Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Temmuz '09

 
Kategori
Siyaset
 

“Uzlaşmayalım, hesaplaşalım!”

“Uzlaşmayalım, hesaplaşalım!”
 

Bir gece yarısı operasyonu ve kelime oyunu ile askerin sivil mahkemelerde yargılanmasının önünü açan yasanın meclisten geçmesiyle başlayan tartışmalar, bu yasanın Cumhurbaşkanı’nın onay makamında bekleme sürecinin uzamasıyla birlikte her geçen gün biraz daha gerilim yüklenerek artıyor.

Bir tarafta uzlaşma çağrıları gelirken, diğer “Taraf’tan” da “ne münasebet uzlaşmak hepsinin hemen yargılanmasının yolu açılmalıdır” mealinden karşılıklar verilmektedir.

“Uzlaşmayalım, hesaplaşalım!”

Türkiye’de “uzlaşmanın ve hesaplaşmanın” ne demek olduğunu tam olarak anlamadan kısa yoldan böylesi sloganlar üretmenin kolaycılığının nedenselliklerini sorgulamamız gerekiyor sanırım.

Bu sorgulamaya geçmeden önce darbe girişiminde bulunan ya da bir şekilde yapan askerin sivil yargıda yargılanması gerekliliğine herhangi bir “ama” koşulu eklemeden katıldığımı söylemek istiyorum. Bununla birlikte Türkiye’de darbe dediğimiz aracın artık gücünü yitirdiğini, ona sarılan düşünceye daha fazla zarar verdiğini de biliyorum. Bir muhtıra olarak anlaşılan 27 Nisan 2007 bildirisinin %47’lik bir mutlak iktidara dönüşmesi Türkiye’de biraz sonra eksikliğinden söz edeceğim kamuoyu desteğinin ne kadar etkili olduğunun ispatıdır.

İki şey var.

Birincisi:

Hesap sorabilmenin yolu çok ciddi bir kamuoyu desteği veya sivil toplum örgütlenmesidir. Türkiye’nin en büyük engellerinden biri olduğunun hepimiz farkındayızdır herhalde bu iki şeyin yeteri kadar sağlam olmadığının. Ancak yok diyemeyiz hatta çocukluktan çıkarak ergenliğe geçtiklerini de söyleyebiliriz.

Bununla birlikte Türkiye’de hesap sormanın, hesaplaşmanın örneklerini tarih boyunca hiç görmedik. Bu ülkenin coğrafyasından mıdır nedir, insanlar birbirlerinden hesap sormak yerine uzun süre içinde de olsa anlamak, algılamak, sindirmek anlayışı daha yaygındır.

Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Laik-Laik olmayan ayrışmasının altı neredeyse elli yıldır durmaksızın besleniyor. Hatta birileri bu ayrışmaların “bakın biz bunu yıllardır anlatmaya çalışmıştık” diyecekleri entelektüel keyifle parçalanma ve iç çatışmaya dönmesini beklenmektedir. Ancak bu coğrafyanın sağduyusu buna engel olmaktadır.

Daha hikâyenin başında kendi sırtımıza yığdığımız travmalardan kurtulamamışken…” cümlesiyle belki de kendisinin bir türlü içinden çıkamadığı bu travmayı bütün topluma yansıtmaya ve mal etmeye çalışan Murat Belge “12 Eylül, böyle davranma hakkını, zaten “devlet görevlisi” olanlara tanıdı, “devletlû” olanlara verdi. Diyarbakır hapishanesine git, “vatan için”, akla hayale gelmedik işkence icat et; Kürt köylerine git, insanlara bok yedir! Helâl olsun sana, bu vatanın mert ve vatanperver çocuğu!” cümleleriyle o ayrışmanın hafızasını ısrarla tazelemektedir.

Yok, ısrarla hesaplaşacağız diyorsanız o zaman buyurun, hesaplaşın.

İkincisi:

Bu biraz da birincinin nedenselliğinden üreyerek, hesaplaşmaya harcanacak enerjinin, zaten dönüşüm içinde olan Türkiye için geleceğe dönük düşünsel üstyapı kurumlarının oluşturulması yönünde kullanılmaya yönlendirilmesidir. Hesaplaşmak çok ciddi bir enerji tüketimidir. O enerjiyi taşıyacak kamuoyu desteği yokken, bunun hamallığını yapacak ve kendisini kamuoyu gibi gösterecek aydının asli görevine dönmesidir.

Ancak o aydının kamuoyu ile arasındaki uçurum da tek başına fazlasıyla sorundur. Çünkü bizim aydınımız da donanımsızdır, güçsüzdür. Zaten fikri ufku biraz geniş olsa, içsel enerjisini yine kendisi üretiyor olsa hesaplaşmak yerine “yapılacak daha çok iş var, biz sivil topluma ait kurumların yerleşmesini sağlayalım” diyerek başka bir duruş sergilemeyi seçer.

“Demokrasi bir uzlaşma rejimi değildir. Başka deyişle uzlaşma demokrasinin olmazsa olmaz ilkesi değildir. Olmazsa olmaz ilke, farklılıklara hoşgörü ilkesidir. Farklı düşüncelere, inanışlara, yaşam tarzlarına hoşgörü varsa toplumdaki sorunların çözüm yolları demokratik olabilir.”

Yukarıdaki satırların yazarı eski TKP Genel Sekreteri Haydar Kutlu, Tarafi ismiyle Nabi Yağcı’ya aittir.

Aydınımızın içinde bulunduğu karışıklığın, kavramlara istediği gibi şekil verip, onları işine geldiği gibi kullanıp, kavram kargaşası yaratarak iyice anlaşılmaz kılmanın ispatı gibidir yukarıdaki alıntı.

O ki, 1986 yılında Gorbaçov’dan aldığı ilham, açıklık ve yeniden yapılanma fikriyle komünist partisinin yasallaşmasının yolunu açacak, fikir özgürlüğünün önünde en büyük engel duran meşhur 141, 142 ve 163. maddelerinin kaldırılmasını sağlayacak, toplumsal bir uzlaşmanın programını hayata geçirmemiş miydi? O tarihte komünist partisinin yasallaşması bir uzlaşma ve demokrasinin olmazsa olması iken bugün bir anda uzlaşma kavramı demokrasiden nasıl oluyor da koparılıyor ve onun yerine “hoşgörü” kavramı ikame edilebiliyordu?

Aksine demokrasi bir uzlaşma rejimidir. “Uzlaşma” nesneldir ve öznel olan “hoşgörü” ile desteklenir. Biri olmazsa diğeri olmaz.

Bu bir demokrasi kavgası değil; aksine pastadan daha fazla pay alma, paylaşım sorunudur. Bu nedenle de “hesaplaşma” kelimesi anlam kazanmakta ve “uzlaşma” dışarı atılmaktadır. Zaten benim öteden beri altını çizmeye çalıştığım şey de budur.

Uzay Gökerman

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..