Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Eylül '11

 
Kategori
İlişkiler
 

15 Yaşındaydı

15 Yaşındaydı
 

Henüz on beş yaşındaydı. Çocuktu. Narin, taze ve ufacıktı bedeni. İnce bir fidan edasındaydı boyu. Umudun sevinci vardı gözlerinde. Işıl ışıldı küçük gözleri. Mutluluk saçıyordu ay yüzü.

Pamuk saflığında, pırıl pırıldı elleri. Yaşamın kokusundaydı saçları. Çocukluğun şirinliğindeydi yüreği. Masumiyet saçıyordu gülüşü.

Bilmiyordu yaşamı. Tanımıyordu. Çocukluğun saflığında hayata bakıyor her şeyi güzel kılmaya çalışıyordu düşlerinde. Avuçlarında küçük duygularını taşıyor geniş umutlar büyütüyordu hayallerinde.

Elleri, çocuk renkli sevinçler yakalıyor, gözleri bir yudum sevginin arayışında kayboluyordu. Kulaklarını acısız ezgilere vermek, mutluluk şarkılarında boğulmak istiyordu ruhu.

Yeni bir hayatı bedenine sarıp sarmalıyor sadece kendine saklamaya çalışıyordu mutlu dünyaları. Üzerine kilitlenen kapılar gibi kapatmak istiyordu mutluluk diyarlarını herkese. Korkuyordu, çocukluğunun çalınması gibi mutluluk hayallerinin çalınmasından korkuyordu.

Bazen, kapı aralığında baktığı kirli bir çocuğun gülüşlerinde yakalıyordu sevinci. Bazen, evin damında gördüğü bir kuşun sesinden bazen de kardeşinin kitaplarında gördüğü mutlu aile resimlerinden.

Ama hep andı yaşadığı, hep an. Devamı olmayan, aniden gözünde büyüyen ve aniden gözünden kaybolan. Kendi dünyasına döndüğünde yitiriyordu sevincini. Oyun bitiyor, gerçeğe dönüyordu acımasızca.     

Sıvası dökülmüş tahta pencereli evin duvarları arasında geçiyordu hayatı. İki oda, bir mutfaktan ibaret evlerinde tüketiyordu çocukluğunu. Yazın toz bulutuna kışın çamur deryasına dönüşen sokağa bakıyordu penceresi.

Saatlerce gizli gizli seyrettiği oluyordu sokağı. Babasının görmesinden korkuyor, ürkek ve tedirgin bakışlarla sokağın akışına bakıyordu saatlerce. Kapı önlerine kurulmuş yaşlı teyzeler, hiçbir şeyin farkında olmadan koşuşturan çocuklar ve arada bir hızla geçen arabaların çıkardığı seslere veriyordu kendini.

Küçük penceresinden gizli gizli bakakaldığı bu sokak hayatının güneşi gibiydi. Duvarları arasına sıkıştığı bu evin karanlığını, sokağa baktığı zamanlar alıyordu üzerinden.

Ama bir gün o sokak, hayatının üzerine çöken karanlığın başlangıcı oldu. Şimdi hala o karanlığın dehlizinde savruluyor ne yapacağını bilmeden umutsuzca gireceği bu karanlıktan bir ışık bulmaya çalışıyordu kendine.

Olmadı. Direnci, umutsuzca çırpınışları, yalvarmaları hiçbir işe yaramadı. Son ana kadar vazgeçmemişti direnmekten. Ama boşa çıktı direnmeleri. Bir gün ansızın almaya geldiler.

Birden kayboldu gözlerindeki sevinç. Küçüldü göz bebekleri. Ay yüzü karanlığa gömüldü.

Yüreğinde derin bir sızıyı, avuçlarında ateşin sıcaklığını hissetti. İçi yanıyordu. Gidiyordu işte. Çaresizliğine ağlamaya başladı sessizce.

Düşünmeye başladı. Her şey annesinin ani ölümüyle başlamıştı. Babasının aniden evlenmesiyle devam etti. Aniden başlayan kavgalar, anlaşmazlıklar sürekli olmaya başladı. Ve bir gün sokaktan kendisini aniden gören iki gözle sona yaklaşıyordu.

Çocuktu. Narin, taze ve ufacık bedeni, büyük kaba-saba bir bedene kurban oldu. Her şey herkesin gözünün önünde oldu. Kimse bir şey söylemedi.

Henüz on beş yaşındaydı. Kadındı. Çocuk renkli sevinçleri yaşayamadı. Umutları çalındı ondan. Hayallerini sonsuzluğa gömdüler. Duygularını öldürdüler. Kirli ellerde acıdı bedeni. Ruhu yara almıştı. Mutluluk şarkılarında değil şiddet dolu günlerde boğuldu her gün.

On altısında anne oldu. 25’inde her şeyi göze alıp kocasından ayrıldı. 26’sında boşanmak istemeyen kocasının kurşunlarıyla hayata veda etti.

O, on beş yaşında çocuk bir gelindi. Her şey herkesin gözü önünde oldu. O, zorla gelin olduğunda susan herkes, o öldürüldüğünde konuşmaya başladı.

Sonra… Sonra, herkes sustu… Bir sonraki çocuk, gelin olana ve öldürülene kadar…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 36
: 476
Kayıt tarihi
: 26.03.11
 
 

Üniversite mezunuyum. Yerel bir gazetede çalışıyorum...