- Kategori
- Dünya Kadınlar Günü
Analarıma

fotograf www.zamantika.com sitesindendir
Bazı zamanlar hayatın keşmekeşine ayak uydurmak zor geldiğinde, “keşke bir garip köylü kadını olsaydım da kafam bu kadar dolu olmasaydı. Birkaç hayvanım olsaydı, onlarla ilgilenseydim, tarlamızı ekip biçseydik. Kazandıklarımızın bir kısmını gelecek yıla tekrar ekmek için ayırsaydık, döngüyü kaçırmasaydık. Oh! ne dert var ne tasa hem de organik ve sağlıklı, ne de stres. Şimdi ne oluyor her şey suni, köylü olsam hayvanından başka tarlandan başka derdin yok. Çocuklar da pek sağlıklı ” der dururdum. Ta ki ANA adlı romanı okuyana kadar.
“Pearl Sydenstricker Buck ya da tüm dünyanın bildiği adıyla Pearl S.Buck. Dünya bu adı nereden biliyor? 1892 yılının 26 Haziranında Amerika’nın Batı Virjinya eyaletinin Hillsboro kazasında dünyaya geldi. Dört aylıkken ana babasıyla birlikte Çin’e gitti, ana babası o doğmadan önce de Çinde bulunmuşlardı, orada misyonerlik yapmaktalardı zaten. Çocukluk ve gençlik yılları burada geçerken öğrenimini Şanghay’da tamamladı. On yedi yaşında eğitimine devam etmek için Amerika’ya döndüğünde hala kafasında çocukluğunun ve gençliğinin ilk yıllarının geçtiği Çin vardı. Babası gibi bir misyoner olan Dr. John L. Buck ile evlendi. Evliliği hiç düşündüğü gibi gitmiyordu. İki oğlunun dünyaya gelme sürecinden sonra bile anlaşamamaya devam ettiler. Anlaşamamalarının sebebi ise Pearl Buck ile kocasının Çin’e olan bakış açılarının farklı olması idi. Pearl Buck, Çinlileri tanıyor ve onları anlayabiliyordu. Pearl Buck Kuzey Çin’de sonrada Nanking de yaşadı. Üniversitede İngilizce dersleri verdi. Ve Çin üzerine romanlar yazmaya başladı. Anne ve babası, hayat görüşünü oluşturmasında çocukluğundan beri destekleri ona çok destek oldular. Mutsuz evlilik hayatını bir süre sonra sonlandırdı. Ardından Richard Valsh’la evlendi. Romanlarında Çinli aileleri, akrabalık kurumlarını, örf ve adetlerini tüm dünyaya duyurmaya çalıştı. Bu eserlerle Amerika’nın en önemli edebiyat ödülü olan Pulitzer ödülünü aldı. 1938 yılında Nobel Edebiyat ödülünü de alarak Amerikan edebiyatında uluslar arası ödül alan ilk kadın yazar oldu.
Çok değerli Pearl S. Buck’un çok değerli bir kitabı olan “ANA” sını okurken kitabın çevirmeninin de çok değerli bir kadın çevirmen olduğunu fark ettim. Nihal Yeğinobalı. Manisa doğumlu olan Yeğinobalı İstanbul’a geldiğinde 8 yaşındadır. Orta ve lise öğrenimini Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde tamamladıktan sonra Amerika’ya gidiyor. Newyork Eyalet Üniversitesinde edebiyat öğrenimi görüyor.O dönemde Türkiye şartları göz önünde bulundurulduğunda böyle bir azim ve okuma aşkı bir kadın olarak beni çok etkiledi ve onurlandırdı. Usta bir çevirmen olarak sayısız klasik ve çağdaş edebiyatçıyı, romanları ve öyküleriyle dilimize kazandıran Nihal Yeğinobalı, Pearl S.Buck’un Amerika’dan Çin’e olan ziyareti gibi Türkiye’den Amerika’ya ziyaretlerde bulunarak Türk okuruna, değerli eserlerin çevirilerini yaparak katkıda bulunmuştur.”
“ANA” romanında kahramanların isimleri yoktur ve Pearl S. Buck’un onlara Ana, Ananın erkeği olan Koca, Büyük oğul, Kız, Küçük oğul, Nine, Emmioğlu, Yenge, köylüler, kasabalı, toprak vekili gibi isimler vererek bize romanda geçen konuları anlatmaktadır. Romana başladığım dakikadan itibaren bir Çinli kadının bu kadar bizden olabileceği aklıma gelmemişti. Kültürel olarak geleneklerine bağlı olduklarını biliyordum ancak aramızdaki Çin Seddi’ne anlam veremedim bir an aynı biz aynı Anadolu kadınıydı “Ana” . Aşık olduğu her halinden belli olan kocasının güzelliğini anlatmakla bitiremezken, yaşlı kaynanasının her dediğini dikkatlice dinleyip asla kırmayan bir gelindi Ana. Tarlada çalışan, evinde her işe koşan, sabah herkesten önce kalkıp kocası ve kaynanası içsin diye su kaynatan, çocuklarını kendinden önce doyuran, gözleri çapaklanan kızının gözlerini ılık su ile silip duran en küçük bebeğini sütüyle doyurmaya çalışan, akşam evine kocasından önce gelen, pirinç haşlayıp, lahana hazırlayıp kocasının pirincine adet gereği güçlü olsun diye yumurta kıran. Evi için tek kelimeyle paralanan ve bunu da zevk ile yapan bir karakterdi Ana.
Çocuk doğurmak konusunda günümüz şartlarında kimine göre çok şanslı, sağlığı oldukça yerindeydi. Kocasının kucağına her yıl bir bebek veriyordu. Gelgelelim geleneklerine göre kendinden yaşça küçük kocasının gözü ne tarlada, ne çocuklarında ne anasında nede karısındaydı. Eğlence ve kumardaydı. Çok da şanslıydı Koca. Kazanıyordu da. Ancak çocukların sayısı gitgide arttıkça, tasarruf tek geçim kaynakları tarla olan bu aile için olmak farzdı. Bir gün tasarruf konusunda çıkan kavgada koca evi terk etti. Anayı, nine, üç çocuk, tarla ve hayvanlarla baş başa bıraktı. Bugün gelecek yarın gelecek diye beklerken aylar geçti. Herkesin birbirini tanıdığı hatta akraba olduğu köyde dedikodular başladı. Dedikodulardan kurtulmak isteyen Ana kocasının azından bir mektubu köye kendi adıyla yolladı. Köyde kimse okuma yazma bilmiyordu. Sadece okuma yazma bilen biri vardı ve mektupların köye gelmesiyle birlikte tüm köy halkı meraktan okuma yazma bilen adamın okuduklarını can kulağıyla dinliyordu. Mektupta kocanın “kasabada iş bulduğu ve para biriktirdiğini o sebepten köye zengin olunca döneceği” yazıyordu. Bunu duyan köy ahalisinin ağzı bir süreliğine kapandı. Bu sırada gözleri rahatsız olan kızının durumu iyice ağırlaşmıştır. Ninenin de çocukken gözleri çapaklanıyor ve akıyordur ancak açılmıştır. Hep bunu söylemektedir. Ana, ninenin gözlerinin açıldığı gibi kızında gözlerinin açılacağını düşünmektedir. Ana büyük oğlu çok küçük olduğu halde onu tarlaya yanında götürür iş başa düşmüştür. Toprak için kira veren Ana toprak vekili ile muhatap olmamak için kocasının emmi oğluna haber gönderir bu işleri adam takip eder ve Ana ya yardımcı olur. Emmi oğlu dürüst bir adamdır. Emmi oğlunun karısı yenge de dürüst bir kadındır. Zaten bu köy hep akrabadır birbirini tanır. Yıllar geçer dedikodulara karşı kocanın ağzından yeni mektuplar yazılır. Mektuba kaynanasına umut olsun diye oğlunun ağzından kefenlik hırkasını yenileyeceğini, oğlunu beklemesi de yazdırır. Bu haberi duyan Nine, hayata dört elle sarılır. Mutluluktan göklere çıkar, ölmemek için direneceğini söyler durur. Çocuklar büyür, nene iyice yaşlanır ama hayata karşı duruşu çok etkileyicidir. Oğlum kefenlik hırkamı getirmeden ölmeyeceğim der durur. Ananın büyük oğluna buyurduğu işler çok ağırdır ancak yapacak bir şey yok ne gelir elden. Çocuk evin yeni erkeği olma rolünü benimser yeni toprak vekili geldiğinde emmioğlunu çağırmaz “ben evin erkeği değimliyim” der. O yıl Ana vekilin ücretini kendi hesaplayarak verir.Aracılık için adet olan hakkı vermek isterken, vekil onu almak istemez. Anaya göz koymuştur. Bir şekilde sürekli köye gelerek Anayı kandırır ve doğurmak konusunda şanslı olan Ananın şansı çok kötü şans olarak ola geri döner,ana hamiledir. Ne yapacağını bilemez. İşlediği günah karşısında kocasının öldüğü ve yanında olamayacağı toprak vekilinin onunla evlenebileceği konusunda kendini telkin etmeye çalışır. Kocasının öldüğü haberinin yazılı olduğu bir mektubu köye gönderir. Herkes Ananın dul kaldığındı duymuştur. Ama toprak vekili Ana’dan elini ayağını çekmiş o da kadını yalnız bırakmıştır. Bu adamda Anayı terk etmiştir. Ana bu sırrını sadece yengeye söyler ve koca karı ilacıyla bebeği düşürmesine yardımcı olur. Bebeğin düşmesi sırasında Ana ölümlerden döner. O günden sonra Ana eskisi kadar güçlü ve çevik bir kadın olmaktan çıkar, hastalıklı bir kadın olur. Aylar sonra çocukları ve kaynanası için toparlanmak zorunda olduğunu fark ettiğinde kızın iyice gözlerinin kapandığını görür ve üzüntüden kahrolur. Eczaneye gitse de iş işten geçtir. Körlerin kullandığı bir zilli sopa alır ama kıza yakıştıramaz içi kan ağlar veremez. Kızını asla evlendirmeden dizinin dibinde oturtup ona bakacağını söyler durur. Öyle bir gelin alacağız ki hem bize hem sana bakacak gözümü arkada bırakmayacak der durur. Nine birgün hastalanır ve kefenlik hırka sayıklar. Bir gece de Ana yeni bir kefenlik hırka diker. Nenede hırkayı bekler sabırla yeni hırkasını giyen nene ölür.
Büyük oğlu ile küçük oğlu arasında da anlaşmazlıklar vardır. Büyük oğlu rençperliği meslek edinmiş küçük yaşta boyundan büyük işler yapmış bir gençtir. Küçük oğlu daha geride durmuş, babasına benzemesi sebebiyle Ana tarafından el üstünde tutulmaktadır. Kocası onu bırakıp gitmiştir ama Ananın kini geçmiştir. Küçük kardeşinin el üstünde tutulması büyük oğlanın asla hoşuna gitmez.
Ana büyük oğlunu evlendirir. O gün Ninen yerine kendisinin, kendinin yerine de gelininin geçtiğini anlar. Gelin beceriklidir, elinden her iş gelir ama soğuk bir kızdır. Yıllar boyunca tek odada kalmış olan Ana, nine, ananın kocası, çocuklar ve hayvanlara inat gelin hayvan kokusundan tiksindiği gerekçesiyle yeni bir oda yaptırır ve oraya geçerler. Gelin bir süre sonra Anaya kızını evlendirmesi yönünde nasihatlerde bulunur. Herkesin ailesi olmalı der. Ana kızını evlendirir. Kör olduğu için zengin bir kısmet bulamayacağını bilen ananın ağzı dili bağlanır ve kızını gözü tutmayan bir aileye vermek zorunda kalır. Aylar sonra kızını görmek istediğinde öldüğü haberini alır. Ana bağrına taş basar, her şeyin toprak vekili ile işlediği günah neticesinde olduğuna ve tanrıların onu cezalandırdığına karar verir. Beş yıllık evli olduğu halde gelini de doğurmamaktadır. Üzülür durur.
Küçük oğlu evde durmamakta, sürekli kasabaya gitmektedir. Ana nedenini bilmemektedir. Oğlu sonra öğreneceksin der anasını avutmaktadır. Ana bu oğlunu çok sever ona hiç kıyamaz ne derse he der. Gün gelir bu oğlunun idam edileceği haberi ile sarsılır. Komünist hareketlerin yeni yeni başladığı dönemdir ve o dönemde komünist sıfatını alanlar idam edilmektedir. Oğlunun idam edilişini engellemek için çırpınsa da nafile oğlunu kurtaramaz. İdamdan az evvel onu bu harekete dahil eden kızı da görür. Oğlunun arkadaş çevresi ilebilmediği, birtürlü aklının ermediği bu duruma geldiğini anlar.Ana bağrına taş basar, her şeyin toprak vekili ile işlediği günah neticesinde olduğuna ve tanrılarını yineler durur.
Bir gün büyük oğlu anne torunun olacak der. İnanamaz. Bebek doğar bir tosuncuk oğlandır. Yengeye seslenir” Bak, kardeşceğizim, bak! Demek günahım pek de öyle sandığım gibi büyük değilmiş, kadın kardeşim, çünkü bak oğlumun oğlu oldu!”
Bu hikayede ana kahraman bir kadın. Bir köylü kadın, ama hayata karşı duruşu dik, çocuklarını kaybetmiş evlat acısı tatmış ama yeni bir canla mutlu olmaya çalışmış. Hayatına giren erkekler ona yanlışlar yapmış. Yalnız kalmış hayatta bazen. Erkek gibi durmasını da bilmiş bir ANA. Yazımın başında belirttiğim gibi derdin, sıkıntının, stresin şehirli yaşamda olduğunu düşünen benim gibi bir cahil kafaya bir tokat. Yazarı da bir kadın bize çok uzak yollardaki ANA’yı anlatan bir ANA, tercümanı da bir kadın. Türkiye’nin aydınlanmasında fayda sağlamış değerlerden biri. Bir ANA.
Bu vesile ile tüm ANALARIMIN Dünya Kadınlar Gününü kutlarım. İçlerinde yaşı benden küçük olanlar dahi olsa hepsinin ellerinden öperim.