Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Haziran '14

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

''Eylül''

''Eylül''
 

''EYLÜL''


EYLÜL…
Otogardan indiğimde saat gece 10’u çoktan geçmişti. Üstelik deli gibi bir yağmur sanki peşimden kovalıyor, kovalamakla kalmayıp banyo yaptırırcasına bütün bedenimi ıslatıyordu. Bekâr evime az kalmıştı, sokaklarda bu saatlerde kalmak tam ahmakların işiydi. Tam apartmanın kapısından içeri girecekken apartmanın yanındaki duvar dibinden tanıdık bir ses seslendi. Ahmet’in sesiydi bu.
-Ali bekle az, yardımına ihtiyacım var.
Az sonra kuşkulu ve korkak adımlarla sekerek yanıma kadar geldi. Arkasında bir tane de kız vardı. Kapşonu başını örtüyor yüzü seçilmiyordu.
-Hayırdır Ahmet ne oldu?
-İçeri girelim Ali dayanacak halim kalmadı.
Dairenin kapısını açtım, aceleyle eve girip Ahmet’i çek yatın üzerine uzattık. Yaralıydı Ahmet, hemen dizinin üzerinden. Pantolon unu çıkarıp baktık, yarasını biraz açınca neredeyse kurşun görülüyor gibiydi.
-Kurşunu çıkarmalıyız Ahmet, hastaneye gitmeliyiz.
-Hayır, hastane yok; sen çıkar işte.
Dedi ve bayılır gibi oldu, fırsat bu fırsattı. Ya şimdi ya hiç. Daha yüzünü bile göremediğim kıza,
-Hemen banyoya git ve duvarda asılı ecza dolabını yerinden sök getir.
Kurşunu çıkardıktan tam on saat sonra kendine geldi Ahmet. Bacağına bandaj yapmış hatta acemice bir de dikiş atmıştım. Kızı sormayın, üzerini değiştirdikten sonra yorganın altında kayboldu. Tir-tir titriyordu yatarken. Ahmet adının Eylül olduğunu söylemişti ve aylardan Eylüldü işte. Sadece arkadaştılar, aşk ya da sevda yoktu aralarında. Bir siyasi düşünceyi sonuna kadar paylaşmaktan ileri bağlantıları yoktu.
Tam on beş gün evimde kaldılar. Ahmet yavaş-yavaş iyileşmiş bir haftaya kadar da üniversiteye gidebilecek duruma gelmişti. Ben mi, ben tıp fakültesine derslerime devam ediyordum tabi. Eğitimime ara verdiğim gün hocalarım hemen babamı arardı. Ah babam, evet babam bir doktordu taşrada. Ve benim okuduğum fakülteden doktor çıkmıştı. Ben gün geçtikçe tutuluyordum Eylül’e farkında olmadan. Tutulmamak imkânsızdı Eylül’e, konuşmaları, tavırları, bakışları evimin içinde hiç yabancılaşmadan evin bir parçasıymış gibi hareketleri bağlıyordu beni ona. Sonra tam bağlanınca ayrıldılar evden, Ahmet dostluğumuzun bana zarar vermesinden çekiniyordu. Evden yine gecenin yarısı çıkıp gittiler.
Evde yalnız ama kitaplara gömülme günlerim geldi sonra peşinden. Ama bir yere kadardı çünkü Eylül aklımdan çıkmıyordu. Ahmet’le aynı sınıfta okuyan bir arkadaş geldi bir gün, ikisi de tutuklanmışlardı. Darbe olmuştu o yıl, sınıfların çoğu yarı-yarıya boşalmıştı.
Babam arada yanıma uğrar bazen birkaç gün kalırdı. Geldi durumu olduğu gibi anlattım ona. Hemen telaşa kapılmanın anlamı yoktu. Bekle arkadaşın seni satacak gibi değil öyle anlaşılıyor dedi. Eğitimine devam et ama bizi arada bu konuda bilgilendir oldu mu, tamamdı işte.
Bir gün dayanamayıp tutuklu bulundukları ceza evine gittim. Çaprazlamasına küçük pencerelerden, üstelik karanlık bir yerde gördüm onu. Solgundu yüzü, hatta bakımsız olduğu her halinden belliydi. Ziyaretlerim her hafta devam etti, aslında gelmemi istemiyordu. Beni takip etmelerinden korkuyordu, haksız da sayılmazdı. Sivil polisler birkaç takipten sonra peşimi bıraktılar. Benden köy ya da kasaba olma ihtimali hiç yoktu anlaşılan.
Fakülte bitti, doktor çıktım o yılın sonunda. Ama ayrılık başlamıştı peşinden. Eylül de beş yıla mahkûm oldu, Sivas’a gönderildi. Ben bir kaç aylık yedek subaylıktan sonra Kahramanmaraş’a tayin oldum. Nereye gidersem Eylül’ü götürüyordum yüreğimde. Askerde, sokakta, hastanede, güneş doğumunda ve gün batımında. Bir hafta sonu çıktım Sivas’a gittim ziyaretine. Aylardan Eylüldü, Sivas’a yağmur yağıyordu. Cezaevinin bahçesinde sıra beklerken yine ıslandım, içeriye alındığımda ıslanmıştım. Aynı masada karşılıklı oturuyorduk, masanın üzerindeki bir çizikte kalakalmıştı bakışlarımız. Konuşamıyorduk ikimizde. Neden sonra o güzel gözleriyle baktı bana.
-Bir daha gelme olmaz mı?
-Neden?
-Eylül sana iyi gelmiyor, bak hep ıslak kalıyorsun Eylülle.
Ama ben dinlemedim onu, fırsat buldukça ziyaretine gittim. Anlamıştı yüreğime söz geçiremeyeceğini. Her ziyaretimde artık sadece susuyorduk, arada bakışıyorduk. Bir gün dayanamadım,
-Ben seni seviyorum dedim.
Hiçbir şey söylemedi, ellerinin arasına aldı yüzünü; ağlamaya başladı.
Bugün 12 Eylül 1986, Eylül bugün hapisten çıkıyor. Tam cezaevinin karşısındayım. Buralarda çiçekçi bulmak çok zor. Bir evin bahçesine dalıp bir demet yaptım kırmızı güllerden. Heyecanlıyım, titriyorum beklediğim yerde. Öğle vakti bir yağmur başladı çİsil-çİsil, yok öyle bardaktan boşalırcasına değil bahar yağmuru gibi işte. Cezaevinin kapısı aralanıyor yavaşça, çıkıyor dışarıya. Beni görüyor, yanıma geliyor ıslanmaktan korkmayarak.
-Yine ıslanmışsın bak?
-Hayatımın bundan sonra kalan yıllarında beraber ıslanalım mı?
O güzel gözlerinden akan yaşlar, Eylül yağmuruyla yanaklarına süzülüyordu…
Mehmet ÖZCAN

 
Toplam blog
: 57
: 222
Kayıt tarihi
: 18.01.13
 
 

Emekliyim, köpekleri çok severim. Fotoğraf ama anlam saklayan fotoğraflara bayılırım. Yazmak uzun..