Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ağustos '10

     
    Kategori
    Futbol
     

    Futbol Tahteravallisi: Anadolu Çıkıyor İstanbul İniyor

    Türkiye'de, Fenerbahçe'nin başını çektiği yıldız oyuncuya dayalı futbol düzeni ile Galatasaray'ın başını çektiği altyapı ve özenle seçilmiş yerli oyuncuların harmanına, faydalı yabancı takviyesine dayalı bir sistem hakimdi. Son yıllarda Anadolu takımları diye tabir edilen diğer takımların temel amacı, Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş'a yüksek fiyatlarla oyuncu satmaktı. Bu takımlar da alt liglerdenbuldukları ve kendi altyapılarından yetiştirdikleri genç yetenekleri allayıp pullayıp yüksek bedellerle satıp günü kurtarma derdindeydiler. Dönem dönem gelen hırslı çalıştırıcılar İstanbul'un üç silahşörlerini alt etseler de düzen aynı şekilde devam ediyordu.

    Son yıllarda genç ve yetenekli teknik direktörler ile uzun vadeli yatırımlara yönelen yöneticiler, gelir kaynaklarının gelişmesi ile birlikte artık başa güreşme çabası içine girmeye başladılar. Bursaspor, Sercan, Volkan Şen, vb. oyuncuları üç büyüklere pazarlama yöntemini seçmedi. Ayrıca, UEFA'nın geleceğin büyük teknik direktör adayı olarak gösterdiği Ertuğrul Sağlam'a Beşiktaş'ın tanımadığı tahammül ve güveni sağladı. Birazcık da şansın yardımı ve federasyonun yanlış kararları ile Türkiye futbol tarihinde şampiyon olan 5. futbol kulübü olmayı başardılar. Şu ana kadar geçen süre, Bursaspor'un başarısının hiç de tesadüf olmadığını gösteriyor.

    Önce Sivas'ın iki yıl üst üste zirveyi zorlaması, şimdi de Bursaspor'un şampiyon olması, diğer kulüplerin iştahını kabarttı. Son üç-dört yıldır, üç büyükler, tarihlerinde hiç almadıkları kadar yenilgiler alıp puan kayıpları yaşıyorlardı. Şimdi artık deplasmanlarda beraberliğe sevinir oldular. Bugün Türkiye futbolunda önemli bir değişim yaşandığı kuşkuya yer bırakmayacak kadar ortada.

    Bütün bu gelişmelerde etken olan bir diğer konu, Yunanistan'ı Avrupa şampiyonu, Inter'i de şampiyonlar ligi şampiyonu yapan günümüz savunma futbolundaki gelişmelerdi. Yunanistan'ın Avrupa şampiyonluğuna kadar "savunma futbolu" oynamak neredeyse ayıp sayılıyordu. Galatasaray, elindeki mütevazi kadro ile şampiyonlar liginde çeyrek final başarısı gösterirken, takımın teknik patronu Lucescu "korkak futbol oynatmak"la suçlanıyordu. Oysa Galatasaray'ın önünde, belki de Yunanistan ve Inter'in yaptığını çok daha önce yapma potansiyeli vardı.

    Galatasaray kulübünün almadığı dersi, çalıştırdıkları takımlarda başarılı olmak zorunda olan ve en ufak bir hatada takımla ilişkisi kesilme tehlikesi ile yaşamak durumunda kalan Türkiye'nin genç teknik direktörleri öğrenmekte gecikmediler. Öncelikle savunma yapmak ayıp değil, yenilmemenin, yenilinecekse de fark yememenin garantisi idi. Rakibi yıldırmak için taktik fauller ve sert oyun da kullanılacak diğer silahlardı. Buna Sivas'ın sert iklimi, Antalya, Diyarbakır ve Gaziantep'in sıcağı, yine Sivas, Bursa, Ankaragücü ve Trabzon'un agresif seyircisi eklendi. Son olarak kötü zeminle birlikte, takımı hücumcu ve "göze hoş görünen" futbola uygun fakat fizik özellikleri sınırlı oyunculardan oluşturan üç büyükleri bozguna uğratacak şartlar oluşmuştu. Tabi bunlara bir de hızlı ve baskın hücum oynayabilecek atletik özellikleri gelişmiş oyuncuları eklemek gerekiyor. Bu formülü en iyi uygulayan takımlar en iyi sonuçları alıp üç büyüklerin başına bela oluyordu. Bu yapıda Anadolu takımlarından oyuncu almak bir işe yaramıyordu. Çünkü alınan oyuncuların alıştıkları düzen dışında bir sisteme adapte olup bir de İstanbul'un bir rahibeyi bile yoldan çıkartacak hayatına uyum sağlaması gerekiyordu. Son yıllar, Anadolu'dan gelip büyük takımlarda yıldız olabilen oyuncuların de pek çıkmadığı bir dönemdir.

    Bu şartlarda İstanbul'un üç silahşörü, geçmişte elde ettikleri başarılarda denenmiş yöntemleri bir kenara bırakıp dünya çapında teknik diretör ve oyuncu transferine yöneldiler. Fakat burada da başarı ancak ve ancak futbol sistemi ile federasyon ve hakemlerin ağır baskı altına alınması ile mümkün oluyordu. Gelen yabancılar, daha olan biteni anlayamadan başarısız oluyor ya da öyle tanımlanıyor ve kuyruklarına çabucak teneke bağlanıyor. Büyük takımlarda yöneticilik yapacakların bu şartlarda buldukları çare ise çoğunlukla gerekli gereksiz oyuncu transferi ile taraftarı ve basını meşgul edip başarısızklıklarının üstünü örtmek ve başarısızlık iyice ayyuka çıkarsa oyuncu, o da yetmiyorsa teknik direktör harcamak oluyor. Önemli bir bölümü büyük şirket sahibi ya da yöneticisi iken kulüpleri bir amatör gibi yönetiyorlar. Borçlar giderek büyürken üç büyükler birer teknik direktör ve oyuncu harcama fabrikasına dönüşüyorlar.

    Bütün bu hengamede arada kaybolan çok önemli bir nokta var. Türkiye'nin en gözde genç yeteneklerini altyapısında barındıran bu kulüpler, uzun zamandır potansiyeli olabilecek oyunculara tahammül gösteremez oldular. Büyük bir yıldız adayı iken, kadrodaki gereksiz şişkinlikten dolayı "deneyim kazansın" diye bu oyuncular alışkın olmadıkları şartlarda yaşamak ve futbol oynamak için Anadolu'nun yollarına koyuluyorlar. Gözden ırak olan gönülden de ırak olduğu, toplum olarak balık hafızalı olduğumuz ve uzun vadeli planlar kurmak yerine kısa vadeli sorunları çözmeye alıştığımız için bu oyuncular bir süre sonra heres tarafından unutuluyorlar. Hele hele bazıları daha alt liglerde oynamak ve tam bir oyuncu cehennemi olan ağır şartlarda ayakta kalmak zorunda kalıyorlar ki bir daha iflah olmuyorlar. Arda gibi bugün yıldız bir oyuncu bile bu süreçten geçme zorunda kalmış ama onun şansı yaver gitmiştir. Arda'nın kuşağından olup da Avrup şampiyonu olan ve ağırlıklı olarak Galatasary altyapısından gelen o yetenekli kuşak neredeyse yok olmuştur. Oysa yere göğe koyamadığımız Barcelona, altyapıdan yetiştirip çok erken yaşta kendilerine fırsat ve sabır gösterilen oyuncularla ayakta duruyor.

    Çok basit bir soru ile bitirelim yazımızı. Diyelim ki Galatasaray, Beşiktaş ya da Fenerbahçe yöneticileri, bu kadar harcama ile bir yere varamayacaklarını anlayıp, kadrolarını kendi altyapılarından yetiştirdikleri oyuncularla doldurup sadece uygun fiyatlı, fırsat bekleyen ve sıçrama yapmaya hazır dış transferlerle doldurdular. Acaba şu anda bulundukları yerden daha kötü bir noktada olabilirler miydi? Galatasaray, futbolda ulusal düzeydeki en büyük başarıya ulaşmış olan o kadroyu korusaydı, başlarına da o başarının mimarı olan Abdullah Avcı'yı getirselerdi şu son 5-6 yılda yaşanan ekonomik ve sportif çalkantıyı yaşamayacatı. Belki bugün Barcelona kadar, Inter kadar, Galatasaray'ın başarılarından bahsediliyor olacaktı. 10 yılda 7 şampiyonluk ve Avrupa'da başarı hedefi ile çıkılan yolda, "yönetimi bir acaip" diye damgalanan ve başsız bir vücut gibi bilinçsizce çırpınan bir kulüp yapısına ulaşıldı. Tarihteki en büyük başarılarını altyapı ile gerçekleştirmiş, Fenerbahçe ve Galatasaray seviyesine ancak bu şekilde çıkabilmiş Beşiktaş ile yıllardır yabancı teknik adamlarla futbolculara servetler harcayan Fenerbahçe'nin durumu bundan hiç de iç açıcı değil.
     
    Toplam blog
    : 1
    : 126
    Kayıt tarihi
    : 09.06.08
     
     

    Ülkeyi ve olup biteni yakından takip etmeye çalışıyorum. Kültür sanattan (özellikle edebiyat) siyase..