Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Eylül '09

 
Kategori
Dilbilim
 

26 Eylül Dil Bayramı

26 Eylül Dil Bayramı
 

26 Eylül 1932


Bugün 77. Dil Bayramı kutlanacak.

Dil Bayramı, benim için de önem taşıyordu.

Türk Dil Kurumu’nun yolunu öğrendikten sonra, TDK’deki Dil Bayramı törenlerini kaçırmadım. Öğretmen olduktan sonra da törenleri izlemek, benim için geleneksel bir tutum oldu. Nerede olursam olayım, 26 Eylül için izin alır, Ankara’nın yolunu tutardım. Ne zamanki, 12 Eylülcüler, Atatürk’ün buyruğuyla kurulan TDK’ye el koydular, benim için de yeni TDK’nin yolu kapandı.

Bugün, Dil Derneği ve Çankaya Belediyesi’nin işbirliğiyle, Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde, 77. Dil Bayramı kutlanacak. Ben de, fakülte yıllarında, bundan 40 yıl önce yazdığım, önce Barış gazetesinde, sonra Ilgaz dergisinde yayımlanan “Dil Devrimi” başlıklı yazımla, bu anlamlı günü kutlamak istiyorum:

*****

Kurtuluş Savaşı’ndan başarıyla çıkan bir ulus, savaş alanında elde edilenle yetinemezdi. Çünkü “...Zafer, ancak kendisinden daha büyük olan bir gayeyi elde etmek için belli başlı bir vasıtadır.” (1). Bu nedenle, asıl savaş, Türk toplumunun çağdaş uygarlık düzeyine ulaşması yolunda verilecekti. Kazanılan siyasal bağımsızlığın bir bütünlüğe ulaşması, bu yoldaki başarıya bağlıydı. Demek ki, Türk toplumunun çağdaşlaşmasını, ayrı bir deyişle, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasını engelleyen nedenleri ortadan kaldırmak gerekiyordu ilkin. Buna inanan Atatürk, “... Bir toplumun çağdaş uygarlık düzeyine ancak akıl ve bilimi kendisine kılavuz yaparak, araştırıp eleştirerek, kendi iç yaratmalarıyla varabileceğini biliyordu. Bu araştırma ve eleştirmenin temelinde de bilim, felsefe, kültür yer alıyordu. Bu bakımdan Batılı düşünüşe yönelen bir kültür değişmesi olacağı da doğaldı.” (2). Kültürün değişmesi, uygarlığın değişmesi demek olduğundan, Doğu uygarlığından Batı uygarlığına geçişle sağlanacaktı çağdaşlaşma.

Batı’ya yönelişin ilk adımı Tanzimat’tır (1839). Ne ki, Tanzimat’tan Cumhuriyet döneminin başlangıcına değin süregelen denemeler başarılı olamadı.

Bunun başlıca nedeni de denemelerin bir düzeltim (reform) niteliği taşıması. Bundan dolayı, köklü değişim ve gelişmelerin biçimlendiği DEVRİM’ler gerçekleştirebilirdi çağdaşlaşmayı. İşte devrimlerin, kısacası ATATÜRK DEVRİMİ’nin özü, bunu amaçlar. Amaca ulaşmak için düşüncenin değişmesi gerekiyordu. “Düşüncenin değişmesi, dilin değişmesi demekti. Bu bakımdan yeni bir uygarlık alanına girebilmek için dilimizde de devrim yapmak, kaçınılmaz bir gereklilik olmuştu.” (3)

Devrimler döneminde dilin bu denli önemsenmesi doğaldı. Çünkü ulus olmanın başlıca koşulu dildir. Sonra, dilin ileriye dönüklüğü, onun ulusal oluşunda biçimlenir. Üç dil karmasından oluşan (Türkçe, Arapça, Farsça), Osmanlı Devleti’nin kalıntısı Osmanlıca, ulusal olma niteliğinden yoksundu. Bu, çağdaşlaşmayı engellemekten başka bir işe yaramazdı. Bağımsız bir ulusun dili de, bağımsız olmalıydı her şeyden önce. Çünkü siyasal bağımsızlıkla dilin bağımsızlığı birbirine koşut (paralel) gider. Bu nedenle, köklü değişim de gelişimlerin dilde de biçimlenmesi doğaldı.

Yüzyıllarca yabancı dillerin baskısı altında deyiş gücünü ve bağımsızlığını yitiren bir dille, yeni uygarlığın “dünya görüşü” nasıl bağdaşacaktı? Bir yolu vardı bunun: TÜRKÇE DÜŞÜNME, TÜRKÇE YAZMA... Bu ise, ÖZ TÜRKÇE ile olur. Demek ki, çağdaşlaşmada, Türkçe’nin bağımsızlığını kazanması, onun özleşmesi demekti. Özleşme, ulus olmanın getirdiği ulusal duyguyla bir bütünlük gösterecekti. Atatürk, bu bütünlüğü şu özdeyişle belirtir (4):

“Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. dilin ulusal olması, ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil bilinçle işlensin.

Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” (5)

Türkçe’nin bağımsızlığını engelleyen önemli bir sorun vardı: yazı sorunu. Bu yazı-yani Arap yazısı-, Atatürk’ün, II. Meşrutiyet’ten birkaç yıl önce Bulgar  Türkoloğu İvan Manolof’a söylediği gibi, Batı uygarlığına girmemize engeldi (6). Bu nedenle, Arap yazısı bırakılmadan, yapılanlarda bir bütünlüğe ulaşma olanağı yoktu. Sonra, okuma yazma güçlüğü yanında, Türkçe’nin yapısına da aykırı bir yazıydı bu. Arap yazısının bırakılması, dilimize yeni Arapça ve Farsça sözcüklerin girmesini önleyeceği gibi, var olanların da dilimizden geniş ölçüde ayrılmasını sağlayacaktı. Demek ki, çağdaşlaşamamanın yanı sıra, dilin özleşmesi için de, YAZI DEVRİMİ (7) gerekliydi. 1928’de Arap yazısının bırakılarak, Latin kökenli Yeni Türk Yazısı'nın alınmasıyla Dil Devrimi'nin yolu açılmış oldu.

11 Temmuz 1932’de, “Artık dil işlerini düşünme zamanı gelmiştir.” diyen Atatürk, ertesi gün dille uğraşacak örgütü kurdurdu (8). Bu, “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” idi. Sonraki yıllarda TÜRK DİL KURUMU adına alan (9) bu kuruluşla DİL DEVRİMİ doğdu. Böylece, Tanzimat’la bir sorun olmaya başlayan dil, bu devrimci atılımla özlenen yola girdi. Yapılacak işleri saptamak için, aynı yılın 26 Eylül’ünde, 1. Türk Dil Kurultayı Atatürk’ün başkanlığında toplandı. Kurultay’da verilen bir önergenin oylanmasıyla 26 Eylül’ün DİL DAYRAMI olarak kutlanması benimsendi.

Demek oluyor ki, dil devrimi, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma yolunda, Kurtuluş Savaşı’nı bütünleyen toplumsal devrimlerden biri, toplumsal ve tarihselnedenlerin zorunlu kıldığı devrimci bir atılımdır. Bu atılımın özünde; Türk dilinin öz güzelliğini ortaya çıkarmak, onu dünya dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek yer alır.

Dil devrimi, ayrı bir deyişle dil devriminde biçimlenen ÖZ TÜRKÇE akımı, dilimizin hızlı bir değişim ve gelişim içine girmesini sağladı. Türkçe’nin “kelime hazinesi”ni ortaya çıkarmak amacıyla, halk ağzından derleme ve eski yazılı belgelerden tarama çalışmalarıyla sayısız öz Türkçe sözcük saptandı.

Bugün rahatlıkla kullandığımız: asalak, çaba, güney, kuzey, ürün, yitirmek, başkan, il, konuk, oran, ülkü, ... gibi nice sözcük derleme ve tarama yoluylaortak ekin (kültür) diline kazandırılan sözcüklerdir. Yabancı sözcüklere karşılık aramada derleme ve tarama yeterli olmayınca, Türkçe’nin ek ve köklerinden yeni sözcük türetme yoluna gidildi: akım, anlam, basın, yayın, durum, devrim, üretim, tüketim, görev, gözlem, seçmen, tarım, yakıt, taşıt, ... gibi.

Dilimizi yabancı sözcüklerden arıtma çabası, başarıya ulaşmış mıdır? Buna duraksamadan “evet” diyebiliriz. Şöyle ki, Dil Devrimi’nden önceki yazı dilimizde % 35-40 olan Türkçe sözcük oranı, bugün ortalama % 70-75’e ulaşmıştır (10). Bu, özleşmede ulaşılan başarılı düzeyin kanıtıdır. Bir dönemde tutunurluğu olan bir yığın sözcük, “müzelik” durumdadır, şimdilerde. Bu tür sözcüklerin yerini yenileri dolduruyor, derleme, tarama, türetme yoluyla.

“Malumat, muvaffakiyet, mıntıka, muallim, tedrisat, fevkalâde”... yerini “bilgi, başarı, bölge, bölge, öğretmen, öğretim, olağanüstü”... alması gibi.

Dün olduğu gibi, bugün de, dilimizin bu hızlı değişmesinden rahatsız olan ve başı dönenler var. Bunların bir karşı tutum içinde olmaları doğaldır. Doğal olmayan ise, karşıcıların, eleştirinin ötesinde kimi yollara sapmalarıdır. Bizde, dil devrimine karşı olanların tutumu böyle bir yol izliyor bugün de. Eleştiri ve her türlü “ahlak” kurallarının ötesinde “türlü çeşitli” suçlamalarla, dil devrimini kötü gösterme çabası içindeler karşı çıkıcılar. Bu tutumu ilke edinmiş olanların bir bölüğü, solukları tükendiğinden, devrimin kendi kuşaklarınca tamamlandığı (!) savında olan eski yazar, eski ozandır. Bunlarda, dille birlikte, düşünce de “az gelişmiş” niteliği taşıdığından, dil devrimi ya da öz Türkçe düşmanı olmuşlardır. Dil devrimine karşı olanların bir bölüğü ise gerici kesimden birtakım “adam”lardır. Bunların görevleri sayıp sövmektir. Karşıcılar, tutumlarını “hoş” göstermek için, “milliyetçilik” kavramına yaslanıyorlar. Oysa “milliyetçilik”in başlıca koşulu “ulusal dil”dir. Ama bizim karşı çıkıcılar bunu ya bilmiyor ya da gerici olduklarından ötürü bilmezlikten geliyorlar.

Dil devrimi karşısındaki çabalar, hele onu önlemek, boştur. Çünkü o kişisel tutkular sonucu değil, toplumsal bir gerekseme olarak doğdu. Bugün yazı dilimizde % 70-75 olan Türkçe sözcük oranı (7), yarın daha da yükselecek. Dil devriminin kazandırdığı yeni sözcüklere zamanla karşıcılar da ısınacaklardır.

Dün karaladıkları sözcükleri, bugün bir gerekseme duyarak, “ata mirası” gibi kullanmaları bunun kanıtıdır.

KAYNAKÇA:

  • (1) E.Z.Karal, Atatürk’ten Düşünceler, 1956, s.114.
  • (2) Bedia Akarsu, Atatürk Devrimi ve Yorumları, 1969, s.37.
  • (3) Emin Özdemir, Dil Devrimimiz, 1969, s. 37 (2.bası)
  • (4) Özdeyişin dili Türkçeleştirilmiştir.
  • (5) M.S.Aral, Türk Dili İçin, 1930, s.1
  • (6) A.N. Kaskatı, “Atatürk’ün Selânik’teki Hülyaları, Cumhuriyet, 19 Ağustos 1948; kaynağı göst.: Z. Korkmaz, Türk Dilinin Tarihi Akışı İçinde Atatürk ve Dil Devrimi, 1963, s.34.
  • (7) Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz.: S.N.Özerdim, Harf Devrimin Öyküsü, 1962; A.S. Levend, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, 1960, s.392-405, (2.bası)
  • (8) Kurucular: Samih Rifat, Ruşen Eşref (Ünaydın), Celal Sahir (Erozan), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu).
  • (9) “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” adı II. Türk Dil Kurultayı’nda (1934) “Türk Dili Araştırma Kurumu”na, III. Türk Dil Kurultayı’nda (1936) bu ad da “Türk Dil Kurumu”na çevrilmiştir.
  • (10) XII. Türk Dil Kurultayı’na (4-8 1969) sunulan Türk Dil Kurumu Yönetim Kurulu Raporu.
 
Toplam blog
: 2458
: 2418
Kayıt tarihi
: 10.11.08
 
 

24 Kasım 1944'te İspir'de doğdum. Ankara Kurtuluş Lisesi'ni, Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Tü..