hoş geldiniz efendim.” demektedir; mütebessim bir yüzle.

                Makamına geçip koltuğuna oturunca hem Vali hem de Belediye Başkanı, memurlar görev yerlerine dağılır.

                Yeni Başkan, şube müdürleriyle bir toplantı yapar hemen. Gerekli emirleri verdikten sonra, toplantı biter. Biri hariç, ötekiler görevlerinin başına döner.

                Kalan müdür, “Sayın Başkanım, der; her hususta emrinize âmadeyim. Ayrıca çok güzel kızlarımız var. Ne zaman emriniz olursa, o hususta da emrinize âmadeyim.”

                Aman ne güzel! O kadar çok müdürün, memurun, âmirin arasında işe yarar biri de olacaktı herhalde!

                Bu habere mutlaka çok sevinmiştir yazarımız. Ama “Teşekkür ederim. Çok memnun oldum. Sık sık görüşelim seninle…” diye yazmasının ayıp olacağını düşünerek şöyle yazmak gereğini duymuş:

                “Büyük bir şaşkınlıkla yerimden kalktım; adamı tekme tokat dışarı attım.”

                Yok canım!

                Ben hiçbir yüksek bürokratın, “Her hususta emrinize âmadeyim. Çok güzel kızlarımız var. Ne zaman emriniz olursa efendim.” diyen çok kibar ve görevinin bilincinde olan bir müdüre karşı, böylesine kaba ve haşin davranacağını asla düşünemem!

                Ve zaten daha sonra, şöyle yazmayı da ihmal etmemiş:

                “Daha sonra yalvarıp yakardı; özür diledi; affettim. Zaten o son derece yoğun ve karışık ortamda ona ayıracak daha fazla zamanım da yoktu.”

                Evet, şimdi oldu işte! Buna bir diyeceğim yok benim!

                Kolay bir iş değildir; yüksek koltuklarda oturmak. Onların da hakkı değil midir; bir nebze dinlenmek? Ve de görevinin bilincinde olan, “Her hususta emre âmade” müdürler sayesinde, dünya nimetlerinden yararlanmak!

                Neden çok görürüz ki, biz bunu onlara?

***********

                                                           BEN AKSEKİ’YİM

         Neler neler oluyor sevince! Neler neler oluyor isteyince!

                Doğup büyüdüğüm memleketim Akseki’nin ünlü bir işadamı vardı: Ömer Duruk… Rahmetli oldu; birkaç yıl önce. Sayısı kaçtır bilmem; kurduğu işletmeleri oğulları Mahmut Atom DurukA. Metin Duruk ve Dr. Mehmet Çetin Duruk yönetiyorlar şimdi.

Önce yaya, sonra eşek sırtında çerçicilik yaparak sıfırdan zirveye çıkmayı başaran Ömer Duruk, ne oldum delisi olmamıştı; hiçbir zaman. Kendisi ilkokuldan sonra okuyamamıştı ama başta eğitim olmak üzere kültür, sanat ve spora önem verir, destek olur, yardım etmekten zevk duyardı.       

 Sevinçle görüyorum ki, oğulları da aynı yolda…

                Attila Durak’ın hazırladığı 600 sayfa, baştan sona renkli fotoğraflarla süslü, büyük boy koca bir kitap duruyor önümde. Adı, “Ben Akseki’yim”Vehbi Güleç, Tayfur Süner, Cengiz Altınkaya, Mehmet Karagül başta olmak üzere Aksekili pek çok işadamının da desteğini sağlayan Duruk Kardeşler, bu işe gönül vermiş pek çok Aksekili’nin de katkılarıyla öyle bir eser hazırlatmışlar ki, daha önce bir benzerini görmedim ben.

                Akseki’yle ilgili ne ararsanız var; bu ilginç eserde: Dağları, dereleri, köyleri, konakları… Memeli hayvanları, kuşları, kelebekleri… Bitki örtüsü, anıt ağaçları, çiçekleri… Dahası arkeolojik kalıntılarına varıncaya kadar aklınıza ne gelirse…

                Kalabalık bir ekibin yıllar süren çalışması sonucu hazırlanan bu eseri, yazarı Attila Durak şöyle anlatmış: “Akseki kendisini 41 yazar, 600 sayfa, bir müzik CD’si ve bir harita eşliğinde anlatmaya çalıştı. “Ben Akseki’yim”dedi ve de yılların suskunluğunu bozdu.”

                Başta Duruk Kardeşler olmak üzere, emeği geçen herkesi, teşekkürlerimle yürekten kutlarım!

                                                                                                                   Hüseyin Erkan

                

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..