Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ekim '06

 
Kategori
Kent Tarihi
 

Otuzbeş yıl önce İnebolu'da bir pazar günü

Otuzbeş yıl önce İnebolu'da bir pazar günü
 

İnebolu’da ahşap bir evde, talaş sobasının üzerinde ısıtarak yediğim kıymalı pideleri, büyükbabamın soyarak verdiği elma cinilerini yazmak çok duygulandırdı, otuzbeş yıl sonra Ankara’da bir Pazar akşamı.

Altmışların sonları ve yetmişlerin başları ilkokul ve ortaokul çağlarımdı. İnebolu’da duvarları kireçle sıvanmış ahşap bir evde büyükbabam, babaannem, halam ve iki kardeşimle beraber yaşardık. Babam ve annem Almanya’da çalışıyorlardı. Üç katlı evin üst katındaydık. Evin çatısı yassı taşlarla örtülüydü. Zemin ahşap olduğu için her adım alt kata inen gürültü demekti. Gürültüsüz yürümek için gösterdiğim özen sayesinde şu anda da her adımımı kedi sessizliğiyle atarak yürürüm. İnebolu’daki birçok ev gibi üzerindeki taşlar indirilip kiremitle örtüldü ve şimdi içinde kimse oturmuyor. Evin dışındaki ahşap bölümler yeşile boyanmıştı yıllar önce.

Pazar öğleden sonra Ankara Radyosundan naklen maç yayınını dinlerdim. Maçların çoğu Pazar günü olurdu, radyo her maça sırasıyla kısa sürelerle bağlanırlardı. Orhan Ayhan, Halit Kıvanç, Necati Karakaya, Ali Kocatepe kendilerine özgü üsluplarıyla maçları anlatırlardı. Orhan Ayhan maçın posizyonlarını anlatmak yerine hep başka şeylerden sözederdi. Halit Kıvanç futbolcuların kendi aralarında ve hakemle olan diyaloglarındaki cümleleri sanki duyuyormuş gibi dinleyiciye aktarırdı. Necati Karakaya tok sesiyle, maç ne kadar hızlı oynansa da yavaş yavaş konuşurdu. Ali Kocatepe genellikle İzmir maçlarını Alsancak stadından anlatırdı. O zamanlar Altay, Göztepe, Altınordu gibi İzmir takımları Birinci Ligde oynarlardı. İstanbul’dan Feriköy, Vefa, Sarıyer, Ankara’dan Hacettepe, Şekerspor takımları vardı. Futbolla tanışıklığım halamla beraber gittiğimde birkaç kez gördüğüm İneboluspor maçlarındandı. Halam Metin Oktay’lı yıllarda Galatasaraylı olduğu için Kızkardeşim Galatasaray’ı tutardı. Erkek kardeşim ve ben de amcamla beraber Fenerbahçeli olmuştuk.

Transistörlü radyoda maçı dinlerken oynayanların sahada nerede olduklarını görmek olanaklı olur mu acaba, diye düşünürdüm. Televizyon görmemiştim ve televizyona benzer birşey de anlatılmamıştı. Benim hayalimdeki maç, radyonun futbol sahası gibi dikdörtgen ve düz olan üst bölümünde radyodan gelecek sinyallerle yerleri değişecek kurşun askerlerdi, top da bir cam bilyeydi. 1974 yılında Ankara’ya ilk kez gittiğim gün Dünya Kupasının finali oynanıyordu. Siyah-beyaz ekranda ilk gördüğüm görüntüler bir futbol maçı olmuştu. Görüntüler benim için hayal kırıklığıydı. Sinema perdesi kadar net değildi, renkli değildi ve benim radyonun üzerinde top oynayan kurşun askerlerim gibi üç boyutlu değildi.

Sabah geç saate kadar uyumuş, büyükbabamın fırından sıcak sıcak getirdiği kapalı kıymalı pidelerin kokusuyla uyanmış ve afiyetle o pideleri yemiş olurduk. Pideler için kıyma ve soğan akşamdan kavrulur ve sabaha bekletilirdi. Pideleri yerken babaannem lezzetin kendisinin bahçede yetiştirdiği ve kendi doğradığı soğandan geldiğini, büyükbabam da en iyi kasaptan kendi gidip aldığı kıymadan olduğunu söylerlerdi. Ne güzel günlerdi onlar. Şimdi ikisi de yukarılardan biryerlerden bu yazdıklarımı okuyup yine lezzet tartışmasına gireceklerdir.

Radyoda maç dinlerken artık acıkmaya başladığım saatler gelirdi. Sabahtan artan pideleri odanın ortasında yanan talaş sobasında ısıtırdık. Talaş sobasında toz halindeki odun talaşı yakardık. İnebolu’da kereste fabrikaları olduğu için odun talaşı kolay bulunan ve oduna göre daha ucuz bir yakıttı. Talaş sobasının üzerinde kapak olurdu, sobasın ortasına kalın bir sopa koyup yukarıdan talaşı sıkıştırarak doldururduk ve ortasındaki sopayı çıkartıp sobanın altından yakardık. O sopanın bıraktığı boşluktan sobanın yanmasını sağlardı. Talaş sobası yavaş yavaş yandığı için uzun süre sıcak olurdu.

Akşama doğru gazete almaya giderdik. Gazete akşama doğru saat dörtten sonra gelirdi. Gazetecide bir numaramız olurdu, gazetelerin üzerine kurşun kalemle numaraları yazardı, gidince numaramızdan gazeteyi bulurduk. Kışın kar yolları kapatınca birkaç gün gazete gelmez ve sonra o günlerin gazetesini topluca alırdık. Gazeteler yalnızca 8 sayfa olurdu ve her yeri okunurdu.

Akşam son güne kalmış ödevlerimizi yetiştirmeye çalışırken büyükbabam bize cini cini elma soyar ve sırayla verirdi. Onları gizlice biriktirip herkes bitirdikten sonra yemek çocukça zevklerimizdendi. Oysa soyulmuş elmalar biraz bekledikten sonra kararır ve lezzetini yitirirdi ama olsun varsın. İnebolu’da çeşit çeşit elmalar olurdu. O zamanlar köyden elmaları getirdiğimizde bahçenin bir köşesinde karların altında saklardık. Toprağın üzerine kat kat eğrelti otları dizilir, elmaların üzeri de eğreltilerle kapatılırdı. Şimdi o zaman yediğim elmalardaki tadı bulamıyorum. Amasya elmasının kabuğu kıpkırmızı olurdu. O kırmızılığın, soyulduğu zaman elmanın içine işlemiş olduğunu görürdük. Ferik elması daha küçük, uzun ve değişik bir yeşil rengi olan bir elmaydı. Çok sertti ve değişik bir tadı olurdu. Son yıllarda hiç rastlamadım, belki de soyu tükeniyor.

Herkes erkenden uyurdu ama ben en geç yatmaya çalışırdım. Uzun dalga Ankara Radyosundan dokuz buçuktaki spor saatini dinlerdim. Orta dalgadan yayın yapan İstanbul Radyosu yalnızca geceleri çıkardı. İstanbul radyosunun reklam programları Ankara’dan daha çok olurdu. Programlarda Orhan Boran’ın sunduğu Doğru mu Yanlış mı, adını anımsayamadığım ama çok etkili bir sesi olan sunucunun sunduğu Tamam mı Devam mı yarışmaları, kısa oyunlar dinlerdik. Bizim radyolarda yayın bitince kısa dalgadan Türkçe radyolar bulmaya çalışırdım. O radyolarda değişik aksanlarla Türkçe konuşan spikerler çok ilgimi çekerdi. Yalnızca aksanları değil konuştukları konular da Ankara, İstanbul radyolarından dinlediklerimden farklı olurdu. BBC, Almanya’nın Sesi, Amerika’nın Sesi, Moskova Radyosu, Sofya Radyosu, Bizim Radyo... O radyolar dünyaya en geniş açıdan bakmayı öğrettiler.

O zamanlar Pazar günleri haftanın tek tatil günüydü. Cumartesileri yarım gün okul olurdu. Öğleden sonra tatil başlardı. Pazar günlerini bu kadar özel yapan tek olmasıydı. Ne güzel günlerdi, çocuktuk, İnebolu’da yaşıyordum, herkes hayattaydı, Pazar pideleri çok lezzetliydi, maçı radyodan dinlemek yeterliydi ve elmalar daha güzeldi.

Ankara 15 Ekim 2006 Pazar 23:30

 
Toplam blog
: 1735
: 2429
Kayıt tarihi
: 22.09.06
 
 

27 Mart 1959'da İnebolu Yeşilöz Köyünde doğdum. Yeşilöz Köyü İlkokulu, Yeniyol İlkokulu, İnebolu ..