Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Nisan '17

 
Kategori
Dünya
 

“Kazanmanın ahlakı mı olur?” diyen Avrupa’da yönetim sisteminde anlatılmayan omurga nedir (2)

“Kazanmanın ahlakı mı olur?” diyen Avrupa’da yönetim sisteminde anlatılmayan omurga nedir (2)
 

Bilgi eşek yüküdür. Eğer, ondan kendinize uygun yeni bilgiler üretemiyorsanız.


İnsanlar yönetim şekilleri üzerinden aldatılmakta mıdır? Bir yönetim şeklinin, halkın yaşam kalitesi üzerine olumlu katkısı ancak, halkın bilinçlenerek ülke ve kendi meselelerine sahip çıkmasıyla mümkündür. Ki; Bu da sık anlatılan bir olgu değildir. 

Anlatılmayanları, Bir hukukçu ilim insanının (*) Başkanlık Sistemi ilgili konuşmasında satır aralarında, samanlıkta iğne arama misali ancak bulabiliyorsunuz.

Bir ülkede aslolan: Halkın, çağın gerektirdiği bilgi ve donanıma sahip olması; yönetime (iradesi ile) ortak olarak kendi meselelerine sahip çıkması,  yöneticilerin izin verilenlerin, yetkilerin dışında davranmasını engellemesidir.

Halk, kendi çıkarını gözetmez, gözetmek için kendini yönetime ortak ve asıl karar sahibi görmez ise:

Ülke yönetiminin başında: İmparator, Kral, Cumhurbaşkanı, Başkan veya bir şef, hatta babanız olsa nihayetinde bir insan olarak, ”Önce can sonra canan”  demeyecek midir?

Her zaman bir Hz. Ömer ve anlayışı bulunamayacağına göre…

Avrupa hatta Dünyanın büyük devletlerinin yönetimlerine baktığınızda yönetimlerin başında; İmparator, Kral ve başkan görürsünüz. 

Avrupa’nın kişi başı gelir sıralamasında şampiyon Norveç’te Parlamenter Monarşi;

Dünyanın nakit zengini Japonya’nın başında bir İmparator,

Dünyanın (kendine) “Süper Güç”ü Amerika’da Başkan,

Dünyanın siyaset tilkisi! Bir ada, balıkçı ülke İngilizlerin başında Kraliçe yok mudur?

Ülkemizde (yakın tarihe kadar) her taşın altında İngilizlerin olmasına rağmen siz onların (Merkez!) medyaca suçlandığına hiç şahit oldunuz mu? Halkımıza ecdadı Osmanlıya, 7 gün 24 saat hakaret ettirilirken, İngiliz Hanedan üyeleri (Gelinleri, prensleri, Kraliçeleri) şirinlikleri! Magazin haberleri ile 'Merkez Medya'nın gözdesi değil midir?

İlginç değil mi?

Sanırsınız, İstanbul, İzmir, Samsun, Antalya, Mersin’in Fatihi, Osmanlı Hanedanlığı değil de İngiliz hanedanlığı!

Yönetim usullerinin açıklamasına geçmeden, Değerli Prof. Dr. Serap Yazıcı’nın, (Anayasa Hukuku uzmanı ve başkanlık sistemi üzerine çalışmalarıyla tanınmaktadır) Konu ile ilgili bir konuşmasının satır aralarından bakınız neler anlatmaktadır.

Soru: “Başkanlık sistemi sizce Türkiye’de işler mi?”

 -Dünyaya baktığımızda sadece ABD’de gerçek anlamda uygulanıyor ama Latin Amerika’da sistemin çok sıkıştığı zamanlara tanık oluyoruz. 

…Başkanlık sistemi yasama ve yürütme kuvvetlerinin sert ve kesin olarak birbirinden ayrıldığı bir sistem.  Bu şunu ifade ediyor, yürütme gücünün yegane sahibi olan başkan, halk tarafından belirli bir süre için, sabit bir görev süresi için seçilmektedir…

…Bu yapının sağladığı bir önemli avantaj var, her zaman için hükümetin maksimum düzeyde istikrarı garanti edilmektedir… Başkanın düşürülmesini sağlayacak bir yetki kongreye verilmediği için, bir başkanlık anayasası, başkanın görev süresini hangi süre ile tayin etmişse, dört yıl ya da beş yıl olabilir, o süre içinde başkan görevini sürdürecektir. İşte bu sebeple başkanın hükümeti maksimum süreyle istikrarını muhafaza etmektedir.

Türkiye’de başkanlık sisteminin ilk telaffuz edildiği 1980’lere dönersek, o tarihlerde 12 Eylül öncesinde, Türkiye’nin en büyük problemi hükümet istikrarsızlığıydı. Buna çare olarak bazı çevreler başkanlık sistemine geçilmesini önermişlerdi...

1980’lerden bu yana Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Tayyip Erdoğan bu sisteme geçiş yönünde arzuları olduğunu belirtmişlerdir. Bu üç liderin ortak bir paydası var, üçü de kişisel karizmalarına güvenen, Türkiye’de köklü dönüşüm politikalarını yürürlüğe koymak isteyen, bu politikaları yürürlüğe koyarken parlamentonun, hatta belki bakanlar kurulunun da engelleyici rolünden kurtulmak, tamamen tek başına hareket etmek isteyen kişiler.

…parlamenter sistemde kabul edilen kanunların hemen hemen büyük bir bölümü, hükümetin tasarısı olarak gelmektedir parlamentonun gündemine.

Oysa başkanlık sisteminde, başkanla kongre çoğunluğu farklı siyasi eğilimlere sahip olduklarında, kongre başkanın ihtiyaç duyduğu kanunları kabul etmemek yönünde direnebilir.

…Çünkü başkanlık sisteminde parti bağları güçlü değildir. Disiplinli bir parti yapısı mevcut değildir. Bu yüzden başkanla aynı partiye mensup kongre üyelerinin, başkanın isteği doğrultusunda hareket etmek gibi yükümlülükleri, manevi bir rolleri mevcut değildir.

Bu şöyle bir tabloya yol açmaktadır. Eğer kongre başkana karşı direnecek, onun planladığı kanunları kabul etmeyecek olursa yasama ve yürütme süreci kilitlenebilecektir.

ABD’ye baktığımız zaman bu kilitlenmenin nadiren çıktığı ve bir krize dönüşmeden de aşılabildiğini görebiliyoruz.

Bu ABD’nin özel şartlarından kaynaklanıyor. Birincisi, ABD’de iki partili bir sistem mevcut. Bu iki parti arasındaki görüş farklılıkları da kutuplaşmaya yol açacak derinlikte değil. İkincisi, ABD’de lobi şirketleri olarak tanımlanan kuruluşlar mevcut. Bunlar sistemin bir parçası. Bunlar ücret karşılığında kanun yapma sürecinde etkili bir role sahipler. Haliyle en etkili olan lobi şirketlerine kim para verirse o, kanun yapma sürecinde kontrolü ele geçirmiş demektedir. Üçüncüsü, yine ABD’de çok güçlü sivil toplum kuruluşları var. Bu kuruluşların da karar alma sürecinde güçlü bir rolleri var.

Bu yüzden ABD’de gerçek bir kilitlenmenin yaşanmadığını görüyoruz.

Ancak Latin Amerika’ya baktığımızda, bir kez çok partili sistem mevcut. Partiler arasında derin ayrılıklar, ideolojik farklılıklar mevcut ki bu kutuplaşmayı teşvik eden bir faktör. İkincisi, demokratik siyasal kültür gelişmediği için, meseleleri diyalog ve uzlaşma yoluyla çözme eğilimi söz konusu değil.

Neticede, yasama ve yürütme arasında böyle bir kilitlenme ortaya çıktığı zaman aslında bu devlet hayatının kilitlenmesi anlamına geliyor.

Bu durumda Latin Amerikalı başkanlar iki tür yönteme başvuruyorlar, birincisinde halka giderek kongreyi şikayet ediyorlar. Kendi başkanlıkları ardında daha güçlü bir demokratik meşruiyet olduğunu, dolayısıyla kongrenin bu kanunları kabul etmesi gerektiğini söylüyorlar. Kongre de kendi temelinde bir demokratik meşruiyet olduğunu, kendisini de seçenin halk olduğunu belirtmek suretiyle meşruiyetini başkanla yarıştırır hale geliyor.

…Şimdi objektif olarak düşünürsek, Türkiye’nin siyasal kültürü, partilerin yapısı, partilerin çok sayıda olması, uzun süredir devam eden kutuplaşma eğiliminin kuvveti ve parti liderlerinin hali hazırda kişiselleşme yönünde güçlü eğilimler sergilemesi, başkanlık sistemine geçilmesi halinde, Türkiye’deki modelin, Latin Amerika’dakine benzeyeceği izlenimi uyandırıyor…” (1)

Değerli İlim insanı açıklamalarına devam etmektedir:

“…bir Şemdinli krizi, Ferhat Sarıkaya daha yaşar mıyız?

-Orada biliyorsunuz savcı yazdığı iddianame yüzünden görevden alındıktan sonra avukatlık yapmayacak hale getirilmişti. 

-Meslekten ihraç kararları da yargı denetimine açılacak. Ancak bunları yeterli bulmuyorum. Çünkü şu anki yapıda sorun yaratan faktörlerden biri, kurul kararları şeffaf değil. Bu kararlar yayımlanmıyor. Ne bizler ne de hakimlik ve savcılık mesleğini icra edenler biliyor. Dolayısıyla kurulun belli olaylar karşısında hangi kriterlere dayanarak karar verdiğini hiçbirimiz bilmiyoruz. Halbuki şeffaflık çok önemli. Eğer kurul kararlarına şeffaflık sağlansaydı, hiç değilse bundan sonra hem kamuoyu kurul kararlarının içeriği konusunda bilgi sahibi olabilirdi, tabii bu kurul kararlarındaki keyfiliği, hakkaniyete aykırı durumları önleyebilirdi, hem de hakim ve savcılar evvelce alınan kararları görebilecekleri için, kendi gelecekleriyle ilgili daha öngörülü olabilirlerdi.

-Hakimler ve savcıların daha öngörülü olabileceğini söylerken ne kasttettiniz tam olarak? 

-Bir hakimin veya savcının hangi sebeplerle meslekten men edilmesi gerektiğine dair kanuni düzenlemeler var. Ama bu düzenlemeler gene de idareye, yani HSYK’ya takdir yetkisi sunmaktadır. Acaba HSYK bu takdir yetkisini hangi ölçüler içinde kullanmaktadır? …

-Bu durumda kararlar halka açıklanırsa, bir savcının genelkurmay başkanı hakkında iddianame yazdığı zaman görevden alınamayacağı ya da alınırsa da bu kamuoyu tarafından bilineceği için kurul daha objektif olmak zorunda kalacak... (2)

Aşağıdaki satır aralarına bakıldığında kamuoyunda seslendirilmeyen, dillendirilmeyenler görülmektedir:

1)Halkın meselelerine kendi sahip çıkabilmesi için kendini yönetime ortak görmesi ve bu konuda gerekli donanıma sahip olması gereği ile:

2) Ülke Aydının (buna siyasetçi ve yargı görevlileri de dahil) Hangi un (doku) ve su (anlayış) ile hamur (Aydın) olabildiği, ve ülke çıkarlarını hangi pencereden görebildiği:

3) Kendisini yönetime ortak gören; yönetimi sahiplenen bir halkın, memleket sevdasını her şeyin üzerinde tutan aydınların olduğu bir ülkede, yönetimin adının, “şu” veya “bu” olmasının fazlaca bir önemi kalmamaktadır.

Mehmet Akif Ersoy bu konuda ne demektedir?

-Sahipsiz olan memleketin batması haktır, sen sahip çıkarsan bu vatan batmayacaktır.

Amerika ile Latin Amerika’da benzer sistemin yürümesinde-yürümesinde etken ve sorumlu olanlar;

-Halk ve (Halkın içinden çıkan ve aynı doku-kumaştaki) Aydınlar değil midir?

Devam edecek

-Parlamenter Monarşi, Başkanlık ve Yarı Başkanlık sistemleri

www.canmehmet.com

Resim:Tarafımızdan hazırlanmıştır.

(*) “Prof. Dr. Serap Yazıcı, Anayasa Hukuku uzmanı ve başkanlık sistemi üzerine çalışmalarıyla tanınıyor.”

(1-2)Tamamı için bakınız: http://www.ntv.com.tr/turkiye/baskanlik-sistemi-turkiyeyi-olumsuz-etkiler,0bq8mi62ZEWydU49edr7ig

 

 
Toplam blog
: 1117
: 1768
Kayıt tarihi
: 29.08.06
 
 

Ticari ilimler akademisindeki öğrenciliğim sırasında, bir kamu iktisâdi kuruluşunda başladığım ça..