Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Kasım '16

 
Kategori
İnançlar
 

10. İmam Hz. Ali- El Naki (Hadi)

10. İmam Hz. Ali- El Naki (Hadi)
 

10. İMAM Hz. ALİ- EL NAKİ (HADİ)


On iki İmamdan onuncusu. “İmam Ebu’l-Hasan Ali-i Nakî-i Hâdî” (as) hicri 212 yılının Zilhicce’sinin on beşinde[1] 27 Ekim 827 veya 16 Eylül 829 (H.214) Medine bölgesinde “Suryâ” ismindeki yerde dünyaya gelmiştir.[2] 868 (H.254)de Bağdat'ta, Samarra nahiyesinde vefat etti. İmam Hadi lakabıyla da tanınan İmam Ali - El Naki, İmam Muhammed Taki’nin oğludur. Babasının şehit edilmesinden sonra onun vasiyeti ile 10. İmam oldu. Annesinin adı Semmane’dir.[3] İmam Naki de diğer ataları gibi bilge bir İmam ve halk üzerinde ciddi bir etkisi olduğu için, 28 Haziran 868 tarihinde onu kendine bir tehlike gören Abbasi Halifesi Mutazz tarafından zehirlenerek [4] şehit edildi. Kabri Irak / Samara kentindedir.

Nesebi, Ali Hâdî bin Muhammed Cevad bin Ali Rızâ bin Mûsâ Kâzım bin Câfer-i Sâdık bin Muhammed Bâkır bin Ali Zeynelâbidîn bin Hüseyin bin Ali bin Ebî Tâlib'dir. Soy, ahlâk, ilim, takvâ ve şecâat bakımından zamanının en üstünü idi. Yüksek ahlâkı, örnek yaşayışı ile çok sevilip, örnek alındı. Üstünlüğünü ifade için söylenmiş çeşitli lakapları vardır. Bunlar; Hâdî, Mütevekkil, Nâsih, Nakî, Münakkî, Murtazâ, Fakih, Emîn, Tayyîb'dir. En meşhur lakabı Hâdî ve Nakî'dir. Künyesi Ebu'l-Hasan Askerî'dir. Samarra'nın Asker mahallesinde ikâmet ettiğinden Askerî nisbesi verilmiştir.

Onuncu imamın en meşhur lakapları “Takî” ve “Hâdî”dir. İmam’a “Ebu’l Hasa-ı Salis” de denmektedir.[5]  “Ebu’l-Hasan-i Evvel” Yedinci İmam Musa b. Cafer , “Ebu’l-Hsan-i Sânî” Sekizinci İmam Ali b. Musa Rıza’dır. İmam Hâdi, hicrî 220 yılında değerli babasının şehadet şerbetini içmesinden sonra sekiz yaşında imamet makamına oturdu. İmamet süresi 33 senedir. Hicretin 254’ünde 41 yaşında şehadete ulaşmıştır. İmam Hâdi’yi (as) görmüş olanlar diyorlar ki: İmam (as) orta boylarında, kızıla çalan beyaz tenli, iri gözlü, yayvan kaşlı, iç açıcı ve güler yüzlü bir çehreye sahipti.[6]

Hazret-i Ali ile hazret-i Fâtıma'nın evlâdından, Ehl-i Beytten Hazret-i Hüseyin'in torunu olup seyyiddir. Yüksek hâller sahibi olup, devamlı ibadetle meşgul idi. Dünyaya hiç rağbet etmezdi. İmamlığı, tasavvufta rehberliği yani insanları Kur'ân-ı Kerim’in mânevî hükümlerine kavuşturmak, kalplere yerleştirmek, tasavvuf hâllerine ve derecelerine ulaştırma vazifesi otuz üç sene, altı ay, yirmi yedi gündür. Hasan-ı Askerî, Hüseyin ve Cafer adında üç oğlu ve Âişe adında bir kızı vardı. Halife Vâsık ve Mu'tasım zamanlarında Medine-i münevverede ikâmet etti. Kur'ân-ı Kerim, hadis, akâid ve fıkıh dersleri verdi. Halife Mütevekkil zamanında ise Bağdat'a gidip vefatına kadar orada yaşadı.

Mütevekkil’in hükumeti döneminde İmam Hâdî’yi (as) o zalimin emriyle Medine’den o dönemde Abbasilerin hükumet merkezi olan Samerra’ya götürdüler ve İmam (as) hayatının sonuna kadar orada kaldı.[7]İmam Hâdî’nin (as) çocukları, on birinci İmam Hasan Askerî (as) , “Hüseyin”, “Muhammed”, “Cafer” ve “Aliyye” isminde bir kızdır.[8]

İmam Hâdi’nin  hayatı Abbasî halifelerinden yedisinin hükumetine tesadüf ediyor; İmamet makamına ulaşmadan önce “Me’mun”, Me’mun’un kardeşi “Mu’tesim” ve imamet makamına ulaştıktan sonra ise “Mu’tasım”in hükumeti devam etmiş sonra Mu’tasım’in oğlu “Vasık”, Vasık’ın kardeşi “Mutevekkil”, Mutevekkil’in oğlu “Muntasır”, Muntasır’ın amcası oğlu “Mustain” ve Mutevekkil’in diğer oğlu “Mu’izz”in döneminde yaşamış, Mu’tezz’in döneminde ise şehadete ulaşmıştır.[9]

Resulullah’ın ve Ehlibeyt’inin zalim ve gaasıp halifelerle muhalefeti İslam tarihinin iftihar dolu kanlı sayfalarındandır. Değerli imamlarımız zalimlerle uzlaşmayıp adaletin hâkimiyetini isteyip adaleti savunmaları nedeniyle sürekli zalim yöneticileri ve onların zorba amillerini öfkelendiriyorlardı; 12 İmamların insanları hidayet etme, hakkı ihya etme, mazlumu savunma, zulüm ve fesatla mücadele etmek yolunca hiçbir fırsatı kaçırmayacaklarını bilen gaasıp halifeler kendilerini bu hidayet, irşat ve direniş silsilesi karşısında sürekli tehlikede görüyorlardı.

Komplo ve düzenle Emevî zalimlerinin yerini alan ve İslam hilafeti adına saltanat süren Abbasî halifeleri gaasıp geçmişleri gibi Resulullah’ın Ehlibeytini ezmek ve lekelemek konusunda ellerinden gelen hiçbir şeyi artlarına koymuyor, ne pahasına olursa olsun Müslümanların gerçek önderlerinin çehresini ters yüz göstermek, insanlara yanlış tanıtmak, çeşitli desiselerle o yüce insanları öderlik makamından uzak tutmak ve halkın onlara ilgisini yok etmek istiyorlardı.

Abbasî halifesi Me’mun’un bu hedefe ulaşmak için hileleri, kendini meşru göstermek, önderlik makamını ele geçirmek ve imamet güneşini gizlemek için düzenlediği komploları imam ve halifelerin tarihlerini bilenlere gizli değildir; biz sekizinci ve dokuzuncu imamların hayatlarında bunun bazı bölümlerine değinmiştik.

Nübüvvet ve imamet ailesi hakkındaki bu komplo ve planları Me’mun’dan sonra Mu’tasım-i Abbasî sürdürdü; bu nedenle İmam’ı gözaltında bulundurup kontrol etmek ve sonunda da öldürmek amacıyla Medine’den Samerra’ya getirtti. Ve yine bazı Aleviler’i -Abbasîlerin resmi elbisesi olan- siyah elbise giymedikleri bahanesiyle zindana attı ve zindanda öldü veya öldürüldüler.[10]

Mu’tasım hicretin 227’sinde Samerra’da ölünce[11] yerine oğlu Vasık geçti; o da babası Mu’tasım ve amcası Me’mun’un düşüncelerini sürdürdü. Vasık da İslam adına(!!!) hilafet süren diğerleri gibi ayyaş ve sarhoş biriydi; bu işte aşırı giderek daha fazla lezzet almak için özel ilaçlar bile alıyordu; nihayet aldığı o ilaçlar hicretin 232’sinde Samerra’da ölümüne neden oldu.[12] Vasık’ın Aleviler’e karşı davranışı sert değildi. Bu nedenle onun zamanında Aleviler ve Ebutaliboğulları onun zamanında Samerra’da toplandılar ve nisbî bir rahatlı yüzü gördüler. Fakat Mütevekkil’in döneminde dağıldılar.[13]

Vasık’tan sonra Abbasilerin en çirkin ve en cani çehrelerinden olan kardeşi Mütevekkil hilafete geçti. İmam Hâdî’nin  diğer Mütevekkil’le Abbasî halifelerinden daha çok aynı asırda yaşamıştır; İmam onunla dört küsür yıl aynı asırda yaşamıştır.

Abbasi Halifelerinden bilhassa Mütevekkil büyük bir Ehli Beyt düşmanıydı. Her fırsatta ve bazen de İmam Naki’nin yanında Ehli Beyit’e hakaret etmekten, Hz. Ali’ye küfür etmekten çekinmez ve bunda ısrarlı olurdu. Amacı İmamların halk üzerindeki saygınlığını azaltmak ve onlara gücünü göstererek sindirmekti. Hz. Ali’ye hakaret etmek için devlet toplantı ve eğlencelerinde Hz. Ali’yi alaya aldırır, taklitçileri aracılığı ile ona hakaret ettirir, kendisi de eğlenerek ve kahkaha atarak eşlik ederdi.

Bu süre İmam ve izleyicilerinin en hayatının en zor dönemi sayılmaktadır; çünkü Mütevekkil Abbasi halifelerinin en kâfiri, en kötüsü ve en reziliydi. Müminlerin Emiri Hz. Ali, ailesi ve izleyicilerine karşı büyük bir kin besliyordu; onun hükumeti döneminde Alevilerden bir grup zehirlenmiş, öldürülmüş veya avare edilmiştir.[14]

Mütevekkil uydurma rüyalar naklederek halkı, kendi zamanında ölmüş olan “Muhammed b. İdris-i Şafii’yi izlemeye teşvik ediyor[15] ve böylece onların Ehlibeyt İmam’larına yönelmelerini engellemek istiyordu. Hicretin 236. yılında Şehitler Efendisi İmam Hüseyin’in mezarını ve onun etrafındaki yapıları yerler bir etmelerini, yerinde ekin ekmelerini ve halkın hazretin mezarını ziyaret etmesini engellemelerini emretti.[16]

Mütevekkil, İmam Hüseyin’in türbesinin kendine karşı bir üs haline gelmesinden, insanların hazretin şehadet ve mücadelesinden ilham alıp hilafet sarayının zulümlerine karşı kıyam etmelerinden endişeleniyordu. Fakat Şehitler Efendisinin sevenleri hiçbir şartta hazretin türbesini ziyaret etmekten çekinmediler; hatta Mütevekkil’in, on yedi defa Hz. Hüseyin’in  mezarını yıktığı, ziyaretçilerini tehdit ettiği ve türbenin etrafına iki gözetleme kulesi bıraktığı, fakat bütün bu cinayetlere rağmen yine de halkı Şehitler efendisi İmam Hüseyin’i  ziyaret etmekten alıkoyamadığı rivayet edilmiştir; ziyaretçiler çeşitli zarar ve işkencelere rağmen yine gidip hazretin türbesini ziyaret ediyorlardı.[17]

Onun emri ile Hicri 237 yılında (Miladi muhtemelen 856 yılında) Kerbela'da Hz. Hüseyin'in türbesinin kubbesi ve etrafta yapılan birçok evleri yıkılarak yerle bir edildi. Hz. Hüseyin’in türbesine su bağlayarak türbeyi su altında bıraktırdı. Hz. Hüseyin’in Kerbela’da susuz şehit edilmesi alaya alınarak ‚’’İşte istediği suyu bağladık’’ biçiminde, Emevi icraatları onaylanmış oldu. Daha sonra Türbenin tüm izlerinin yok edilmesi için oranın tarım alanına çevrilmesi, arazinin sürülüp, oradaki tüm eserleri yok etmek için, ziraat yapılmasına emir verdi[18].

Daha sonra sırayla Halife olan Muntasır, Mustain ve Mu'tazz’da Ehli Beyit’e aynı zulümleri devam ettirdiler. Ehli Beyit dostlarının onlar ile bağı kestirilerek Ehli Beyt son derece perişan ve yoksul duruma sürüklettirildi. İmam Taki, Halife Mütevekkil'in ve diğer Halifelerin bu tür işkence ve eziyetlerine katlandı. Daha sonra Halife olan Mu'tazz tarafından zehirlenerek şehit edildi.

Bir gün Mütevekkil, İmam Ali Naki’yi küçük düşürmek için emir verip sarayına çağırdı. Sarayda zevk alemine dalmış olan Mütevekkil, İmam Naki’ye içki ikram etti. İmam bunu kabul etmedi. Son derece zalim olan Halife Mütevekkil’in emirlerini o güne değin kimse red etmemişti. Halife bunun üzerine hiddetlenerek ’’şiir oku’’ dedi. İmam Naki şiirde yetersiz olduğunu belirtti. Halife bağırarak okumasını emretti. Bunun üzerine İmam Naki tarihe geçen şu anlamda bir şiiri okudu.

“İnsanlar korunmak için dağ tepelerine tırmandılar

Yiğit kişilerdi ama o tepeler sağlamadı onlara yenildiler

Yüceldiler sonra düşürüldüler çukurlara yerleştiler

Ne de kötü yerlerdi onların yerleştikleri yerler

Gömülüp gittiler sonra da bir feryat eden bağırdı artlarından

Nerede bilezikler, nerede taht-taç, nerede süsler-püsler?

Hani vaktiyle nazlarla, nimetlerle perdelenirdi o yüzler

Mezar, bu soruya açık seçik cevap veriyor ve diyor ki;

Şimdi o yüzlerde kurtlar oynaşmada

Kurtlara yem olmuş o yüzler

Nice zaman yediler, içtiler, geçindiler

Şimdi ise dünya onları yer içer

Nice zaman evlerde barındılar, oturup mutlandılar

Şimdi ise evlerden de ayrıldılar, ehilden ayalden de geçip gittiler

Bunca zaman hazineler yığdılar, mallar biriktirdiler

Derken mallarını mülklerini düşmanlarına dağıttılar, bittiler.

Evleri bomboş, içindekilerse mezarlarında yatıyorlar

Göçtüler göçtüler.”

Şiir okununca orada bulunanların bir kısmı şiirden etkilenip ağladılar.

Mütevekkil’in öldürülmesinden sonra Şiiler Alevilerin yardımıyla İmam Hüseyin aleyhisselam ‘ın mezarını yeniden yaptılar.[19] Mütevekkil’in, İmam Hüseyin’in mezarını yıktırması Müslümanları öfkelendirdi; Bağdat halkı duvarlara ve mescidlere mütevekkil’e karşı sloganlar yazıyor ve şiirlerde onu kınıyorlardı. Aşağıdaki şiir bunun bir örneğidir:

Vallahi Ümeyye oğulları öldürdülerse

Zulümle peygamberlerinin kızının oğlunu

Şimdi onun soyundan olan kişiler

(Abdulmuttalib oğullarından olan ve Haşimoğullarından sayılan Abbasîler)

Ümeyyeoğullarının cinayeti gibi bir cinayet işlediler;

İşte bu Hüseyn’in kabridir yıkılmış

Sanki Abbasoğulları üzgünler

Hüseyn’in katline ortak olmadıklarına

Şimdi Hüseyin’in kabrini yıkara

İzliyorlar Ümeyyeoğullarını çekinmeden[20]

Evet, dönemin tebliğ araçları ellerinde olmayan, minber, mescid, topluluk ve hutbeleri Abbasî hükumetinin yalakçılarının elinde gören halk itiraz ve öfkelerini böyle dile getiriyorlardı. Meşhur ve kendilerini sorumlu göre şairler de kendi yeteneklerini kullanarak Mütevekkil’e karşı etkili şiirler okuyarak halkı Abbasilerin cinayetlerinden haberdar ediyorlardı; Mütevekkil de kendine karşı yükselen itiraz ve muhalefet seslerini susturmak için elinden gelen hiçbir cinayeti esirgemiyor, kendisiyle uzlaşıp işbirliği yapmayan ulema, şairler ve diğer kesimleri acımasızca eziyor ve çok çirkin bir şekilde öldürüyordu.

Arap edebiyatında imam ve önder olarak tanınan Şia’nın meşhur edebiyatçısı ve şairi “İbn-i Sikkit” Mütevekkil’in çocuklarının öğretmeniydi. Bir gün Mütevekkil, iki çocuğu “Mu’tezz” ve “Muayyid”e işaret ederek İbn-i Sikkit’e, “Senin yanında bu ikisi mi daha sevimlidir yoksa Hasan ve Hüseyin mi?” diye sordu.

İbn-i Sikkit hemen şu cevabı yapıştırdı: “Emirulmüminin Ali’nin kölesi Kanber senden ve iki oğlundan daha üstündür!”

Bu cevap üzerine Mütevekkil yaralı bir ayı gibi İbn-i Sikkit’in dilini başının arkasından dışarı çıkarmalarını emretti. Böylece o şecaat ve şeref öreneği 58 yaşında şehadet mertebesine ulaştı.[21]Mütevekkil Müslümanların beytülmalını zayi etme, har vurup harman savurma konusunda da diğer halifeler gibi pek cömert davranıyordu. Tarihte onun çeşitli saraylar yaptırdığı ve sadece günümüzde Samerra şehrinde hala eserleri kalan “Mütevekkil Kulesi” için bir milyon yedi yüz bin dinara harcamıştır!…[22] Mütekevvil böyle israflar yaparken Aleviler ve Resulullah’ın  Ehlibeyti öyle sıkıntı çekiyorlardı ki, Medine’de bir grup Alevi kadının namaz kılabilecekleri doğru dürüst bir elbisesi bile yoktu; sadece bir tek eski ve yıpranmış bir elbiseleri vardı; onu da namaz kılarken sırayla kullanıyor, yün eğirerek geçimlerini sağlıyorlardı. Mütevekkil ölünceye kadar onlar böyle içler acısı durum içerisindeydiler.[23]

Mütevekkil’in Emirul Müminin Ali’ye (as) karşı kin ve düşmanlığı onu inanılmaz bir alçaklık ve rezalete çekmişti; Mütevekkil Ehlibeyt düşmanları ve nasibilerle düşüp kalıyordu; kirli kalbini teskin etmek için bir palyaçoya karşısında çirkin ve utanç verici hareketler yaparak Emirul Müminin Ali (as) ile alay etmesini emretmişti; Mütevekkil de onu hareket ve edalarını seyrederek şarap içiyor, sarhoş haliyle kahkahalar atıyordu![24]

Mütevekkil’den böle hareketleri görmek hiç de şaşırtıcı değil; asıl şaşırtıcı ve acı olanı, böyle çirkin ve rezil maymunları Resulullah’ın halifesi, İslam’ın ulu’l emir ve Müslüman’ların hakimi sanarak gerçek İslam ve Resulullah’ın tertemiz Ehlibeyt’ine sırt çevirip böyle halifelere uyanlardın durumudur! Maalesef ki insan bu kadar sapabiliyor!

Evet, Mütevekkil’de sadizim cinayeti öyle bir hadde varmıştı ki kendisi bile bazen bunu itiraf ediyordu! Veziri “Feth b. Hâkân” bir gün onu düşünceli görünce dalkavuklukla, “…Neden düşüncelisin? Vallahi yeryüzünde hiç kimse senden daha güzel ve daha iyi bir yaşama sahip değildir” diyor.

Mütevekkil, “…Geniş evi, iyi eşi, bol geliri ve malı-mülkü olan, eziyet edebilmemiz için bizi tanımayan ve tahkir edebilmemiz için bizemuhtaç olmayan kimsenin yaşamı benden daha iyidir!!”[25]

Mütevekkil’in Resulullah (s.a.a)’in Ehlibeyt’ine karşı eziyet ve baskıları öyle bir hadde ardı ki Ehlibeyt İmamları aleyhimusselam ‘ı sevmek ve izlemek suçuyla halka işkence veriyor, cezalandırıyordu, işte bu nedenle Ehlibeyt aleyhinusselam ‘ın işi çok zorlaşmıştı. “mütevekkil, Ömer b. Ferah-ı Rahci’yi Mekke ve Medine valisi yaptı. O, halkı Ebutalib oğullarına bağış ve ihsan etmekten alıkoyuyor ve bu işi sıkı bir şekilde denetliyordu; bunun üzerine halk da can korkusundan Alevileri savunma ve gözetlemekten vazgeçtiler; böylece Ali oğulları zor günler yaşadılar…”[26]

İmam Ali Naki (Hâdî)’yi  Samerra’ya Davet

Açıktır ki zalim halifeler Ehlibeyt İmamların (as) toplumda etki bırakmasından ve halkın o yüce zatlara yönelmesinden endişelendikleri için onları kendi hallerine bırakmaları imkansızdı. Mütevekkil’in bütün geçmişlerini saran bu korku dışında onun Ali oğullarına karşı duyduğu kin ve nefret de muhalefet ve baskılarını artırıyordu; işte bu nedenle İmam Hâdî’yi Medine’den getirip hazreti yakından göz altında bulundurmaya karar verdi.

Mütevekkil hicretin 243. yılında İmam’ı saygılı bir şekilde Medine’den Samerra’ya sürgün edip kendisinin askerî karargahının yanında bir eve yerleştirdi. İmam Hâdî hayatının sonuna kadar, yani hicretin 254. yılına kadar o mahallede kaldı. Mütevekkil sürekli İmam’ı (as) sıkı bir şekilde göz altında bulundurdu. Ondan sonraki halifeler de hazreti şehid oluncaya kadar öylece göz altında bulundurdular[27].

İmam Hâdî aleyhisselam ‘ın sürgüne gönderilme olayı şöyledir: Mütevekkil’in döneminde Medine’de askeri işleri üstlenen ve halka namaz kıldıran “Abdullah b. Muhammed” adından bir adam İmam’a eziyet ediyor, Mütevekkil’in yanında hazretin aleyhinde konuşuyordu. İmam Hâdî (bundan haberdar olunca Mütevekkil’e bir mektup yazarak “Abdullah b. Muhammed”in yalan ve düşmanlığını hatırlattı ona. Bunun üzerine Mütevekkil İmam Hâdî’nin (as) mektubuna cevap yazıp onu saygıyla Samerra’ya davet etmelerini emretti. Mütevekkil’in İmam ‘a (as) yazdığı mektup şöyledir:

“Bismillahirrahmanirrahim. Ama sonra; Gerçekten de emir sizin makamınızı bilip akrabalığınızı gözetmekte ve hakkını eda etmeyi gerekli görmektedir…. Emir, Abdullah b. Muhammed’i sizin hakkınızdaki cehaleti, saygısızlığı ve sizi suçlamasından dolayı Medine’deki makamından azletmiştir; Emir, sizin bu suçlamalardan münezzeh olup, söz ve davranışlarınızda iyi niyetli olduğunuzu, ve kendinizi suçlanma konuları için hazırlamadığınızı biliyor. Abdullah b. Muhammed’in yerine Muhammed b. Fazl’ı atamış ve ona size karşı saygı gösterip ikramda bulunmasını, emir ve görüşlerinize itaat etmesini emretmiştir; ancak Emir dört gözle sizi bekliyor ve sizinle ahdini yenilemek istiyor. O halde eğer siz de onunla görüşmeyi ve yanında kalmayı istiyorsanız aileniz, dostlarınız ve hizmetçilerinizden istediğinizi seçip uygun bir zamanda bize geliniz.

Yolculuk zamanı, yol arasında konaklayacağınız yerler ve güzergahı seçmek hepsi sizin üzerinizedir; eğer isterseniz Emirin arkadaşı ordusuyla birlikte nasıl uygun görürseniz sizinle birlikte hareket etsin; ona, size itaat etmesini emrettik; o halde Emirle görüşünceye kadar Allah’tan hayır talebinde bulun; onun yanında kardeşleri, çocukları, ailesi ve akrabalarından hiç biri sizden daha aziz değildir. Vesselam.”

Şüphesiz İmam Hâdî Mütevekkil’in kötü niyetinden haberdardı; fakat Samerra’ya gitmekten başka çaresi yoktu. Çünkü Mütevekkil’in davetini reddetmek, söz dolandıranlar için bir belge olur, Mütevekkil’i daha fazla tahrik eder ve ona uygun bir bahane verirdi; İmam’ın (as) Mütevekkil’in uğursuz niyetini bildiği ve bu yolculuğa mecbur kaldığı için çıktığının delili, daha sonra Samerra’da, “Beni Medine’den zorla Samerra’ya getirdiler” şeklindeki buyruğudur.[28]

Herhalukârda, İmam  mektubu aldıktan sonra Samerra’ya doğru hareket etti; bu yolculukta Yahya b. Herseme de o hazretle birlikteydi. Samerra’ya ulaştıklarında Mütevekkil, İmam’ın  aynı gün şehre girmesine izin vermedi; onu dilencilerle sefillerin bulunduğu “Hanussaalik” adındaki uygun olmayan yerde tutmalarını emretti. İmam  o gün orada kaldı; Mütevekkil daha sonra hazreti için başka bir ev hazırlayarak oraya yerleştirdi. Görünüşte İmam’a saygı gösterirken gizlice hazreti taz’if etmeye ve kötülemeye çalışıyor, fakat buna gücü yetmiyordu.[29]

“Salah b. Said” şöyle diyor: İmam Hâdî “Nahussaalik”e geldiği gün huzuruna giderek, “Fedanız olayım; bu zalimler her şeyde sizin nurunuzu söndürmek ve hakkınızda kusur etmek istiyorlar; nihayet sizi sefil kişilerin kaldığı bu kervansaraya indirdiler” dedim.

Bunun üzerine İmam parmağıyla bir noktaya işaret ederek, “Ey Said! Şuraya bak” buyurdu!

Ben İmam’ın  işaret ettiği noktaya bakınca orada meyve dolu, içinden ırmaklar akan, el sürülmemiş tertemiz inciler gibi huriler ve hizmetçiler bulunan süslenmiş bağlan gördüm. Ben bu manzaraya çok şaşırdım.

Bunun üzerine İmam aleyhisselam , “Biz nerede olursak bunlar bizim içindir; ey Said’in oğlu! Biz Hansaalik’de değiliz” buyurdu.[30]

İmam Hâdî Samerra’daki ikameti döneminde çok ıstıraplar çekti; özellikle Mütevekkil tarafından sürekli tehdit ve eziyetlere maruz oluyordu; İmam bu dönemde sürekli tehlikeyle karşı karşıyaydı. Aşağıda değineceğimiz örnekler İmam Hâdî’nin Samerra’daki durumunun ciddiyetini, hazretin zalim tağutlar karşısında istikamet, direnç ve büyük tahammülünü gösteriyor:

“Kakar b. Ebi Delf” şöyle diyor: İmam Hâdî’yi Samerra’ya getirdiklerinde durumunu sormak için yanına gittim. Mütevekkil’in kapıcısı “Zerrafî” görünce içeri girmemi emretti. Sonra, “Niçin geldin buraya?” diye sordu.

Ben, “Hayır bir iş için…” dedim.

Bana, “Otur” demesi üzerine oturdum; fakat korktum. İçimden, “(İmam’ı ziyaretine gelmek ve böyle tehlikeli bir işe girişmekle) hata ettim” dedim.

Zerrafi etrafındaki insanları uzaklaştırdı. Yalnız kalınca, “Ne işin var; neden geldin buraya?” dedi.

Ben, “Hayır bir iş için geldim” dedim.

Zerrafi, “Galiba efendinin durumunu sormak için geldin” dedi.

Ben, “Benim efendim kimdir ki? Benim efendim halifedir!” dedim.

Zerrafi, “Kes sesini” dedi, “Senin efendin hak üzeredir; korkma; ben de seninle aynı inançtayım ve onu imam bilmekteyim.”

Bunun üzerine Allah’a şükrettim; Zerrafi daha sonra, “Onun yanına gitmek istiyor musun?” dedi.

Ben, “Evet” dedim.

Zerrafi, “O halde postacının dışarı çıkması için biraz bekle” dedi. Adam dışarı çıkınca kölesine, “Bunu, o Alevinin hapsedildiği hücreye götür; onun yanına bırakarak geri dön” dedi.

İmam aleyhisselam ‘ın huzuruna girince, hazretin bir hasırın üzerinde oturduğunu ve önünde bir mezar kazılmış olduğunu gördüm. Selam verdim, İmam, “Otur” buyurdu. Oturduktan sonra, “Niçin geldin?” diye sordu.

Ben, “Hal-hatırınızı sormak için geldim” dedim.

Sonra kazılmış olan o mezara bakarak ağladım. İmam aleyhisselam , “Ağlama; şimdi bana hiçbir zarar ulaşmayacaktır” buyurdu.

Ben Allah’a şükrettim (Sonra bir hadisin anlamını sordum; İmam aleyhisselam sorumu cevapladı ve daha sonra) şöyle buyurdu: “Beni bırakıp dışarı çık; seni emniyette görmüyordum; sana bir zarar gelmesinden endişeleniyorum.”[31]

Ehlisünnet’in ileri gelen alimlerinden “İbn-i Cevzî” şöyle yazıyor:

Bir defasında Mütevekkil’in yanından, “İmam’ın evinde Kum’daki Şiilerinden gelen silah, yazılar ve diğer şeyler var ve sizin hükumetinize karşı saldırmaya hazırlanıyorlar” diye İmam Hâdî’yi çekiştirdiler. Mütevekkil bir grubu hazretin evine gönderdi. Onlar geceleyin İmam’ın evine saldırdılar. Fakat bir şey bulamadılar; o sırada İmam’ı yalnız başına bir odaya çekilip, kapıyı kendi üzerine kapadığı bir halde buldular; üzerinde yünden bir elbise vardı; ince kumlar üzerinde oturmuş Allah’a ibadet edip Kur’an okuyordu.

İmam’ı (as) o haliyle Mütevekkil’in yanına götürüp, “Evinde bir şey bulamadık; kıbleye doğru oturup Kur’an okuduğu halde gördük onu” dediler.

Mütevekkil İmam aleyhisselam ‘ı görünce hazretin azamet ve heybeti karşısında elinde olmaksızın hazrete saygı göster yanında oturttu, sonra elindeki şarap kadehini hazrete sundu. İmam  yemin ederek, “Benim etim kanım böyle bir şeye karışmamıştır; beni muaf gör” diye buyurması üzerine

Mütevekkil bundan vazgeçip, “O halde bir şiir oku!” dedi.

İmam (as) , “Ezberimde az şiir var” buyurduysa da, Mütevekkil, “İlla da okuyacaksın” diye ısrar edince hazret şu şiirleri okudu:

“İnsanlar korunmak için dağ tepelerine tırmandılar;

Yiğit kişilerdi, ama o tepeler fayda etmedi onlara, yenildiler.

Yüceldiler, sonra düşürüldüler; çukurlara (mezarlara) yerleştiler;

Ne de kötü yerlerdi onlara, yerleştikleri yerler (mezarlar).

Gömülüp gittiler; sonra da bir feryat eden, artlarından bağırdı;

Nerede bilezikler, nerede taht-taç, nerede süsler-püsler?

Ne oldu o naz-u naimle beslenen, bezenen yüzler.

Hani vaktiyle nazlarla, nimetlerle perdelenirdi o yüzler?

Kabir bu soruya açık-seçik cevap veriyor da diyor ki:

Şimdi yüzlerde kurtlar oynaşmada, kurtlara yem olmuş o yüzler…”

İmam Hâdî’nin bu buyrukları öyle bir tesir etti ki Mütevekkil’in üzerinde kendini tutamayıp ağladı, göz yaşlarından sakalı sırılsıklam olmuştu; mecliste olan diğerleri de ağladılar. Mütevekkil şarap sofrasını toplamalarını emretti. Sonra İmam’a dört bin dirhem sunarak saygıyla evine döndürdü.[32][30]

İmam’ın evine diğer bir saldırı:

Mütevekkil bir hastalığa tutulmuştu; bu hastalıktan kurtulmak için hazretten yardım istemiş, hazretin de yardımı etkili onunca onun için beş yüz dinar gönderdi; Mütevekkil’in annesi de oğlunun iyileşmesi için bir keseye on bin dinar bırakıp ağzını mumlayıp mühürleyerek İmam’a gönderdi.

Bu olaydan bir süre sonra “Behtaî” adında bir adam Mütevekkil’in yanına giderek İmam Hâdî mal, silah ve adam hazırlamış, size karşı kıyam etmek istiyor diye hazreti çekiştirdi.

Bunun üzerine Mütevekkil, “Said-i Hacib”e piyade ordusundan bir grup savaşçıyla ansızın İmam’ın evine baskın yaparak bulduğu mal ve silahları zaptedip kendisine getirmesini emretti.

Said diyor ki: Geceleyin insanlar uykudayken bir grup savaşçıyla yanımıza merdiven alıp İmam’ın evine gittik. Evinin üzerine çıkıp kapıyı açtık. Mum, lamba ve meşale yakarak içeri daldık. Evin her tarafını, bütün köşe-bucağını aradık. Fakat evde biri mumlanıp mühürlenmiş büyük ve (dinarla) dolu, diğeri ise içinde az bir miktar (dinar) iki kese para ve eski bir kılıfta duvara asılmış olan bir kılıçtan başka bir şey bulamadık. İmam bir hasırın üzerinde durmuş namaz kılıyordu; sırtında yün bir cüppe, başında da bir tekke vardı; bizim saldırımızı umursamadı bile; iki kese (parayı) ve kılıcı alarak

Mütevekkil’in yanına götürüp, “İmamın evinde mal ve silah olarak ancak bunları bulduk” dedik ve olayı kendisine anlattık.

Mütevekkil (dinarla) dolu kesenin üzeride annesinin mührünü görünce annesini çağırıp durumu sordu. Annesi, sen hastayken, Allah  sana şifa olursa kendi malımdan Ebu’l-Hasan’a (İmam Hâdî aleyhisselam ‘a) on bin dinar adadım. Parayı bu keseye bırakıp ona gönderdim. Bu mühür ve mum bana aittir” dedi.

Mütevekkil daha önce verdiği beş yüz dinara beş yüzünü daha ekleyerek Said b. Hacib’e, “İki keseyle kılıcı imama geri götürerek bizim tarafımızdan kendisinden özür dile” dedi.

Sadi diyor ki: “Ben onları geri götürerek, Emir sizden özür diliyor; daha önce vermiş olduğu beş yüz dinara beş yüzünü daha ekleyerek size gönderdi. Beni de affetmenizi istirham ediyorum. Ben memurum; Emirin emrine itaatsizlik etme gücüne sahip değilim, dedim.”

Bunun üzerine İmam şöyle buyurdu: “…Yakında zalimler nereye döneceklerini anlayacaklar.”[33]

Sonunda Mütevekkil’in rezil hükumeti son buldu ve oğlu “Muntasır”ın tahrikiyle ordusundan bir grup Türk onu veziri Feth b. Hakan’la birlikte şarap içip ayyaşlık yaparken öldürüp [34]dünyayı onun alçak vücudundan temizlediler.

Muntasır, Mütevekkil’in öldürüldüğü günün gecesi hilafete geçti ve babasının bazı saraylarını yıkmalarını emretti.[35] O, Alevilere eziyet etmiyor, onlara yumuşaklık davranıyor, şefkat gösteriyordu. İmam Hüseyin’in mezarını ziyaret etmelerine izin veriyor, onlar iyilik ve ihsanda bulunuyordu.[36]Yine, “Fedek”i İmam Hasan ve İmam Hüseyin’in evlatlarına döndürmelerini, Ebutalib oğulları’na ait olan vakıfları onlara bırakmalarını emretti.[37]Muntasır’ın hilafet dönemi altı ay kadar kısa sürmüş, hicri 248 yılında vefat etmiştir.[38]

Ondan sonra amcası oğlu ve Mu’tasım’ın torunu “Mustain” hilafete geçmiş, o da kendinden önceki halifelerin yolunu takip etmiştir; onun hilafeti döneminde bir grup Alevi kıyam etmiş ve öldürülmüştür.

Mustain ordusundaki Türk askerlerinin ayaklanması karşısında direnemedi ve isyancılar “Mu’tazz”ı zindandan çıkararak ona biat ettiler. Mu’tazz’ın işleri büyüyünce Mustain onunla barışmaya razı oldu. Mu’tezz ise görünüşte onunla barışıp onu Samerra’ya davet ettikten sonra yolda onu öldürmelerini emretti.[39] Mustain bazı akrabaları ve Türk kumandanlarını beytülmalı har vurup harman savurma hususunda serbest bırakmıştı;[40]yine Ehlibeyt İmamlarına karşı çok kötü davranıyordu ve bazı rivayetlere göre İmam Hasan Askerî’nin bedduasına uğrayarak helak olmuştur.[41]

Mustain’den sonra, Mütevekkil’in oğlu ve Muntasır’ın kardeşi “Mu’taz” hilafete geçti. Onun da Alevilere karşı davranışı çok kötüydü. Onun hilafeti döneminde Alevilerden bir grup kılıçla veya zehirlenerek öldürüldü. İmam Hâdî aleyhisselam da onun döneminde şehid oldu.

Mu’tazz sonunda Türk kumandanları ve diğerlerinin isyanıyla karşılaştı ve isyancılar onu kenara bırakıp iyice bir dövdükten sonra bir bodruma atıp kapısını üzerine kapadılar ve orada can verdi.[42]

İmam Hâdî’nin (as) Sınırlılığı ve Şehadeti

Her araştırmacı İmam Hâdî’nin hayatına bir göz atacak olursa o hazretin hayatı boyunca acı verici bir kısıtlanma ve bağnazlıkla karşı karşıya olduğunu görür. Elbette bu durum o hazretin dönemine has değildi; Emevi ve Abbasilerin bütün dönemlerinde -çok sınırlı dönemler dışında- durum böyleydi; gasıp halifeler, toplum ve toplumun çıkarlarını görmezden geliyorlar ve halkı kendi hedeflerine ulaşmak için bir vesile olarak görüyorlardı.

Zalim halifelerin hükumeti döneminde öyle bir korku ve dehşet hakimdi ki halk zorba yöneticilere karşı kıyam ederek masum Ehlibeyt İmamlarının önderliğinden yaralanıp gerçek İslam hükumetini kurma cüretini gösteremiyordu; işte bu nedenle ümmetle imamın ilişkisi çok sınırlıydı; daha önce değindiğimizi gibi dönemin yönetimi İmam Hâdî’yi zor ve güç kullanarak Medine’den o günün hilafet merkezi olan Samerra’ya getirip sıkı bir şekilde göz altında tuttu; fakat buna rağmen İmam Hâdî bütün ıstırap ve kısıtlamalara göğüs gerip hiçbir zaman zalimlerle en küçük bir anlaşmaya razı olmadı.

Açıktır ki İmam’ın ilahî şahsiyeti, toplumsal konumu ve yine menfi mücadelesi ve halifelerle işbirliği yapmaması alim yöneticiler için endişelendirici ve korkutucuydu. Abbasiler bundan sürekli rahatsızlık duyuyorlardı ve sonunda tek çareyi Allah’ın nurunu söndürmek ve o hazreti öldürmek olarak gördüler.

Böylece, İmam Hâdî (as) da değerli babaları gibi kendi eceliyle ölmedi; Abbasi halifesi Mu’tezz’in hilafeti döneminde[43] hicretin 254. yılında, Receb ayının üçüncü günü zehirlenerek öldürüldü ve Samerra’da, kendi evinde toprağa verildi.[44]

Mu’tezz ve etrafındakiler İmam’ın cenaze merasimine katılarak kendilerini hazretin dostları ve onu sevenlerden göstermek, insanları aldatarak cinayetlerini örtmek istiyorlardı. Ancak bizi Şiiler masum imamın cenazesine ancak masum bir imam namaz kılabilir. İşte bu nedenle İmam Hâdî’nin cenazesini dışarı çıkarmadan önce değerli oğlu İmam Hasan Askerî  şehid olan babası için cenaze namazı kıldı[45] ve cenaze dışarı çıkarıldıktan sonra da Mu’tezz, “Ebu Ahmed” caddesinde İmam’ın cenazesine namaz kıldırması için kardeşi Ahmed b. Mütevekkil’i gönderdi. İmam Hâdî’nin cenaze törenine kalabalık bir halk kesimi katıldı.

Kalabalık arttıkça arttı; ağlama ve feryat sesleri yükseldikçe yükseldi. Törenden sonra cenazeyi hazretin evine döndürüp orada toprağa verdiler.[46] “Allah’ın salat ve selamı ona ve tertemiz babalarının üzerine olsun.”

 

 

 

1) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.61, 1011

2) Târih-i Bağdâd; c.12, s.56

3) Nûr-ül-Ebsâr; s.164

4) El-A'lâm; c.4, s.323

5) Kâmûs-ül-A'lâm; c.4, s.2199

6) Vefeyât-ül-A'yân; c.1, s.322

7) Şezerât-üz-Zeheb; c.2, s.128

8) Sefînet-ül-Evliyâ (Fârisî); s.29

9) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.3, s.97

 



[1] A’lamu’l – Verâ, s. 355, İrşad-i Mufid, s. 301.

[2] Age.

[3] Age.

[4] Usul-u Kafi, c.1, S 497-502. İrşad-ı Müfid, s.307. Delail-ul İmame, s.216-222. Fusul-ul Mühimme, s.256-265. Tezkiret-ul Havas, s.362. Menakıb-ı İbn-i Şehraşub, c.4, s.401-420.

[5] A’lamu’l – Verâ, s. 355.

[6] Muntaha’l – A’mal, s. 243.

[7] Age.

[8] A’lamu’l – Verâ, s. 366.

[9]  A’lamu’l – Verâ, s. 355; İrşad-i Şeyh Mufid, s. 307; Tetimmetu’l – Muntehî, s. 218 – 251.

[10] Mekatilu’t – Talibiyyin, s. 589.

[11] el-Muhtasar-u bi Ahbari’l – Beşer, c. 1, s. 34.

[12] Tetimmetu’l – Muntehi, s. 229 – 231.

[13] Mekatilu’t – Talibiyyin, s. 593.

[14]  Mekatilu’t – Talibiyyin, s. 597.

[15]Tarih-i Hulefâ, s. 251 – 252.

[16] Tarih-i Hulefâ, s. 341.

[17] Mekatilu’t – Talibiyyin, s. 597 – 599; Tetimmetu’l – Muntehi, s. 240’tan sonrası.

[18] Makatil-ut Talibiyyin, s.395.

[19] Mekatilu’t – Talibiyyin, s. 599.

[20] Tarih-i Hulefâ, s. 347.

[21] Tarih-i Hulefâ-i Siyutî, s. 348; Tetimmetu’l – Muhtasar-i fi Ahbari’l – Beşer, c. 1, s. 342; el-Muhtasar-u fi Ahbari’l – Beşer, c. 2, s. 41. (İbn-i Sikkit’in nasıl şehit olduğu konusunda diğer görüşler de vardır.)

[22] Tarih-i Yakubî, s. 491.

[23] Tetimmetu’l – Muntehi, s. 238.

[24] Tetimmetu’l -Muhtasar-i fi Ahbari’l – Beşer, c. 2, s. 338.

[25] Tarih-i Hulefâ, s. 353.

[26] Tetimmetu’l – Muntehi, s. 238.

[27] el-Fusulu’l – Muhimmet-i İbn-i Sabbağ-i Malikî, s. 283.

[28] Biharu’l – Envar, c. 50, s. 129.

[29] İrşad-i Mufid, s. 313 – 314; Fusulu’l – Muhimme-i İbn-i Sabbağ-i Malikî, s. 279 – 281; Nuru’l – Ebsar-i Şeblenci, s. 182.

[30]  İrşad-i Mufid, s. 313.

[31] Biharu’l – Envar, c. 50, s. 194 – 195.

[32] İhkaku’l – Hak, c. 12, s. 454; Tetimmetu’l – Muhtasar-i fi Ahbari’l – Beşer, c. 1, s. 347, biraz farkla; Muhtasar-u fi Ahbari’l – Beşer, c. 2, s. 44.

[33]  İhkaku’l – Hak, c. 12, s. 452 – 453; el-Fusulu’l – Muhimme-i İbn-i Sabbağ-i Maliki, s. 281 – 282, biraz farkla.

[34] Tetimmetu’l – Muhtasar-i fi Ahbari’l – Beşer, c. 1, s. 341 – 342.

[35] Tetimmetu’l – Muntehî, s. 243.

[36] Tetimmetu’l – Muhtasar-i fi Ahbari’l – Beşer, c. 1, s. 344.

[37] Tetimmetu’l – Muntehî, s. 244.

[38] Tarih-i Yakubî, c. 2, s. 493; Tetimmetu’l – Muhtasar-i fi Ahbari’l – Beşer, c. 1, s. 344.

[39] el-Muhtasar-u fi Ahbari’l – Beşer, c. 2, s. 42 – 44.

[40] el-Muhtasar-u fi Ahbari’l – Beşer, c. 2, s. 42 – 43; Tarih-i Yakubî, c. 2, s. 499; Tetimmetu’l – Muntehî, s. 246.

[41] Biharu’l – Envar, c. 50, s. 249.

[42] Tetimmetu’l – Muntehî, s. 252 – 254; el-Muhtasar-u fi Ahbari’l – Beşer, c. 2, s. 45.

[43] Nuru’l – Ebsar-i Şeblencî, s. 183; Envaru’l Behiyye, s. 150.

[44]  İrşad-i Mufid, s. 314; A’lamu’l – Vera, s. 355; Envaru’l Behiyye, s. 150.

[45] Envaru’l Behiyye, s. 151.

[46] Tarih-i Yakubî, c. 2, s. 503, Beyrut basımı.

 
Toplam blog
: 447
: 1524
Kayıt tarihi
: 20.09.13
 
 

06 Mayıs 1974 Çorum Sungurlu'da doğdu. Yaşamının büyükçe bir bölümünü Mamak'ın gecekondu mahalleler..