16 Şubat '11
- Kategori
- Öykü
İnci Hanım pencerede
Müzik biraz olsun ruhunu dinlendiriyor. Buna dinlendiriyor demek de aslında yanlış olabilir. Ruhunun susuzluğunu gideriyordu. Çünkü bilinen bir derin karanlık sunuyordu gönlüne, mutlak, bütün ve deliksiz… O karanlık olmasa delirebilirdi belki. “Bir tel koptuğunda bir yerde… Bilirsin ki birileri ışıksız kalacaktır. O tel koptuğunda bir yerlerde bilirsin ki bir anne oğlundan habersiz kalacak. Yani bir tel koptuğunda bir yerde bilirsin ki kuşlar konacak yer bulamayacak...” Göğsünün ortasında, ama tam ortasında bir sancılı oyuk beliriyor. “Yaşlanmak belki de bunu kabullenme yeteneğini kazandırıyor insana ama?... Geri dönülmezliği de daha çıplak idrak etmeye yol açıyor… Tecrübenin iki ağızlı bıçağı bu… İllâ tarihi bir yerden kesip kalbini bir köşesinden kanatacak…” Odanın ışıkları sönük, şehrin ışıklarına bakıyor. Başka bir ülkede olmak istiyor. Bu şehri ve bu ülkeyi sorumluluklarıyla ve ağırlığıyla terk edip gitmek istiyor. Eline kadehini alıyor. Eline bir kadeh almasının çevresinde nasıl karşılanacağını düşünüyor. Çevresindekilerin hiçbir şeyini umursamadıkları bir ülkede olmak istiyor. Çevresinde güvercinlerin serkeşlik ettiği ve havuzların serinliklerini cömertçe saçtıkları bir ülkede, tatsız çörekler yiyip zayıf bir güneşle halleşip öylece oturmak istiyor. Elindeki kadehe bakıyor. Bunun bir alkolizm tehlikesi olduğunu fısıldıyor içinden bir ses… Geri dönmeyen şeylerin gidişiyle içinizde bir tel gerildiğinde… Gerilip kopmamakta direndiğinde… Bir çakır keyiflik istersiniz ve kederinizi şehrin ışıklarına paylaştırmak. Elinizde bir kalem gibi olanca yalnızlığınız… Bir ebleh pencerenin önünde, öylece beklersiniz.