Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Kasım '10

 
Kategori
Öykü
 

Anlatacak bir hikayem var II. Bölüm

Anlatacak bir hikayem var II. Bölüm
 

FISTIK AĞACI, ÜSKÜDAR'IN GÜZEL YERLERİNDEN BİRİDİR. GÖRÜLESİ BİR YER..(Resim internetten alınmıştır)


Üsküdar’ın en civcivli yeridir otobüs durağı. Hemen yanında, dolmuş kuyruğu bekleyen insanlar. Gelen, geçen ve dükkanlar. Kulaklığından dinlediği müziğe kaptırmıştı kendini. Gözü gelen geçende. Akşam vakti çarşı kalabalığı insanın üstüne, üstüne gelir Üsküdar’da. Yanından geçen kadın çekiştirdiği Pazar arabasını ayağının üzerinden geçirdi. Hiç arkasına bakmadan yoluna devam etti. Müziğin sesi de açıktı kendi sesiyle irkildi. “Ohaaaaaa!” Kulaklığını çıkarttı. Kadın çoktan kalabalığa karışmıştı. Arabasını sağa, sola çarparak kalabalığı yarıp uzaklaştı. Ayakkabısına baktı, kaldırıma çarpıp tökezleyince soyulan burnu yastı bir hal almıştı. Kendine bakan insanlara aldırış etmeden söylenmeye başladı. “Ayağımın üstünden arabayı geçirdi ve dönüp bakmadı bile. Ne garip olduk ya!” Sinirini yenemiyordu. Akşamın bu saatleri karnı da iyice acıktığı için sinirine hakim olamıyordu. Bir an önce eve gitmek ve annesinin kurduğu masaya oturmak hayalinin kendisini sakinleştireceğini bildiği için masaya ve yemeklere odaklandı. Kulağının dibinden geçen simitçi “Taze, siimiiit!” Bir simit alıp yemek isteğini zor frenledi. Yemekler masada onu bekliyordu. Annesi hamuru konuşturan bir kadındı. Hamur yemeği denince aklı başından giderdi zaten. Birde annesi yapmışsa… Otobüs sırası kendisine geldiğinde oturacak yer kalmadığını fark etti. Hiç derdinde değildi. Zaten Fıstık Ağacı durağında inecekti. “Birkaç durak, sıkarım dişimi. Eve varmalı çabuk.” Otobüs çarşının kalabalığını yarmaya çalışıyordu. Minibüsler iki sıra park etmiş, geçit vermek istemeyen surlar gibi otobüsün geçmesini engelliyordu. Ara sokaklardan fırlayan arabalar trafiği alt üst ediyor, otobüs şoförü gaz, fren, gaz, fren otobüsü sallayıp duruyordu. Tüm yolcular birbirlerinin üzerine gidip, gidip geliyordu. “Sık dişini, birkaç durak.” Şoför, çarşının kalabalığından kurtulur kurtulmaz bastı gaza, okul durağında durdu otobüs. Okuldan çıkan öğrenciler doluştu, itişe, kakışa. Bir gürültü, bir hengame. Çocuklara baktı, “Bu iyi günleriniz. Anne, baba parası yemek güzeldir. Ohhh.” Okul yıllarını hatırladı. “Ne rahat günlermiş, dertsiz tassız. Para kazanma derdi yok. İşyerinde kavga yok. Öğrenci olmak istiyorum.” Kapanmıştı o sayfa, ama özlüyordu öğrenci olmayı. Otobüs Setbaşı’nı geçip Fıstık Ağacı’na doğru yol aldığında, orta kapıya yanaşmaya çalıştı. İnsanları yararak geçiyor, kiminin ayağına basıyor, kiminin koluna çarpıyordu. Dönüp, dönüp “Afedersiniz, afedersiniz.” Diyerek. Düğmeyle parmağı buluştuğunda durağa ramak kalmıştı. Durağa gelmeden kapılar açıldı. Birkaç adım yürümeyi göze alıp o da atladı. Trafikten ve kalabalıktan bunalmış diğer insanlarla. Eve doğru hızlı adımlar yürüyordu ve keyfi de yerindeydi artık. Az sonra huzur bulacağı bir yere, evine girecekti. Orada onu rahatsız edecek hiçbir şey olamazdı. Annesi, en küçük olduğu için üzerine titrer, babası tek kız olduğu için onu hiç üzmezdi zaten. Çelimsiz bir çocuktu küçükken. İki abisinin aksine, “Eti kemiğine yapışmış” denilen cinsten bir çocuktu. Annesi ve babası evin arka bahçesine küçük bir kümes kurmuştu onun için. Annesi, akşamdan zeytinyağına attığı yumurtaların kabuklarının da erimesiyle oluşan bu karışımı kemiklerinin güçlenmesi için ona içirirdi. Babası, sabah erkenden kalkar mahallenin sütçüsünün Şile’den getirdiği manda sütünü kuyruğa girip alırdı kızı için. Yani el bebek, gül bebek büyümüştü ağabeylerine rağmen. Babası, ağabeylerinin kızına baskı yapmasına hiç izin vermemişti. Zaten, cinsiyet ayrımına karşı ve adaletli bir adamdı babası. Annesine de ev işlerinde yardımcı olurdu. Kız yada erkek evlat onun için fark etmez, hepsine iş bölümüyle evde sorumluluk verirdi. 

Sokağa girdi, hızlı adımlarla hafif yokuşu tırmanmaya başladı. Rüzgar yakasından girmek için hala savaş verse de artık onu da pek takmıyordu. Oturdukları sokak zamana direnen bir savaşçı gibi gelirdi. Caddenin iki tarafına konuşlanmış, iki katlı ve üç katlı evler, arka taraflarında küçük bahçeleri. Çocukluğu bu bahçelerde oynayarak, ağaçlara tırmanarak geçmişti. Sokağın başındaki yufkacının arkasından seslendiğini sonra fark etti geri döndü. “Fikriye, kızım yarın gün annende. Taze yufka istemişti. Al bunları götür.” Yufkaları aldı, evin kapısına gelmişti ki alt katta oturan Hüsniye Teyzenin “Nereden bu saatte?” Sözüyle irkildi. Hüsniye Teyze, garip bir kadındı. Çocuklarını büyütmüş, kocasını gömmüş, seksenli yaşlarda aksi bir kadındı. Biraz da bunamıştı. Mahallede ne olup bittiği bilirdi. Bütün gün giriş kattaki camda oturur, geleni geçeni kollardı. “İşten” dedi. Zili çalarken. “İyi, iyi ne tersliyorsun, Hakkı’lar var sizde diyecektim.” Kafasından ayağına sinirden titremeye başladığını fark etti ama engelleyemedi. Kurduğu onca hayalden sonra ağabeyi ve onun sevimsiz karısı hiç de çekilir nevale değil akşam yemeğinde. Kös, kös kapıyı açıp içeri girer. Demir kapıyı yerine sıkıca yerleştirir. Geldiğini anlayan annesi iç kapıyı açtı. “Aaa, canım bak, kimler gelmiş?” 

 
Toplam blog
: 247
: 709
Kayıt tarihi
: 11.03.09
 
 

Buradayım işte. Yaşamın tam içinde. Her anın benim olduğunu bilerek. Yaşamın sadece "Şimdi" olduğun..