Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Haziran '22

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Metafor ve Duygular: Korku

Korku: toplumları kitleler halinde vorteksine katan; zihinleri işgal eden, davranışlar üzerinde belirleyici rol oynayan ve ‘aklı bloke eden’ bir duygu durumudur.

 

En ilkel haliyle doğada gözlemlenen: bir ceylanın aslanı gördüğünde hayâtiyetinin tehlikeye girmesi sebebiyle gösterdiği refleks niteliğinde ortaya çıkan, amigdala bölgesine dayanan korku:

zihinlerde de her an kendi bilgilerinin hayâtiyetini tehdit eden olaylar karşısında, bu mekanizmanın devreye girip ‘şeytanın avukatı’ olan savunma silahını ortaya çıkarması şeklinde gözlemlenmektedir.

 

Çünkü zihin için taşıdığı bilgiler onun yaşam kaynağı gibidir: izafi ‘yani: bütünden ayrı bir benlik algısı’ oluşturması için geçmiş bilgileri ile gelecek kurguları arasında yaşamaktadır. 

O yüzden, doğumdan itibaren oluşturduğu 'database' olarak işaret edilen ve birimsel varlığını bu alana dayanarak kanıtlamaya çalışan, ‘kendisini bu alandan ibaret sanan’ zihin için, bu bilgilerini terk etmek onun ölümü gibidir ki: gerçekte böyle bir ölümde muhaldir. 

Keza Rasûlallah (s.a.v) ‘Ben şeytanımı müslüman ettim’ derken burda yok etmek yada tamamen geçersiz hale getirmekten ziyade:

Veritabanının kendisine teslim oluşunu ve böylelikle sınırlı bir alanla hareket etmekten veya düşünmekten korunduğuna işaret ettiği yönünden de düşünebiliriz.

 

Bir de içinde bulunulan toplumlara kültürel aktarım veya genetik yollu kazandırılmış genel korku kodları vardır; fakat bu kodların karşılığı her bir beyinde process’ine göre farklı bir şema yaratmaktadır.

Bu üretilen şemalar, yaratan beynin hologramında hayat bularak: ‘kodlamasına göre’ gerek cezalandırıp gerekse yargılayarak, zihinde yaratılmış bu suretlere karşı korku/endişe/kaygı duygularını arttırabilir.

Veyahutta tam tersi olarak topluma bir şema sunulduğunda, her beyin bu şemaya karşı bir duyarlılık geliştirmemiştir: yalnızca o şemaya karşı kodlanmış olanlarda korku açığa çıktığı gözlenebilir.

Bu adeta beynin hologramında yarattığı, konusuna ve kodlamalarına göre yargılayıcı ilahlar haline getirdiği suret veya kavramlarla yine kendi kendini cezalandırıp sorguya çekmesi gibidir.

 

Biz burada ‘korku’ kavramını kullandık, sizler bunun yerine dilediğiniz duygu durumunu ele alarak farklı yaklaşımlar getirebilirsiniz. 

 

Nihayetinde bazen beyin bir halden başka hale geçmek, yada önceki yaşantının sonlandırılıp yerine yenisinin inşa edilmesini dilediğinde, korku veya sevgi metaforunu bu işlevi harekete geçirmek için kullanıyor olabilir..!

 

Beyin, kavramlar yaratıp sonra o kavramların içini doldurarak, kavrama göre davranış modellerini de belirlemektedir. 

‘Korku’ nasıl ki bir metaforsa, ‘sevgi’ gibi diğer kavramlarda esasında bir metafordur. 

Öyle ki, bir insana nasıl sevmesi gerektiğini bile içinde bulunduğu topluluklar, kültürler öğretir ve zihinde o kavramın içi doldurulur. 

Akabinde değerlendirilen konu, 'içi doldurulmuş olan bu kavram' olduğunda; şayet zihindeki olması gereken davranış modeliyle uyuşmuyorsa: reddetme, yargılama, beğenmeme gibi durumlar yaratacaktır. 

Basit bir misal vermek gerekirse: zihindeki ‘sevgi’ kavramına yüklenilmiş veriler, aynı kavramı farklı şekilde değerlendiren başka bir değerlendirici mekanizmayla karşılaşıldığında, karşısındakinin davranışı eğer onun zihnine yerleştirilmiş kavrama uymuyorsa: ‘sevgisizlikle suçlama’ girişiminde bulunabilir.

Çünkü zihninde ‘bu böyle olmalıdır, ancak böyle olursa sevgidir’ şeklinde doldurulmuş bir kavram taşıyordur…

İşte karşılaşılan her olayda ve kişide, esasında kişilerle değil: bu içi doldurulmuş GÖRE’lere dayanan kavramlarla muhattap olunmaktadır. 

Bir kavramın içeriği değiştirildiğinde nasıl ki o konudaki beklentiler de değişiyorsa, 

bu farkındalık: yaşamdaki tüm yangınlara sebep olan, beklentiler doğuran, üzen, sıkan her türlü duygunun altında zihindeki kavramlara atanan değerler olduğunu ortaya koyuyor.

 

Anlaşıldığı üzere, ‘KORKU’da aslında diğer her ‘ŞEY’ gibi yaratılmış bir duygu durumudur. 

(Yaratılmış kelimesinden kastımız: bir manayı ifade etmek sadedindedir. Hakikatte her ‘ŞEY’ hem yaratılmış; hem de hiç bir ’ŞEY’ yaratılmamıştır. 

ŞEY’ler TEK’ten gayrı bir vücud sahibi olmaması ve TEK’ olanın doğmak ve doğrulmaktan münezzeh olması itibariyle yaratılma kavramı muhal, yaratılmışlık algısı ise izafidir)

 

Metaforu oluşturan mana zamansızlıktan gelir, ama zamansallıkta değerlendirilir.

 

Zamansızlıktan açılan bu BİLGİ’nin, mana boyutunda hissedilip, zamansallık boyutuna tarifi sadedinde kullanılan METAFOR kavramı ortaya atıldığında, sayısız GÖRE’ler varmışcasına aslında yine TEK tarafından değerlendirilmektedir. 

 

Her bir programın BEDİY ve ĞANİYY (Varlıkları bir örneği ve benzeri olmaksızın kendilerine özgü özellikleriyle yaratan; dilediğini yaratıp yarattığı ile kayıtlanmayan) olması itibariyle, yine KENDİSİ’nin yarattığı metaforları benzersiz process’ler altında KENDİSİ değerlendirmektedir. 

 

Örneğin: tasavvufi bazı yaklaşımlar veya ayetlerde geçen Ay, Güneş, Gemi gibi işaret levhaları, bir çok zihin tarafından olduğu gibi kabul edilirken: 

metaforları boyutsal açılımlarla tespit edip deşifre etmiş beyinler tarafından: Benlik, Duygu, Akıl, Bilinç, İdrak, Hücre, Gen, Beyin vb. gibi, bir manaya yaklaştırmak adına esasında yine METAFOR olan işaretlerle açıklanıyor. 

Toplumların ise bu çözümleri doğrudan alıp, teyit ve keşifsiz kabul etmesi, o metaforu çözmesi anlamına gelmiyor..!

Nasıl ki ayet veya hadisler tefekkürsüz olduğu şekliyle ezberleniyorsa; bir metaforun sayısız çözümünü ezberlemek veya onay vermekte o metaforu çözümlemek demek değil..!

Ancak o manaya yakîn oluşması durumunda yani: kendisi kendinde ki manayı tespit ve deşifre ettiğinde, o mananın sembolik dildeki en yakın karşılığının belirtilen işaret levhası olabileceğinin ‘farkındalığını’ yakalıyor denebilir. 

 

Geçmişte kuş dili yada rüya dili olarak tanımlanan sembolik dil de, bu alandan gelip, GÖRE’ler nispetinde yorumlanıyor. Bu yorumlar elbette ki metaforun tam değerlendirişi olmuyor. Metaforun üretildiği alan sınırlanmaktan beri olduğu için, sunulan deşifreler zamanla algılayıcılarda derinleşip daha farklı anlamlar geliştirebiliyor. 

 

Oysa ancak, metaforun mana aleminde karşılığının açılması o manaya yakîn demek olabilir. Fakat GÖRE’ler de oluşan kısmi yakınlıklar, metaforu ortaya sunanın yakınlığı demek de değildir. Terkibiyete bağlı değerlendiriş olabilir ki: varsayalım yakîn bile olsa daima ötesi olacağı kesindir.

 

Bazı beyinlerin kurgusunda bir metaforun çözümü için bir 'bedel' ödenmesi gerektiği kodlanmıştır. Mesela zaten açılacak olan bir mana, eğer bir takım fiiller uygulanmazsa oluşmayacağı KORKU’su ile uygulamaya sokularak, o mananın ‘uygulama neticesinde’ ortaya çıktığı düşünülebilir.

Oysa kişinin bir şey yapması ile değil, MANA’nın açığa çıkmayı dilemesiyle bir takım şartlar gelişmektedir.

Bu durumda zihin uygulama yapılmadığı takdirde yakîn oluşmayacağı endişesini ve korkusunu doğurup, açılan manaya rağmen bu korku sebebiyle yeniden birimlilik perdesi de oluşturabilir..! 

Yani: kendi kendini örtebilir.

 

Bu hem yapılanlarla bir yere varılamaz; hemde açığa çıkacak bir potansiyelin, 'ancak gerekli çalışmalar neticesinde açığa çıkacağı kodlanmış olabilir' şeklinde de değerlendirilebilir..! 

 

ALLAH ismiyle işaret edilen özelliklere yönlenildiğinde metafor üretimi ve tarifi var; ama ZAT’ı tarif etmeye kalkacak bir metafora da pek rastlanmıyor. 

Mana ve özelliklerin doğduğu, fakat erişemediği ‘kayıt kabul etmez’ olan bir noktayı, tarif edecek bir metafor bulunmuyor da denebilir.

Beyin suretsizlikten gelen bir bilgi değerlendirmeye aldığında, bunu anlamlandırabilmek için önce metafor haline getirip ardından veritabanındaki o manaya en uygun bilgilere dayanarak şemalaştırıp, sonrada işaret edebilmek için bir isim takıyor. 

Hâliyle metafor algılayıcıların yani: ‘değerlendiren ve değerlendirilen’ yanılsamasının olduğu boyutlarda geçerlilik kazanıyor denebilir.

 

Korkuya sebebiyet veren başlıca kodlar: çevreden yüklenilmiş yada oluşturulmuş bir takım ödül/ceza sistemine dayanmaktadır. 

Çocukluktan yetişkinliğe varan, bir işi başarırsa veya itaat ederse ödül, başaramaz veya itaatsizlik ederse ceza alacağı düşüncesiyle yetiştirilmiş olan topluluklar daima havuç sopa taktiği ile yönetilmeye de mahkum olurlar. Yapılan bir çok deneyde bu yöntemlerin yetişkinlikte ciddi psikolojik sorunlar yarattığı da ortaya çıkmaktadır. Bu hususa önümüzdeki süreçte detaylıca değinmeye çalışacağız.

 

Öncelik verilen yada sahiplenilen nesne veya suretlerin kaybedileceği ihtimali de korkuyu tetikleyebilir. Yada toplumun %60’ına sorulduğunda “Hazır hissetmeden ölümle karşılaşma ihtimali” bir çok insanın korkularının başında gelmektedir. Ancak yine de bu korkuyu oluşturan konu üzerine araştırma yapmazlar, ve zihinlerindeki bu korkunun onları sorgulaması ve yargılaması için de zihinlerinin eline sayısız sebep verirler...

Yine bu korku; maddi yada manevi bir kayba uğrama, sevilen veya sahiplenilen bir kişinin kaybı, terk edilmek, mevki ve ünvan kaybı, yoksulluk, dışlanma yada 'etraf ne der' endişesi gibi bir takım beşeri korkular olabileceği gibi;

hakikatini tanıyamama endişesi, Allah’tan yani hakikatinden uzak düşme diye tanımlanan halin korkusu da olabilir.

Ancak kişisel menfaat gözeten ve beklenti içeren bir çok davranış temelinde birimlilik ile alakalıdır.

 

Tek tek o korkuları yaratan kod girişlerini tespit edip, yeni değerlerle güncelleyerek o kodların oluşturduğu duyguları kaldırmaya çalışmak da bir çözümdür; fakat bu hem geçici hem uzun soluklu, hemde bu yapılan çalışma ile birimliliği daha da kalınlaştıracak bir durum da yaratabilir. Belki korkular azalabilir, ama bu kez de korkuları azalmış bir BİRİM olarak yaşama devam edilebilir..!

 

Ancak hakikati hissediş nesnesi olarak tarif edilen noktanın; yani noktadaki kudretin açılımı bu kodlamaları değer yargılarından arındırıp, veritabanının hakikate teslimiyetini gerçekleştirirse, ‘kodlar çalışmaya devam etse bile’ beşeri duygular katılmadan NÖTR ve tepkisiz kalınabiliyor olmasını sağlayabilir. 

 

“Kesinlikle bilin! Allâh Veliyy’lerine korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar.” (10.Yunus 62)

 

Veli ismiyle işaret edilen yani: ‘birimde kendi hakikatini tanıma ve gereğini yaşama özelliğinin açığa çıkması’ şeklinde anlatılan bu özellik için korku olmadığının ilgili ayette belirtiğini görüyoruz. 

Burada anlatılmak isteneni bir yönüyle, hakikatini tanıma özelliğinin devreye girişiyle, sistem ve düzenin gereği olan bir yaşamın ortaya konulması ve böylelikle bu sistem ve düzenin sonuçlarının otomasyonla görüldüğü işleyişten korunuyor olmaları şeklinde de düşünebiliriz.

 

“Allahtan en çok korkanınız benim” diyen RASÛLALLAH (s.a.v) ise, beşeri bir korkudan bahsetmediği, bahsettiği korkuyu ise yok etmeye çalışmadığı, hatta sistemi tanımanın yani Sünnetullah’ın gereği ve beynin çalışma sisteminin otomasyonla karşılığının oluşmasının ciddiyetine vurgu olan bir yaklaşıma işaret ettiğini de düşünebiliriz.

 

 

Sevgiyle kalın…

 

Aslı Sutaş

 

7 Haziran 2022

 

 

 

 
Toplam blog
: 7
: 378
Kayıt tarihi
: 18.05.22
 
 

1994 yılında İstanbul, Beykoz'da doğdu. Barbaros Hayrettin Paşa Denizcilik Lisesi Bilişim Teknolo..