Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

26 Eylül '06

 
Kategori
Felsefe
 

"An"

"An"
 

Gökyüzünde bir kar tanesiyken, yaramazca buluttan kopuverip yer yüzeyine meraklı meraklı bakarken biçim değiştirerek aşağıya süzülen bir yağmur tanesi hangi “an”ın hayaliyle kaymakta atmosferin kaydırağından. Onu muhtemel bekleyecek beton katmanlara çarpıp dağıldığı “an” neler hissedecek?

Ne kötü; onca yukarılardan neşeyle gelip betona çarpan bir yağmur damlası olmak... Oysa ne kadar hevesle yola çıkmıştı bir çınar ağacının yapraklarından kayarak toprağa düşmek umudu ve sevinciyle.

İnsan için “an” bize vaat edilen gelecek zamanların içinde kaç kez var olacak? Veya kaç kez çarpacağız bize ait veya bizim dışımızdaki diretmelere? Kurabileceğimiz “an”lar olacak mı?

İnsanın da yaşamı boyunca bebekliğinden yaşlılığına kadar geçirdiği tüm evreler keskin geçişlerle çevre tarafından anımsatılarak yaşam ileri doğru akar. Önceleri hızı yüksek başlayan zaman, sonraları yavaşlamaya ve bazen de durdurarak hayal edilenle karşılaşıldığında - belli bir erekteyseniz yapabilirsiniz- "an içinde erime" dedikleri sonsuz enerji veren hisleri yakalarsınız.

Aşk böyle bir şey (dir) diyebilmek isterdim ama benim aşklarımdan arta kalanlar daha çok acı verici ruh ağrıları oldular. Aşktan daha yoğun bir şey o an. Çok basit ve aşk gibi kovalamanız ve çaba harcamanız gerekmiyor. Hemen yanı başınızdaki doğa veya iyi bir müzik (bach örneğin) zamanı o an içine alıp durdurabilir. İnanılmaz bir “tılsımlı keyif” alırken, aslında birbirini “doğrayan” insanoğlunun temel istenci; o duygu keyfine nasıl ulaşacağını bilememenin zavallı debelenmelerinden başka bir şey değildir yaşadıkları.

İnsanların daha varsıl olmak istemelerinin temel nedeni “an” diye tanımlanan gücü ruhunda hissetme dürtüsüne hükmetme ve Tanrı'yı oynama arzusunun öne çıkmasıyla zamana karşı unutkanlık ödülünü almaktır: Ödül budur.

Daha güzel yiyecekler, daha güzel eşler, daha güzel barınaklar; daha güzel “an“lar adına çıkış bulan bu kazanımları, -kayıplarına bakılmaksızın- insan bencilliğinde kabul görecek ve onu çoğu kez mutlu edecektir. Bütün bu paradoks içinde insan elinde tuttuğu güç tarafından edebi “efendi”liğe terfi ettirildiğinden, tüm dinsel ve yazıtsal öğretiler onu koruyacak; hatta daha ayrıntılı bakıldığında, ona telkinler veren bir söylemler bütünü olduğu anlaşılacaktır. Uğrunda bebek öldürmeyi mübah saydığı gibi, kendi içsel sorunlarına bile sokmayacak, yaklaştırmayacak hatta sorumluluğu karşıya atarak –zayıfa- arınacağından, en güzel üretilen değerleri kendisine verilmesine ve sunulmasına şaşırmayacaktır.

Bütün bu sevimli ve özenilen ideal yaşam kendi çukurunu kazıp içine düştüğünde çürüme başlayacak ve çürüme başladığında kokuşma ve tatsızlık saracak bedenini. Tatsızlık; en ağır hastalığın ifadesidir: Ruhun tat alamaması! Panzehir Şeytan tarafından önüne çözüm üretilerek konacak: Daha çok saldır, daha çok varsıl ol; daha çok hükmedici, daha çok bencil ol!

İşte o zaman, yoksulluğun anlamakta hep zorlandığı sorunun yanıtı bulunacak; neden insanlar doydukça saldırır?

Sayın usta kalem Ece Temelkuran, Lübnan'ı anlatırken, oralarda “an”ın yaşandığını söylemiş. Buradaki “an” çaresizliğin, daha doğrusu geçmiş ve geleceğin olmadığı –olmasının da artık bir şey değiştirmediği- korkunç boşluk olmalıyken, bilgi toplumundan uzak tutulmaları Lübnan halkını az da olsa rahatlatmıştır. Demek ki, bilgi toplumu olabilmenin de köksel bir dinamizmi var. Kolaycılığa yönelen her inanç sisteminde olduğu gibi sistemler ve yapılabilirliği zordan kolaya yönelen tüm sorgusuz zorlamalar, kendini dünyadan ve dünya sorunlarından uzaklaştırıp kişiyi “an” a yöneltiyor. Zordan kolaya düşüncesini söylerken, ilk kabullenişin zorluğundan bahsediyorum. İz bırakmanın anlamsız olduğu geçici görülen dünya yaşamı için gelecek yoktur tezine inanç. Geçmiş affedilebilir; af dilemelerle geçmiş yok sayılabileceği için gelecekte zaten yok sayılacaktır: Gelecek size ait olmayacaktır.

“An” önümüze bu şekilde ortaya çıkınca geçmişçi olmakla gelecekçi olmak inanç dışı kalanı zorlar mı? Edinilen tüm bilgi birikimlerinin gelecek için koşulsuzca kullanılmasına ses çıkarılmayacaksa, zorlamadığı gibi bireyin yaşamını kolaylaştırır. Ama kuşatmayı kaldırmaz.

Evinde çeşme olmayan bir insan için, çeşmeyi bilen birinin rahatlığı aslında çoğu kez eşit zorluktadır. Çeşmenin evinde olması, olmayanı anlamasını sağlasa da, olmayan için bilinmeyen bir lükstür. O yüzden, ne denli çağın gerektiği teknolojik yaşama adapte olunursa, kişiyi semahtan uzaklaştıracaktır. Teknoloji, dünya zamanının değerlenmesini sağladığı gibi, insanı kendi doğasından uzaklaştıracağından asıl paradoks ortaya çıkacaktır. İnsanın “an” ile gelecek arasında tercih yapması istendiğinde teknoloji çoğu zaman –yoksulluktaki gibi- “gelecek” seçimini ısrarla isteyecektir. Çünkü teknolojide “an” dan çok gelecek vardır. Kullandığı son model cep telefonunu arkadaşına anlatırken daha yeni versiyonlarından kişinin bahsetmesindeki temel neden budur.

Sayın Zülfü Livanelinin şarkısındaki gibi “mutlu insan yoktur” tezi her çağda büyük taraftar toplayacağı gibi, şüphe insanı kendi benliğine yaklaştıracaktır. Eğer siz mutluluk kavramının niteliğiyle ilgilenmiyorsanız başkalarının size bunu anlatmasına, yaşatmasına, hatta sizi dolduruşa getirmelerine de izin vermelisiniz. İlim kendin bilmekse ya nice okumaktır?

yaklaşmakta karasından bulutlar

kara yağmur damlaları demleniyor

ölüm nedeni genetikmiş; kazımın

yer bulamadığı için değil,

betona çarpıp dağılmak dört bir yana

tüm çıplaklığıyla radyasyonun.

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..