Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Haziran '14

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Yani

Yani
 

''YANİ''


Uyandığında Servet yatağın hemen yanı başındaki koltukta uyuyordu. Yatağında doğruldu, yastıkları sırtına verdi. Seyretmekten hoşlanırdı Servet’i. Sakalları birkaç günde bu dağ evinde hemen uzamaya başlamıştı. Sonra saçlarına baktı, kumral saçları omzundan aşağı biraz süzülür gibiydi. İlk tanıştıkları akşam en çok uzun saçlarına gülmüştü. Sonra bakımı zor olmuyor mu diye bir soru ağzından çıkmış bulunmuştu. Ama o bütün ciddiyetiyle saçlarına nasıl baktığını anlatmış hatta berberlerle arada nasıl kavga ettiğini araya sıkıştırmıştı. Her zaman itinalı ve tertemiz giyinmeyi severdi. Her gün yataktan kalkar kalkmaz ilk o gün ne giyeceğini düşünür, kahvaltıdan sonra dolabın önünde epeyce vakit geçirirdi. Sırf onu kaldırımlarda görenlere, çalıştığı bürodaki insanlara güzel görünebilmek için yapardı bunu. Topluma saygıdır güzel ve temiz giyinmek derdi hep. Nesine tutuldum ben bu adamın diye içinden geçirirken elinde olmadan onun tüm iyi taraflarını kendisine cevaplıyordu farkında olmadan.
Koltuktaki hali önce onu güldürmeye çalışsa da tam bir bebek saflığı vardı üzerinde aslında. Tamam, bulmuştu işte. Servet uyurken tam bir bebek gibi uyurdu. Hatta arada parmağınızı ağzına verseniz neredeyse bir bebek gibi emmeye başlardı. Gülümsedi Servet’e ama uyandırmaya da kıyamıyordu.
Seçil’in saçları omzunun biraz üzerinde ve simsiyahtı. Küçücük ağzının üzerindeki burnunu ve simsiyah gözlerini tanrı itina ile yaratmış belki de biraz ileri gidip sırf ona has bir güzellikle yüzüne yerleştirivermişti. Aynada saçlarını tararken kendi simsiyah gözlerine dalardı bazen. Evet, gözleri gerçekten çok güzeldi. Servette zaten onun ilk gözlerine tutulmuştu. İnsan kaybolabilir o gözlerde demişti bir keresinde. Oturduğu bankın önünden geçiyordu Servet ve aniden durup ona dönmüş ve ‘’Ne güzel gözleriniz var, insan kaybolabilir o gözlerde’’ demişti. Sonra nereden geldiği belli olmayan bir rüzgâra sessizce bırakıvermişlerdi bedenlerini ve ruhlarını. Ayakları en sonunda onları bu dağ evine kadar taşımış ve burada tutsak etmişti ikisini de. Bir gecelik geldikleri evden tam üç gündür çıkamamışlardı.
Bir ara Servet uyanır gibi oldu, gözleri hafif aralandı sonra tekrar kapandı. Yorgunluğu geçmedi herhalde dedi içinden Seçil. Ama biraz aşağıya baktığında Servet’in elindeki küçücük bir kutuyu fark etti. İki eli şortunun hemen üzerinde küçücük kutuyu sımsıkı tutuyordu. Yaldızları beyaz mı beyaz, simsiyah kutuya bambaşka anlamlar yüklüyor adeta içinde bir masal sakladığını haykırıyordu.
Aslında Servet gece yarısı uyanmış, kar ve buzlarla kaplı yollardan geçip şehre kadar inmiş ve bir kuyumcu dükkânın önüne park etmişti. Vitrin camındaki telefon numarasını çevirip kuyumcuyu uyandırmış ve zar zor kuyumcuyu ikna edip dükkânı açtırmıştı. Saat sabahın dördüydü. Kuyumcu belki ona inanmadığından beline silahını takıp gelmişti. Servet’in o bebek yüzüne yerleşen telaşı gördüğünde silahı falan unutmuş vitrindeki en güzel pırlanta yüzüklerden hangisinin Seçil’in parmağına daha çok uygun olacağını tartışır olmuşlardı. En sonunda yüzüklerden birini masanın üzerindeki aynanın hemen önüne koymuşlar ve çeşitli açılardan bakarak birbirlerini onaylayıp ‘’tamam budur’’ demişlerdi.
Ama şansları o sabah güzel gitmedi. Bir ekip arabası kuyumcu dükkânının önünde durup onlara biraz baktı ve içindeki polis memurları ellerinde silahları ile dışarı çıkıp ellerini havaya kaldırmalarını istedi. İkisi de dükkânın bir köşesinde ayakta öylece kalakaldılar. Kuyumcu ne dese fayda etmiyordu. Üstelik kuyumcunun silahı tezgâhın üzerinde öyle masumca da hiç durmuyordu. Polislerden birinin çok hoşuna gitmişti kuyumcunun silahı. Eline alıp silahı okşayıp arada tartıyordu. Kuyumcu neden sonra tamam arkadaşlar silahın seri numarasından araştırın silah benim bende şu kuyumcuyum deyince araştırmaya koyuldular. Az sonra silah sahibinin ve kuyumcunun adı telsizden anons edilince ikna oldular. Tamam da bu saatte siz ikiniz birden kafayı mı yediniz. Servet olayı anlatmış ama polisler ikinizde delisiniz demişler ve dükkânın kapatılmasına kadar sokakta beklemişlerdi.
Dağ evine geldiğinde çok yorgundu Servet. Sessizce kapıyı anahtarı ile açıp, soyunup dökünmüş ve Seçil’in uyanmasını beklemeye başlamıştı koltukta. Ama yol yorgunluğu aşk yorgunluğunun ardından iyice bastırmış ve uykuya yenik düşmüştü.
Seçil gözleri yaldızlı kutuya dalgın dalgın bakarken o arada Servet uyandı. Uyanırken elindeki kutu ellerinden bacaklarının arasına oradan da yere düştü. Telaşla ayağa kalkıp kutuyu aldı yerden Servet. Seçil yatağın kenarına oturmuştu. Servet Seçilin dizlerinin arasında diz çöküp gözlerine bakıp kutuyu yavaşça açtı. İçindeki pırlanta yüzük neredeyse bütün odayı aydınlığa boğacak kadar parlıyordu. Seçil gözlerini alamadı yüzüğün parıltısından. Servet yüzüğü kutudan çıkarıp Seçil’in parmağını elinin içine yerleştirdi. Tam yüzüğü takacakken Seçil parmağını çekti. Elleriyle yüzünü kapatıp ağlamaya başladı. Sonra yatağa uzanıp yastığı yüzüne bastırarak ağlamaya devam etti. Servet ne yapacağını bilemedi o an. Şaşkın halde öyle kalakaldı. Seçil,
-Anlamalıydın be adam, anlamalıydın.
-Neyi anlamalıydım, anlamadım?
-Koca bebek, daha ilk yatağa girdiğimizde anlamalıydın.
-Yani?
Cevap vermedi Seçil. Durmaksızın ağlıyordu.
Servet odadan çıktı, banyoya girdi. Yıkanıp tıraşını oldu sonra odaya girip üzerini itina ile giyindi. Sonra el çantasında eksik etmediği parfümünü çıkarıp üzerine püskürttü. Gözleri dalgın yatak odasına girdi. Seçil üzerini giyinmiş yatağın kenarındaki koltukta oturuyordu. Servet,
-Haydi, gidelim artık.
 Birlikte dağ evinden çıkıp arabaya bindiler. Seçil son kez baktı dağ evine. Çantasındaki kutuyu çıkarıp Servet’in ceketinin yan cebine koydu. Buzlu ve karlı yollardan araba şehre doğru yol alırken ikisinin de ağzını bıçak açmıyordu. Seçil’i bırakacağı yerde Servet’in eli ceketinin cebine gitti ve kutuyu eline aldı. Arabayı durdurdu kenarda. Kutuyu Seçil’e uzatıp,
-Bir aşkı kaçamağa dönüştürdüğün için teşekkür ederim. Bunu hediye ediyorum sana. Baktıkça beni hatırlarsın olmaz mı?
-Yani?
-Hoşcakal Seçil…
Mehmet ÖZCAN

 
Toplam blog
: 57
: 222
Kayıt tarihi
: 18.01.13
 
 

Emekliyim, köpekleri çok severim. Fotoğraf ama anlam saklayan fotoğraflara bayılırım. Yazmak uzun..