- Kategori
- Deneme
Aşkın Esiriyiz , İt Dalaşırken, Yalnızlıkta Aşığız

Hangi ikiyüzlü teori altedebilir ki aşkı, aşkları, bizim aşkımızı....
Aşkın esiriyiz, esaretindeyiz, tel örgüler ardındayız, it ulumaları duyduğumuz, örgülerden atlamaya çalışan it’ler tasmalarından tutulmuş, gardiyanlar tarafından çekilmekte geri. Gardiyanı olur mu aşkın ?
Dikenli tel örgülere asılmış it’ler parçalamışlar kendilerini; parçalamaya çalışırken aşkı, aşkları, bizim aşkımızı…
Zamanın durduğu yerdeyiz, yokuştan yukarıya, toprak üzerine çıplak ayak basarak adımlıyoruz yokuşu. Küçük bir ev yokuşun sonunda, en uçta..Barınağımız; çıplak ayak, yollardan ulaşmaya çalıştığımız, tırnaklarımız ile toprağı kazıyarak etrafını işgallerden korumaya çalıştığımız…
Zaman durduğu yerde , barınağımızın içindeyiz; iki göz oda , bir mutfak, bir banyo. Masamızın üzerinde bir demet kır çiçeği, penceremizin önünde bir avuç gökyüzü, bir de beyaz güvercin, bir serçe; üzüm gözlü. Giydirilmiş patileriyle it’ler peşimiz sıra, geldiğimiz yoldan, çıplak ayak yürüdüğümüz toprak üzerine ektiğimiz çiçekleri, ezdiler ulumaları arasında. İt ulumaları şimdi bir avuç gökyüzümüzün içinde.
Dikenli tel örgülere asılmış itler parçalamışlardı kendilerini, parçalamaya çalışırken aşkı, aşkları, bizim aşkımızı… Şimdi birbirlerinin peşi sıra gelen it’ler, kendi kan kokularının peşi sıra adım adım gelip durdular penceremizin, kapımızın önüne...Kuşattılar bizi ; ulumaları, ağızlarından akan salyalarıyla gökyüzümüzü..Yağmur yıkayacak kanlarını ve salyalarını…
Zamanın durduğu yerdeyiz, esiriyiz aşkın, esaretindeyiz, mahkum olmamak için direniyoruz ulumalara, henüz it’liğin ne menem bir şey olduğunu algılayamıyoruz. Önce; ulumaları bertaraf etme girişiminde bulunuyoruz, sonra da it’leri uysallaştırma yoluna gideceğiz. İt’lerin kan kokusu duyduklarında; nasıl coştuklarının ve birbirlerini nasıl coşturacaklarından habersiz, iyi niyet elçileriyiz kendi evimizde…
Tuğlalarımızı; ateşinde pişirmişiz aşkın, aşk ile karmışız kumu, kovalarca suyu aşk ile avuçlamış, harmanlamış, evimizin duvarlarını aşk ile örmüşüz. Yıkılamaz ki, bizim aşk ile ördüğümüz, içini güneşe, dışını gökyüzüne boyadığımız evimiz;
gardiyanları ile de sarılsa aşkın,
it ulumları da duyulsa kulaklarımızda,
itler de olsa peşimiz sıra, kaç yazar ki biz hep "sabah" olduktan sonra…
Biz; ne zaman kaybeder isek birbirimize olan inancımızı;
kuşatılır, esirleri oluruz it’lerin ve
hep it ulumları duyar,
dikenli tel örgüleri sararız bahçemize,
esir alınır, esaretlerinde it’lerin gün sayarız.
Biz yine birbirimizin olacağımız günleri geriye doğru sayarız; it ulumları ve dikenli tel örgülerde parçalanmış it’ler ve tasmaları ellerinde it’leri dizginlemeye çalışan gardiyanlar eşliğinde…
Barınağımızın; iki göz oda , bir mutfak, bir banyo. Masamızın üzerinde bir demet kır çiçeği, penceremizin önünde bir avuç gökyüzü, bir de beyaz güvercin, bir serçe; üzüm gözlü. Ya teslim olacağız it sürülerine ya da püskürteceğiz onları geriye..
Bizim aşk ile ördüğümüz, içini güneşe, dışını gökyüzüne boyadığımız evimiz;
tuğlalarımızı; ateşinde pişirmişiz aşkın,
aşk ile karmışız kumu,
kovalarca suyu aşk ile avuçlamış, harmanlamış,
evimizin duvarlarını aşk ile örmüşüz. Hangi it yıkabilir ki ,
hangi gardiyan hapsedebilir ki bizi it’lerin hapishanelerine; biz penceremizin önünde bir avuç gökyüzünün altında bir güvercin bir serçe olarak yaşamayı bildikten sonra…
Hangi ikiyüzlü teori altedebilir ki aşkı, aşkları, bizim aşkımızı, biz ;
yaşadığımız dünya içinde kim olduğumuzu,
nerde durduğumuzu,
ne istediğimizi, ne için yaşadığımızı, ne için yaşamak istediğimizi bildikten sonra,
hangi it cesaret edebilir ki dalaşmaya ve salyalarını akıtıp, etrafındaki it’ler üzerinden püskürtmeye.
Hoş böyle de olsalar, hani it’liklerini de sürdürseler kim inanıyor ki, ya da kim inanır ki it olmadıklarına...
İt; it’liğinden vazgeçer mi ? Dişisi , erkeği fark eder mi ? Dişisi; erkekte sansa kendisini ya da erkek yerine koymuş olsa da kendisini, bir zaman da olsa, acılarını dindirmek adına, görünen kök kılavuz istemez ki dişi bir it olduğunu anlamaya.. Ya da tersi de olsa, erkek olsa da; dişisini bırakmış olsa yarı yolda, mesela kulübesindeki yatak odasında, dişi de o an kendisini erkek olan it yerine koymuş olsa mesela, it nerede bulur it’i ; ya kenefte ya da yine kenefte, öyleyse ne fark eder ki it; it olduktan sonra ha dişisi ha erkeği…
Hangi ikiyüzlü, ikiz kişilikli, ikiz tenli, yarım akıllı dişi ya da erkek altedebilir ki aşkı, aşkları, bizim aşkımızı..
İçini güneşe, dışını gökyüzüne, çatısını yıldızlara boyadığımız evimizde; masanın üzerinde, kır çiçeklerinin yanında bir mektup, yalnızlığı anlatır önce, sonra aşkı, it’lerin dalaşlarından uzakta, hiçbir it dalaşamaz içten bir aşkın, aşkların, bizim aşkımızın etrafında…
Önerilerim ; Ahmet Koç’tan “ Hasta Siempre “ “ My heart will go on “ Füsun Önal’dan “ İnsancıklar “ Nilüfer’den “ Göreceksin Kendini “