Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

1968 yılında Ankara’da doğdum. Klasik Arkeoloji okudum ve Sosyal Antropoloji masteri yaptım. Çevirmenlik, editörlük yapıyor ve Kurumsal Sosyal Sorumluluk Uzmanı olarak çalışıyorum. Yazmak, okumak, sanat tarihi, arkeoloji, tarih ve edebiyat (ilim –irfan vs) hayatımın olmazsa olmazları... Bir de desturum var: “Tanrım, b..

Devamı
 
 

Yazdığım Kategoriler

 
Herşey kitapta yazılı, açın okuyun yeter

Öncelikle hoşgeldin... Umarım burası senin için de verimli olur. Anladığım kadarıyla üniversite öğrencisi genç bir kızsın. Ne güzel... Hayata doğru yerden başlamanı dilerim. İmam Hatip Lisesi mezunu modern bir genç kız olarak çelişkilerle dolu olmanı anlıyorum. Seni yargılamak ya da düşüncelerini yadırgamak haddim değil. Senin gibi İmam Hatip Lisesi'nde de okumadım. Ama bir şey sormak istiyorum: Kadınların süsleri neresidir? Görünen süslerle görünmeyen süsleri açıklayabilir misin? Yaka açığımız neresidir? Kendi kadınlarımız kimlerdir? ya da elimizin altında bulunanlar? Özellikle bu hassas işte: kadınların mahrem yerlerini henüz anlayacak yaşa gelmemiş olanlar...!!! Demek süsle kast ettiği Tanrı'nın = mahrem yerlerimiz... Ya da ben ve benim mantığımla sözcükleri anlayanlar böyle anlıyor. Sen neden başka türlü anlıyorsun bunu gerçekten merak ediyorum. Sağlıcakla kal...

04 Ekim 2007 01:10
Devamı olan öyküler. Sembol giyimin yüksek faturası

Ya bir dakika. Ben bu "ermiş" Erkan konusunda birkaç laf daha etmek istiyorum. Sırça bir köşke çekilip zihinsel oyunlar içinde yaşamaktan bahsetmiyorum ki ben... Tam tersinden söz ediyorum. Hatta gösterişçi ve seçkinci olmak hiç yakından geçmediğim bir durum. Erkan'ın laboratuarı izlemektense, kendine bu kadar yakın olan ve üstelik de bir anlamda "bilirkişi" nezdinde bulunduğu bir ortamda daha "içinde" olabilir olayların. İzlemek bazen daha sonraları "söz hakkımızı" elimiden almaz mı? Modern "bektaşi"? Bektaşiler yorumsuz kalmaz, izlemekle yetinmezlerdi. Tam tersine nüktedanlıklarıyla iz bırakır, tavır aldırırlardı. Ancak Erkan kendine böylesine "sessiz bir duruş" seçmiş birine de benzemiyor. Ben her noktadan sesini duyuyorum açıkçası. Sadece "sessizliğin sesini" oynamayı tercih ediyor gibi görünüyor. Oysa öyle algılanmıyor. Acılar bazen bağırarak değil inleyerek daha fazla duyurulur. Erkan ruhunu olgunlaştırma yolunda "izleyici" olmayı seçmiş olamaz bence... Kızma!

01 Ekim 2007 12:52
Devamı olan öyküler. Sembol giyimin yüksek faturası

Güzel. Yakınlarında tanık olduğun bir olay mı (Anılar bölümüne yazmışsın, ama olmayadabilir, ben de kurgusal birçok şeyi o bölümde yayınlıyorum) yoksa kurgu mu? Bilemedim. Ama çok yakın, çok bildik, çok "her yerden" bir öykü bu. Anlamadığım bir şey var. Erkan neden her şeyi normal karşılayarak hem onlara yakın, hem de uzak olmayı tercih eder ki? Ben belki de çok daha militanım. Kahramanlarım da hep militan olur. Bu kadar sakin ve sessiz yaklaşımlar benim alt karakterlerimde yaşar, ama kahraman onları hep döver, yerden yere vurur. Elimde değil, eksenin ortalarında seyreden dalgalar beni rahatsız ediyor. Bana göre Cemil daha kıvrak bir karakter. Erkan baş kahraman olarak biraz daha tepkili olamaz mıydı? Ya da "hep bildik şeyler" rahatlığından biraz sıyrılamaz mıydı? Yani belki de çok gereksiz bu sorular... Elbette bir bildiğin vardır, eleştirmek için de söylemiyorum. Öykülere bayılırım, elimde olmadan kendimi içinde buluyorum ve Erkan'ı sevmediğimi söylemek zorunda hissediyorum... :)

30 Eylül 2007 23:44
 
Toplam blog
: 22
: 1798
Kayıt tarihi
: 01.10.06