Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Aralık '08

 
Kategori
Siyaset
 

"Sarhos Atlar Zamanı", Madi'den, Rojin, Ameneh ve Ayoub'den özür dilerim!...

"Sarhos Atlar Zamanı", Madi'den, Rojin, Ameneh ve Ayoub'den özür dilerim!...
 

''Madi , ailenin on iki yaşındaki reisi,ağabeyi Ayoub'un sırtında,sınırda!...''


Sarhos Atlar Zamanı.... 

Doğuda sınırlarımızın az ötesinde; Türkiye, İran ve Irak sınırlarının kesiştiği coğrafyadaki bir Kürt köyünde yaşanan bir dramın filmiydi!... Film; İranlı , değerli senarist ve yönetmen, bir dünya aydını Bahman Ghobadi'nin, yani hakiki bir aydının vizöründen beslenen, yaratıldığı 2000 yılında sekiz ödül birden alan bir şah yapıttı!... Bu filmi izleyince aydının ne olduğunu, tüm gerçekleri mükemmel alımlayıp, nasıl doğru yorumluyabildiğini görünce, bizim beyaz kutu ve sinema insanlarımızın ve aydın insanlarımızın böylesi konularda ne kadar dar açılı, eğitimli olmasına rağmen geride kalmış ve hayalci olduklarını bu filmle ilişkilendirip, bir an için kıyaslama yapmış; niçin böyle vizörler bu bereketsiz coğrafyadan çıkmıyor diye, düşüncelere dalmıştım... Hele o çaresiz, zavallı Madi'nin bakışındaki acıyı, onun sağlığına kavuşabilmesi umuduyla sınır ötesine şartlı gelin gitmeyi göze alan ve sonra aldatılan ablası Rojin'in çaresiz çırpınışlarını, ağabeyi Ayoub'un son haykırışlarını hiç unutmayacağım... Ve onlara karşı olan sorumluluğumu... Beni mutlaka bir yerlerden duyacaklarına inanıyor ve bir ''birey'' olarak onlardan özür diliyorum!...  

Değerli blog yazarımız Beran Uzer'in 5.Aralık.2008 tarihli ''Ermeni Tehciri için özür dilemek bizi küçültmez...'' başlıklı blog yazısına şu yorumu yapmıştım: 

''... Birinci derece özürlüler: Almanya, İngiltere, Fransa ve Çarlık Rusya'sı...  

Kanımca önce özür dilemesi gerekenler; Kıbrıs'da I. Büyük Savaş öncesi Monarga Ermeni Lejyon Kampını kuranlar(!), Doğu Anadolu'da önce Ermenileri kullanıp '' Mezopotamya''ya inmek isteyen ve sonra Doğu Anadolu'ya Volga Kazaklarını yerleştirmek isteyenler, Turancılığı yani ''Enver'i'', sözümona büyük Türk imparatorluğunun başına geçirmek isteyip, '' 3 B''(Berlin, Bosphours, Bombay) projelerine engel olabilecek diğer Hristiyanları bölgeden tasfiye etmek isteyenler ve Fırat İngiltere'nin Batı sınırıdır (!) diyenler!... Yani bu coğrafyayı bu gün de bu hale getiren '' Emperyalist Düzen'' bekçileri... Yoksa Kafkaslarda, Balkanlarda öldürülen, kıyıma ve zorunlu göçe uğratılan yüzbinlerce Osmanlı Müslümanı da, bu kırımdan Ermeniler gibi bir pay aldılar... 

Bu gün Ermenilerin uğradığı kıyımı, kendini bilen herkes insan olarak muhakkak ki derin bir üzüntüyle karşılıyor. Ama özür tek taraflı olmamalı; birbirlerine istemeden zarar veren halklar, bunun nedenini çok iyi analiz edip, birbirinden özür dilemeli... Bernard Levis'e bu gün Batı'nın yaptığı. en azından düşünülmeli... Şimdi yurtları yok edilen yüzbinlerce Ahıskalının dramını kim biliyor?...'' 

Yazma limiti bu kadarını yazmama fırsat vermişti. Şimdi bu konudaki düşüncelerime devam ediyorum: 

Sözde ''Devrim Yapan Üç Adam''dan biri olan Stalin, Ahıska Türklerinin yurdunu yok etmiş, onları sürgünde eritip, çoğunluğunu yok edip, bu gün azınlık statüsünde, ikinci sınıf yurttaş olarak Asya'da yaşam mücadelesi vermelerini sağlamıştı!... Örneğin benim bildiğim, bir kısmı hala Kırgızistan'da, Kırgızlarca aşağılanarak acılı bir yaşam sürüyor!... Bu acıların Avrupa'da yasal bir iki süreç dışında, Doğu ya da Batı'da ciddi bir muhatabı yok, özür dileyense hiç!... 

Ben, tüm dünya halklarının kardeşliğine inanan biri olarak, en içten duygularımla, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda kullanılıp, kıyıma uğrayan suçsuz insanlardan, ülkesinde yaşamak için dinini, dilini değiştirmek zorunda kalan ya da değiştirilen, topraklarında yüzyıllardır mutlu yaşamış bu halkın torunlarından, zamanı gelince özür dileyeceğim... Onlardan da bir şekilde olumlu bir cevap alacağıma inanaraktan...  

Balkan Savaşının beklenen yenilgisi ve o Osmanlı mülkünde yaşayan yüzbinlerce insanın kırıma ve göçe zorlanması, büyük bir toprak kayıbı ve bozgunun dışında, ülke insanı ve yöneticileri için, çok ağır ekonomik ve psikolojik bir darbeydi... Kafkaslardan da Ruslarca malları mülkleri ellerinden alınıp, bilinçli ve sistemli bir şekilde Anadolu'ya sürülen yüzbinlerce Müslüman Kafkasya insanı da büyük demografik ve insani sorunlarla Doğu Anadoluya sefil bir şekilde geliyorlardı... Ülkenin Batı'sında ve Doğu'sunda; bölgedeki bütün dengeler bozulmuştu... 

Bizim toplumumuzda, özür dilemek; üzgünüm ya da affedersiniz demek bile zorlu bazı engelleri aşmak gibi bir şey!.. İnsan insanı gördüğünde, ekseriyetle, ya başını çeviriyor, ya görmemezlikten geliyor, tanıdık bir sima bile, elden geldiğince fırsat bulunca selam vermekten kaçınıyor... Sanki bir yük böylesi şeyler!... Bir merhaba, bir teşekkür, bir özür; çabuk eskitilen şeylerden biri galiba... Yani, özür dileme özürlüsü bir toplumuz!... Yani bu apayrı bir yazı konusu... Ancak sosyolojik bir vakıa olduğunu da kabul etmek gerekiyor ve de araştırmak.. Bunun sosyal ve psikolojik nedenlerini... Yani kibarca söylersek, en azından özür dilemesini pek bilmeyen, bilse de benimsemeyen bir toplumuz!... Bu çok hızlı zamanda köy-kent olmamızdan mı, cumhuriyet kültürünü yaratamayışımızdan mı, eski kültürden ''Selamün Aleykum'' dışında kopuşumuzdan mı kaynaklanır diye, arasıra düşünürüm ben... 

Bu ''özür dileme '' konusunda, sayın Baskın Oran'ın, Radikal'deki, o müstehzi, ''Verdiğimiz huzursuzluk için özür dileriz...'' başlıklı yazısına, sizlere bir şeyleri açıklarken, izninizle, dolaylı bazı yanıtlar da vermek istiyorum... 

Osmanlı İmparatorluğunun ve onun coğrafyasında yaşayan tüm halkların yaklaşık son ikiyüz yıldır çektiği acılar, Tanzimat'tan bu yana imparatorluğu ekonomik ve siyasi olarak denetim altına alan, dünya siyasi dengeleri içinde yaşamasına fırsat veren ve onun coğrafyasında geleceğin enerji kaynaklarının bulunduğunu fark edince bu kez en uygun şekilde bu kaynakları sömürmek isteyen Batı emperyalizminin insiyatifinde yaşanan bir tarihin sonucudur!... 

Ülkenin o günkü özel merkez bankası, Osmanlı Bankasının da, bu gün HSBC Bank'ın sahibi, dünyayı bu gün de yönetenlerin bankası olduğunu, Osmanlı ekonomisini kontrol altında tuttuklarını da unutmadan!... 

Ermenilerden özür dileme nezaketi (!) içinde bulunan sayın Baskın Oran'ın 14.Aralık.2008 tarihli Radikal'de tepkilere verdiği bir tür cevap yazısından anlaşıldığına göre, Osmanlı'nın bu ''Millet-i Sadıka''sına yapılan ilk kırım, bölgesinde vergisiz, askerliksiz rahat yaşayan Kürt aşiretlerinin ve siyaseten tatmin olmayınca daha da gelişip güçlenip bölgedeki siyasi dengelere zarar vermeye başlayan Botan Emirliği'nin ( o dönemde, sonradan Kürt Milliyetçiliğinin baş aktörlerinden Bedirhanlılar'ın...) ve ona yakın bazı aşiretlerin ağırlıklı Batı'ya tehcir edilerek, feodal yapısının Osmanlıca tasfiye edilmesiyle, ortaya çıkan boşluktan kaynaklanıyordu... Korumasız, otoritesiz kalan bölgenin, ekonomik direği olan Ermenilerin malları o bölgede yaşayan Kürtlerce gasp edildi, canlarına da kast edildi... Ve Ermeniler de silahlanma zorunluluğu içine girdiler ve siyaseten ellerine fırsat geçince Kürtlerden ve yanısıra da güçlerince, az da olsa, Türklerden intikam aldılar!... Yani yazara göre, Ermenileri ilk kez Kürtler kırdı!... Kürtler bu Ermeni korkusundan, Ulusal Kurtuluş Savaşı'na destek verdiler!... 

Bize göre, bu sefer, Ermeni tehdit ve kırımından yılan bazı Kürt aşiretleri de Sultan Abdülhamid'den askeri taleplerini arttırınca, sultanın oluruyla, Şeyh Şamil torunu, Müşir Zeki Paşa; Rusların Kazaklar'da uyguladıkları askeri bir yapılanmadan esinlenerek ve bu konuda padişahı bu örnekle ikna ederek, Hamidiye Alayları'nın kurulmasına vesile oldu... O günlere kadar Osmanlıya asker ve vergi vermeyen Kürtlerin bir kısmını bölgedeki iç asayiş ve aşiretler arası dengede, yanısıra hem Ruslar'a karşı bir destek güç olarak kullanma da, hem de Berlin Antlaşmasıyla palazlanmaya çalışan Ermeni milliyetçi hareketine karşı askeri bir güç olarak kullanmada ve hem de Kürtler'in Osmanlıyla uyum ve iskan etme kabiliyetlerini geliştirmeye dolaylı bir katkıda bulunmak için kullanmada yararlanılan bir askeri yapılanmaydı!... Bu yapıya bazı Kürt aşiretleri katılmadı... Ancak alayların Ermeni köylüsünü yok etmek gibi, (sayın Baskın Oran'ın söylemiyle, amaç oydu...) doğrudan böylesi bir amacı yoktu... Yazara göre, emperyalistler de, Osmanlı'nın bu zaafından sözümona yararlanıp, ''Altın fırsat'' elde ettiler!...  

Ve değerli sayın yazarımız, özür dilemeyi ve getireceği artıları açıklamaya çalışarak yazısına bir şekilde devam ediyor... 

Kişisel olarak bu şekilde ve bu biçimde bireysel olmayan toplu bir özür dilemenin böylesi, iç mantığını idrak edemesem de, bilim insanlarımızın her zaman objektiflerinin temiz, net görüntüler alabileceği, ya da yansıyacağı düzleme, doğru ve anlamlı görüntüler verebilecek duyarlılıkta olmasının gerekliliğine inanmışımdır...  

Bu yüzden bu topraklarda yaşayan, hakiki aydınların sırtlarındaki yükün kolay taşınabilir, bir yük olmadığının ayrımında her zaman olmaya çalışmışımdır!... Bu namuslu aydınları; kendi gerçek tarihini, devletini, gerçek üretim ilişkilerini bilimsel yöntemle ve tarafsız ve iyiniyetle araştıran, sorgulayan ve koşullarını zorlayıp öğrenmeye çalışan; bu ülkenin tüm tarihsel ve de kültürel mirasını bir yabancı gibi değil de , tüm siyasi süreçleriyle, bu coğrafyadan, bu topraklardan çıkmış bir insan olarak kucaklamasını bilen, bir aydın olarak görmek istemişimdir...  

Ben Türkiye'de yaşayan cumhuriyet aydınından, Batı felsefesini bildiği kadar, içinden çıktığı İslam kültürünü, İslam felsefesini, bu gün içinde yaşamak zorunda bırakıldığı sorun yüklü, ulus devletin onlarca katı büyüklüğünde bir coğrafyada (hayallere dalmadan) yüzlerce yıl Batı'ya karşı nasıl yaşatılabilindiğinin özümsenmesini istemişimdir... Son yüzyılda bu topraklarda ortaya çıkan, Sultan Abdülhamid Han ve Atatürk gibi, iki büyük lideri ön yargısız, çok iyi tanımalarını istemişimdir... 

İnsanlık tarihinde çok kısa bir zaman önce yaşanmış olan büyük bir oyunla, Doğu Tipi Üretim tarzına çakılıp kalmış, bir büyük devletin, emperyalizmin oyunlarıyla nasıl çökertildiğini idrak etmesini istemişimdir... Bu yüzden, örneğin, bu gün özrünü tartıştığımız bu coğrafyadaki trajik olaylardan yalnızca birinin; önceden planlanmış(!) bir Berlin Antlaşmasıyla nasıl ve neden ivmelendiğine daha duyarlı yaklaşmasını istemişimdir... İttihak ve Terakki'nin hangi nesnel koşullarda ve kimlerin desteğiyle palazlandırıldığının araştırılmasını istemişimdir...  

Teşkilat-ı Mahsusayı, Dr.Nazım gibi istisna karakterler dışında, katiller sürüsü olarak değerlendirmemek gerekir. Bu yapılanmanın o günkü olağanüstü zor ülke koşullarında yüklendiği misyonu araştırmanın orda görev almış, yüzlerce fedakar, yurtsever insanın bu ülke için canlarını vererek, bu gün bizim burada konuşmamıza vesile olduklarını, bu cumhuriyetin liderlerinin de o yapıda görev aldıklarının unutulmamasını istemişimdir... 

Bu ulus devletin yalnızca iç dinamiklerce yaratılmadığını, Sovyet Devrimi'nin büyük etkisiyle, stratejik bir denge unsuru olarak kuruluşuna Batı'nın da ister istemez, Lozan'da olur verdiğinin bilinip, nedenlerinin ve bu gün onu yönetmeye çalışan(!) elitlerinin, detaylıca incelenip, araştırılmasını istemişimdir... 

Ülkenin gündemini bu özürle, farklı bir yöne yersiz ve zamansız bir şekilde yönlendirmeye çalışmanın, karşısında bir zıttı yaratması kaçınılmazdır!... Bu da bu toplumu, amacını aşan, gündemi saptıran hedeflere yönlendirir!... 

Ülkenin gündemini, iç barışı sağlamanın koşul ve kurallarını yaratmaya çalışmak;gerçek ulusal birliğimizi sağlamak, bunun için de daha ileri hukuk ve demokrasi kazanımları için verilmesi gereken mücadele çabalarını yoğunlaştırmak , öncelikle işgal etmelidir!... Birileri bu coğrafyayı yeniden çizmek isterken...  

Meraklısına Notlar: 7.Eylül.2008 tarihli, ''Siyaset '' bölümünde,
Ermeni Sorunuyla bağlantılı, ''Hayasdan hay em''... /
İmparatorluğun o acı türküsü..başlıklı bir
yazım olduğunu hatırlatırım...
 

 
Toplam blog
: 392
: 4592
Kayıt tarihi
: 12.03.07
 
 

İstanbul doğumluyum. Sağlıklı beslenme, yüzme, doğada yürüyüş ve çevre özel ilgi alanlarım. Şiiri ve..